Abigail Williams – Walk Beyond the Dark
Merhaba.
Abigail Williams, on beş yıllık geçmişine rağmen daha önce ilgilenmediğim bir isim, çünkü grup bir ara black metal ile core etkilerini birleştirip garip bir CRADLE OF FILTH çakmalığına bürünmüştü ki haliyle açıp dinlemedim ben de doğru düzgün hiçbir zaman. Geçtiğimiz hafta yayımlanan Walk Beyond the Dark ise olumlu anlamda şaşırtan bir albüm oldu ve daha ilk dinlemeden inceleme listeme almıştım zaten. Fakat yazıya başlamadan önce grup hakkında bilgi toplamak için sağı solu kurcalıyordum ki Amerikalı oluşumun bu on beş senelik zaman dilimi içerisinde neredeyse 25 (yirmi beş) eleman değişikliği, birkaç kez dağılıp yeniden birleşme, farklı şehirlere taşınma vb. saçmalıklar yaşadığını fark edince bir an tansiyonum düşmüş… Şimdi daha iyiyim.
Gerçekten hiç girmeyeceğim o dünyaya, kabaca Walk Beyond the Dark‘ın artık Abigail Williams çatısı altındaki tek eleman olan gitar ve vokal Ken Sorceron ile ona eşlik eden bir dünya konuk müzisyenin elinden çıktığını bilseniz yeter bence. Zaten bu bulut mulut çok kurcalarsan kafayı sıyırırsın.
Artık pek çok albümde karşımıza çıkan, kişisel olarak pek etkileyici bulmasam da Polonyalı değerli ressam Mariusz Lewandowski’ye ait kapağın da işaret ettiği üzere insan varlığının basitliği ve önemsizliğinden, buna karşın fiziksel veya zihinsel sınırlarının ötesine geçme azminden ilham almış, karanlık olduğu kadar melankolik ve yalnız bir karaktere sahip Walk Beyond the Dark. Yeri göğü titreten agresif bir dışavurumculuktan ziyade içe dönük bir albüm ve insana ait git-geller, müziğe de yansımış.
Tabii bu çiğ gitarlar ve gürüldeyen davullar eşliğinde ani patlamalardan yoksun demek değil. Albümün en hafif ve progresif riflere sahip şarkısı I Will Depart sonrasında giren Sun and Moon, yavaş yavaş yükseldikten sonra Ken’in çığlıkları ve tremolo gitarlarla iç parçalayan bir şarkı örneğin. Delilik anı betimleyen vokaller gerçekten enfes. Fakat yine de hem gitar tınılarında hem de Ken’in vokalinde öfkeden ziyade bir keyifsizlik, hüzün var sanki. 6. sıradaki Born of Nothing ve neredeyse enstrümantal kapanış The Final Failure ile tavan yapıyor bu melankoli hali; özellikle bu iki şarkıdaki viyolonsel eklemeleri çok başarılı. Born of Nothing ise gövdesindeki soğuk, temiz gitar melodilerinin arkasından boğuk boğuk gelen Ken’in vokali ve tat kaçıran solosu vs. derken favorilerimden biri oldu kısa sürede. 2019 model Abigail Williams’ı en iyi özetleyen, agresiflik ve melankolinin en dengeli halde sunulduğu şarkı bu albümdeki.
Yine şarkılardan devam edelim. Aslına bakarsanız Walk Beyond the Dark‘ı genel olarak çok sevmeme rağmen bütünden parçaya doğru ilerledikçe takılınabilecek şeyler çıkmaya başlıyor su yüzüne. En önemli mesele, Ken kardeşimizin pek sınır tanımaması: Black metal, blackgaze, death metal, doom metal derken birçok türe temas ediyor albüm. Bu durum zengin bir müziğe yol açsa da sevmediği şeyi aradan cımbızla çekip almak isteyen çok olacaktır eminim. Örneğin Black Waves, uçucu efektlerle süslenmiş bir tremolo gitar ile, gayet ALCEST havasında açılıyor; ikinci dakikasına doğru viyolonsel ve hafif bir davul eşliğiyle birlikte iyice ayyuka çıkıyor bu etkilenimler. Blast-beat ile patlayıp açıldıktan sonra ise kısa bir an için temiz vokal bile duyuyoruz. Sonlarına doğru bas-davul eşliğinde progresif bir kafaya geçip viyolonsel melodileriyle yine hüzünleniyor, ardından blast-beat ile bitiriyoruz. Öncülü Ever so Bold‘da ise kel alaka bir gitar solosu var cayır cayır black metalin önünde ve Into the Sleep ise hiç dağılmadan, dümdüz bir black metal çizgisinde gidiyor mesela… Bütüne bakınca anlam hiç bozulmuyor ve bu asansör durumları benim için hiç sorun değil ama her şarkıda başka bir sürprizle karşılaşmak istemeyen, net ve kesin şeyler sevenler için hır gür çıkarabilir albümün bu özellikleri. Şarkı süreleri bile iniş-çıkışlı bir albüm dinleyeceğinizin habercisi gerçi.
Yukarıda olumsuz bir şeyler söyledim gibi anlaşılabilir ama başka birinin gözünden bakmaya çalıştım yalnızca, yoksa albüm çok kaliteli. Neden sevilmeyebilir diye düşününce bunlar çıktı ortaya kısacası. Yanlış anlaşılmasın.
Neyse, müzikal değişkenlikler bütüne doğru hizmet ettiği için duygusal açıdan bir iş çıkarmış Ken ve The Final Failure‘daki “One lifetime is never enough!” dizesine çok iyi taşıyor dinleyiciyi. Karanlığın ötesini görmeye çalışıyor gerçekten ve okyanusun ışık almayan, algıların kaybolduğu o zifir karanlık derinliklerde yeni bir gerçek keşfetmenin, söz gelimi yeniden doğmanın hissini aktarmayı başarmış. Düşüncede tamamen kaybolup kafayı yememiş yani, gittiği yerden geri gelmiş. Ne diyorum acaba? Kafa gidiyor, kapatalım.
Walk Beyond the Dark beklediğimin çok ötesinde bir albüm çıktı. 2019’un bereketi Abigail Willams’a da yaramış kesinlikle ve çıkan onlarca harika albüme rağmen Walk Beyond the Dark da ileride dönüp bakınca 2019’dan kalan iyi albümlerden biri olarak hafızamda yer edinecek eminim. Sene sonu listelerine bile girebilir arka sıralardan, bir şans verin mutlaka.
Bu albümü yaklaşık iki haftadır hergün dinliyorum. Aslında daha önce grubu duymamama rağmen spotide kapağı görünce “bu ne len.. negzel kapakmış. müziği nası ola ki?” diye girdim. Giriş o giriş. Müthiş müzikal zenginliği, iniş çıkışları, duygusal devinimleri.. Her şeyiyle harika bir albüm olmuş. Benim “yılın albümleri” listeme kafadan daldı. Hele ikinci yarıdan sonra yaylıların ve hüzünlü melodilerin ağırlığıyla uzun zamandır yaşamadığım bir “In The Woods-Omnio” hissiyatı yaşadım. Müzik benzemese de yaşattığı hissiyat çok benzer oldu bende. Kritik de şahane olmuş. Tetikteydim. Olumsuz bişey duysam çemkirecektim hemen 🙂 🙂 Haha.. Ellere, kulaklara sağlık.
Sonradan dinleyip görünce grubun eski işleri de bir o kadar ortalamayken bu albüm beni de şaşırttı bayağı ya, cart curt edemedim çok ahah. Teşekkürler güzel sözlere. 🙂
Geri bildirim: Vukari – Aevum – Metalperver