Panzerfaust – The Lucifer Principle
Normal hayatımda kendimi pesimistten ziyade realist olarak tanımlamaya çalışsam da, hayatın güzel yanlarını görmek bazen gerçekten zorlaşıyor. Herhangi bir birinci dünya ülkesinde kaymak tabakanın bir çocuğu olarak dünyaya gelenleri belki hariç tutacak olursak, evrenin varoluşuyla karşılaştırınca göz açıp kapayıncaya dekten dahi kısa süren hayatlarımızı aslında ihtiyacımız olan her şeyi barındıran bir dünyada hayatta kalabilmek için yok pahasına satmak zorundayız. İnsanoğlu olarak doymak bilmez açgözlülüğümüz ile uydurduğumuz para için hayatımızın neredeyse üçte birini çoğunlukla sevmediğimiz, büyük resmin içinde hiçbir önemi olmayan işlerle uğraşarak geçirdiğimiz yetmiyormuş gibi, bir de farazi parametreler üzerinden çizdiğimiz sınırlarla ve çevresel faktörlerin fiziksel yapımızı aslında rahatça göz ardı edilebilecek şekilde uyguladığı değişimleri, kafamıza göre çizdiğimiz sınırların içi veya dışında doğmuş olmayı kendimize kimlik edinip bizden farklı kimliklere sahip olanlardan nefret ederek kozmosta bir kelebeğin kanat çırpışından fazla bir etkisi olmayan hayatlarımızı iyice çekilmez, nefret dolu hale getirmeyi başarıyoruz. Bizden daha da kötü şartlarda hayatlar yaşayanların ömürlerinin daha da fazlasını adeta birer köle gibi çalışarak geçirerek ürettiği ürünleri kendimize tutku malzemesi haline getirip her şeyin son modeline sahip olmazsak sanki bu boktan oyunda diğerlerinin gerisinde kalmış gibi hissedip, kendimizi kötü hissetmek için aslında gerçek bir ton sebep varken abuk subuk şeylerin peşinde koşmaktan vazgeçmiyoruz.
İşin en acısı da, elbette ki hepimiz bunların farkındayız; ama bu farkındalık içinde dahi hiçbir şeyi değiştirmek için bir çaba sarfetme gereği duymuyoruz. Hayat denen saçmalığı toplumun farazi kurallarına göre bizden bir gıdım da olsa “iyi” götüren birilerini gördüğümüz zaman içimizde oluşan haset bazen kendini depresyon olarak manifest ediyor; bazen ise dilimizden damlayan zehre dönüyor. Kendi başımıza kaldığımız zaman ya da birkaç içki kadehinin dibini görünce tüm realitemiz haline gelmiş bu orta oyununun ne kadar saçma olduğunu her yere haykırmak isteği içimizde kabarırken, spot ışıklarının altında yerimizi aldığımız zaman yine repliklerimizi bir bir döker buluyoruz kendimizi. Bizden olmayan birini görüp içten içe nefret ediyoruz onlardan, bizim normlarımıza uymayan hayatlar yaşayanları ya “orospu” olarak damgalıyoruz ya “piç”, ya “yobaz” deyip küfrediyoruz arkalarından, ya da başlarına gelmiş talihsizlikler için içten içe kahkahalar patlatıyoruz. Öylesine nefret etmişiz ki birbirimizden, cezai unsurlar ortadan kalksa son bir homo erectus kalana dek parçalayacağız bir diğerimizi. Hoş, bu unsurlar yerli yerindeyken bile savaş, demokrasi, terörle mücadele, özgürlük kavgası gibi isimler altında kendimize güya haklı sebepler uydurup genlerimizin neredeyse tamamı aynı başka insanları patlatmaktan, diri diri yakmaktan, vurmaktan, kafalarını kesmekten imtina etmiyoruz. Bir şekilde evrende içinde yaşadığımız bir pikselden ötesini görmemizi sağlayacak, bin yıllardır tamamen nafile olan varlığımızı en azından bir toz zerresi kadar anlamlandırmaya yaklaşacak gelişimlere odaklanmak yerine, o içinde olduğumuz bir pikselde kendimizi benzerlerimizden nefret etmeye, onları öldürmeye programlıyoruz. Gelişim yerine, yok edimi seçiyoruz her defasında.
Howard Bloom’un aynı adlı romanından uyarlanan PANZERFAUST EP’si “The Lucifer Principle”, günlük güneşlik bir haftasonu sabahında bana bunları düşündürecek, yazdıracak kadar kapkara, tüm umuttan uzak bir kayıt. İçinde bulundurduğu Johnny Cash cover’ı dahi simsiyah; black metalin müziğin içindeki tüm ruhu alıp onu nasıl bir zifiri karanlıkla donatabildiğini gözlerimizin ferini söndürerek gösteriyor. 26 dakikalık süresiyle “The Lucifer Principle” black metalin temsil ettiği her şeyin ufak bir pakete sıkıştırılmış hali. Mutlaka dinlenmeli.
88/100
Not: Albümü ücretsiz olarak dinlemek veya ufak bir meblağ karşılığı satın almak için sizi grubun bandcamp sayfasına alabiliriz.
Yalnız bu albüm gerçekten insanın içinde bulunduğu ortamın kararmasına neden oluyor direkt. Bu neymiş böyle be kardeşim.
Grubun yeni albümü de inanılmaz iyi. Tüyleri diken diken ediyor baştan sona, yürürken sağa sola bakışınızı değiştiriyor.