Minenwerfer – Alpenpässe
1899. Özgürlük fikirlerinin tohumlarının filizlenmeye başladığı, sanayi ve endüstri ile dünyanın değiştiği bir dönem. Birçoğu sefalet içerisinde olsa da yeni bir yüzyıl fikriyle heyecanlanmış, umut dolu insanlar. Yeni yüzyılın şafağında doğmuş, nurtopu gibi bir oğlan. Annesinin kucağında, çipil çipil gözlerini açmakta zorlanırken doğru dürüst seçemediği, her şeyin daha güzel olacağı fikrini gökyüzüne dolduran, 20. yüzyılı müjdeleyen havai fişekler…
Sadece 15 sene sonra, arkadaşlarından uzak kalmamak ve köyünden dışlanmamak için yaşını büyülterek askere yazılmış bir oğlan. Jilet gibi üniforması, kafasında ona güven veren miğferi ve gömleğinin cebinde sevgi dolu mektuplarla bir kamyonun arkasında, bilinmeze doğru giden bir çocuk. Çamurun, kanın, sidiğin ve bokun içerisinde, ölüm telallı çift kanatlılardan birinden düşen bombayla paramparça olmuş siperin içinde, kopmuş uzuvlar ve cansız bedenlerin arasında çaresizce iç organlarını olması gerektiği yere itmeye çalışan, geçirdiği şokla acı hissetmese de saniyeler içerisinde öleceğinin farkında bir asker…
Onun kadar şanslı olmayanlar da var. Evet, şanslı. Alpler’in geçit vermeyen dağlarında, bir yandan kendisine ihanet etmek için fırsat kollayan doğayla başa çıkmaya çalışırken bir yandan da hayatında daha önce hiç adım atmadığı bir coğrafyada, imkansız bir arazide savaşmaya çalışanlar var. Yetersiz teçhizatı, kısıtlı kumanyasıyla yavaş yavaş önce parmak uçları, sonra zihni uyuşmaya başlayan, bıçak gibi kesen rüzgardan korunmak için sığındığı kayanın altında donup gidenler var. Ülkesi ateşkes imzalamış mı bilemeden, hiçbir şekilde ikmal alamadan, düşman nerede anlayamadan, sadece bu lanet olası dağdan canlı çıkamayacağının farkında, öylece ölmeyi beklemiş askerler, çocuklar var.
Amerikalı olduğuna herkesin çok şaşırdığı Minenwerfer, I. Dünya Savaşı’nda İtalya ile Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun çatıştığı İtalya Doğu Alpleri’ni, o merhametsiz coğrafyanın sert koşullarını, birliklerin çatışmalarından bağımsız, doğaya karşı yaşanan ölüm-kalım mücadelesini, çaresizlik ve korkunun elle tutulabildiği tüyler ürperten, yürek burkan atmosferi black metal çerçevesinde işleyip yeniden aktarıyor. 2019’un son çeyreğinde çıkan Alpenpässe, sadece Minenwerfer’in diskografisinin baş tacı değil, atmosferik black metal türünün de son dönemdeki en kaliteli eserlerinden bir tanesi.
Alpenpässe‘nin esas başarısı, ham bir saldırganlıkla umutsuzluğu bir arada kullanıp Cihan Harbi’nin dehşetini çok iyi yansıtan özgün bir atmosfer yaratmasında yatıyor. Elbette savaşın nasıl bir şey olduğunu bilmek, birinci elden şahit olmadıkça pek mümkün değil; fakat Minenwerfer’in çaldığı notalardaki huzursuzluk, vokalindeki o canhıraş çaresizlik, birçok insanda ortak noktalara dokunup ortak duyguları tetikliyor olacak ki Black Metal Promotion gibi 7/24 yeni black metal paylaşılan bir mecrada görüntülenme sayısı bakımından başı çekiyor uzun süredir. Altındaki yorumları biraz kurcaladığınızdaysa dedesi, babası o cephede savaşmış, can vermiş birçok insanın kendi duyduğu, bildiği hikayelere Minenwerfer’in harikulade bir fon müziği yazdığı konusunda fikir birliği sağlandığı görülüyor. Gerçekten de Minenwerfer, topyekün savaşı yıkım ve vahşet tekelinden çıkarıp acımasız doğa şartları ve can korkusuyla birlikte çok daha soğuk, karanlık ve ağırbaşlı bir noktaya çekmeyi başarıyor.
Yeri geldiğinde bir bombardıman uçağının isabetiyle tetiklenmiş, tez vakitte her şeyi sonsuz bir beyaza bürüyecek, kemikleri kırıp bedenleri karınca gibi ezecek çığın uğultusunu anımsatan agresif anlar da yok değil elbette. Açılış parçası olarak 17 dakikalık epik Der Blutharsch‘ı (pıhtılaşmış kan) seçerek özgüvenini gösteren Minenwerfer, kısa bir girizgah ve tarihi bir açılış konuşmasının (meraklısı kurcalasın) ardından uzun bir çığlık ve hunharca taranan gitarlar, gümbür gümbür bir blast-beat eşliğinde açılıyor. Albümün esas güçlü olduğu taraf ise şüphesiz daha melodik ve ağır ilerlediği bölümler. Yine açılış parçasından örnekleyecek olursak vokal, bir askerin ağzından dağın soğuğunu, ıssızlığını ve ölümcüllüğünü aktarırken öne çıkan bas gitar, düşük tempolu anların atmosferini daha da yükseltiyor. Cloaked in Silence‘ın (bu da 13 dakikayı zorlayan bir başka epik) biri 4:30, diğeri 8:30 civarında giren iki solosu da yine askerin acizane vaziyetini insanın ruhunun derinliklerine kazıyor.
Standart bir black metal albümü gibi bir-iki fikir ve örüntüyü tekrarlamıyor Alpenpässe. Evet, merkezinde black metalin ana prensipleri yer alıyor belki ama bas gitarın öncülüğünden, blues etkili gitar sololarından, folk esintili akustik anlardan, DSBM vokallerinden de söz etmek mümkün. Alpler’deki çatısız evlerinin etrafını örtüleyen kara kan düşerken, sislerin ve donmuş toprağın içinde şan ve şeref arayan askerlerin sadece ölüm bulacakları sözünü birçok farklı şekilde söylüyor Minenwerfer. Alpler’de hayatını kaybeden yüzbinlerce insanı anan, ruhunda ULVER‘in black metale geniş çerçeveden bakan müzikal kapsayıcılığını, DRUDKH‘un doğaya dönüklüğünü, tam dozunda bir MARDUK vahşiliğini, atmosferik black metalin depresif, soğuk kederini ve çok daha fazlasını barındıran dört başı mamur bir black metal albümü için Alpenpässe, tavsiye kere tavsiye.
Çok iyi bir kritik olmuş. Albümü dinlerken kritiğin ilk bölümünü okudum ve duygular daha bi geçti sanki.
Teşekkürler Tahir’im, sağ ol. Hakikaten tesirli albüm, dinlerken direkt bu tip, belki biraz klişe ama çok gerçek sahneler canlanıyor zihnimde.