Svartidauði – Revelations of the Red Sword
Merhaba.
Sonunda yer alan ve “-th” sesini temsil eden ilginç harften de anlaşılaşağı üzere bugün yine rahmetli Tayfun Talipoğlu’nun da dediği gibi kimselerin gitmediği, gidip de göremediği yerde, İzlanda’nın en büyük ikinci şehri Kópavogur’dayız. Konumuz elbette black metal, elbette şirk.
Uyumsuz seslerle dinleyicilerine bambaşka bir tecrübe yaşatabilen, amansız birer ses duvarına dönüştürdükleri kaotik müzikleriyle farklılaşmayı başaran black metal grupları, son yirmi senedir black metalde yaşanan dönüşümü hala black metalin özüne sadık bir şekilde gerçekleştirerek büyük bir iş yapıyorlar. Düşünsenize ortamın Eldamar’a, Ghost Bath’e kaldığını.. Neyse, İzlanda’nın son yıllarda piyasaya sunduğu pek çok isim (grup adı sıralamaktansa H.V Lyngdal ve acayiplikleri diyeyim, yetsin) bu yaklaşımın ne kadar etkili ve başarılı olabileceğinin kanıtları olarak birbirinden cevval işlerle kaosu yüceltmeye devam ediyorlar. Svartidauði ise bu ekipler arasındaki kişisel favorilerimden biri ve yeni albümünü 3 Aralık’ta çıkararak Revelations of the Red Sword ile sene sonu listelerini birbirine katıp işin o tarafında da kaos çıkarma peşinde anladığım kadarıyla. Çakal seni Svartidauði.
Svartidauði’nin 2012’deki ilk albümü Flesh Cathedral, tüm bu İzlanda çılgınlığı içerisinde dinlediğim en ürkütücü, en zor, en özgün albümlerden bir tanesiydi. Karanlık, yıkıcı, şeytani ve kaotik bir albüm Flesh Cathedral ve aradan geçen zamana rağmen hala şaşırtıcı bir ölçüde. Huyu suyu kestirilemez, tabiri caizse kötü olmak için kötülük yapan manyağın teki…
Yeni albüm için ise buna yakın benzetmeler yapamayacağım.
Her şeyden önce daha kederli bir havası var Revelations of the Red Sword‘un. Yenik diyemem ama düşük sanki bir şekilde. Ergen ateşiyle mi o kadar kendine güvenliydi eskiden, yoksa başka bir duygunun peşindemi artık bilmiyorum ama elbette yanlışlıkla olacak hali yok; bu müziği yapmak istemiş grup ve kendi içinde değerlendirince standartın çok üzerinde bir iş olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim peşin peşin. Fakat pişmek mi dersiniz, yoksa törpülenmek mi bilmiyorum ama geçmişe oranla daha normal, daha kabul edilebilir Svartidauði. Uslanmışlar diyemeyeceğim, çünkü hala pek çok kulak için imkansız, sapkın bir müzik yapıyorlar ama benim için biraz daha öngörülebilir bir Svartidauði var bu albümde ve bundan pek memnun değilim açıkçası.
Sol Ascending’in derinlerden, gerilerden gelen solosu ne kadar Svartidauði ise hemen arkasındaki Burning Worlds of Excrement (isme gel) de bir o kadar herhangi bir DSO sevdalısı black metal grubu gibi mesela. Harika bir şarkı ve vardığı yeri zerre kabul edemesem de oraya götürüş biçimine daha ilk dinleyişten tutuldum, fakat bir noktada alışıyor insan her şeye işte. Defalarca dinledim bunları DSO‘dan sevgili Svartidauði. Kaos bile, sürekli aynı silahları kullanınca bir düzene oturup sıkıcılaşıyor ne yazık ki canımın içi Svartidauði.
Herkes bu konuda yazıp çizmiş zaten ve çok haklılar; ışıklı tabelalarla LUC LEMAY ismi beliriyor bazı anlarda ve albümdeki tek gitarist Þórir Garðarsson (ZHRINE‘dan Nökkvi ayrılmış gruptan) gerçekten de neredeyse insanı bunaltan, sıkıştıran bir gitar işçiliğiyle yukarılara çıkarıyor albümü. Onun sıradanlaştığı ender anlarda ise davulcu Magnús Skúlason devreye giriyor ve hiperaktif, her an bir manyaklık peşindeki davullarıyla açığı kapatıveriyor. Albümün yıldızı kesinlikle. Bu arada Magnus’un gücü elinde tutan, yüce gibi anlamları olduğunu ve Norveç’in altı, İsveç’in üç kralının bu isme sahip olduğunu biliyor muydunuz? Şimdi taşlar yerine oturdu işte, değil mi?
İyi, hatta çok bir black metal albümü Revelations of the Red Sword, buna hiç şüphe yok. Uyumsuz dalgaları çarpışıyor, tıpkı Reveries of Conflagration‘daki gibi çoşkulu sözler kişisel manifestolara dönüşüyor ve Svartidauði her zamanki gibi günahkar ve cezbedici olmayı başarıyor. Fakat bu defa o kadar da etkilenmedim Svartidauði’nin bu şeytani davetinden. Flesh Cathedral‘i de dahil ettiğim o en iyiler arasına koyamayacağım o yüzden, fakat en iyileri çok sık tüketip biraz sıkıldığım, değişiklik aradığım dönemlerde ilk başvuracağım albümlerden olacağını söyleyebilirim rahatlıkla… Gerçi insan o albümlerden nasıl sıkılır, pek emin değilim.
Abi en iyiler dediklerini biraz açsan. Belki aralarında bilmediklerimiz duymadiklarimiz vardir.
Deathspell Omega, Blut Aus Nord, Dodecahedron ağa babaları bu işin. Daha tek albüm ama yazıda bahsettiğim H.V abinin Wormlust’ını da koyarım, gore korku filmi soundtracki gibi albüm yapmış ayı. Misþyrming, Rebirth of Nefast, biraz death metale kayınca Mitochondrion, Portal diye gidiyor. Svartidauði’nin ilk albümü de bu listede zaten.
Sitede çoğunun kritiğini bulabilirsin, Portal’ın bu yılki albümü olacak iş değil mesela (https://metalperver.com/2018/07/19/portal-ion/).
Herkes bir önceki albümü deli gibi övüyor onu daha dinlemedim de bundan daha iyiyse kuduz köpeğe dönerim büyük ihtimalle. Albümü bayağı beğendim her ne kadar müzik Deathspell Omega diye çığlık atsa da etkileyici melodiler içerdiğini düşünüyorum benden bir 8.5/10 gelir sanırsam
Wolves of a Red Sun <3<3<3<3
Bundan çok daha iyi, kudurmalık bir eser. Dinlemediysen şuna da bak, tam senlik bir iş: Sinmara – Aphotic Womb. Svartidauthi’nin Flesh Cathedral’iyle birlikte İzlanda black metalinin zirvesi bence bu ikili.
https://open.spotify.com/album/1JlmGGDBVKRUFcd8Sway2b
Bu aralar İzlanda ve Fransa BM sahnesine eğilmeye çalışıyorum iyi oldu bu, çok teşekkürler.