Narcotic Wasteland – Delirium Tremens
Merhaba.
Bugün bir kez daha Metalperver’in uzun soluklu okurlarından ve Patreon destekçilerinden Duodenum’un yazısını paylaşıyoruz. Bu defa da NILE insanı Dallas-Toler Wade’in grubu Narcotic Wasteland’i anlatıyor bizlere. Uzun süredir ertelediğim bir albüm incelemesiydi bu, o yüzden ben de özellikle teşekkür ediyorum bu eğlenceli yazı için kendisine. Siz de dilerseniz kendi incelemelerinizi göndermek için bizimle iletişime geçebilirsiniz. Buyursunlar:
NEDEN DAHA FAZLA KİŞİ BİLMİYOR BU GRUBU KAFAYI YİYECEĞİM!
İçinde bulunduğum her ortamda lobiciliğini yaptığım mükemmel oluşum Narcotic Wasteland, 2011 yılında eski NILE gitaristi Dallas-Toler Wade tarafından çocukluk arkadaşlarıyla birlikte kurulmuş ve memleketi Güney Carolina’nın madde tüketim problemini kendine tema edinmiş bir teknik death/thrash grubu. Yazıyı yazmaya başlamadan önce albümü açtım arkaya ve şu anda sabrım tükendi, daha fazla resmi olamayacağım. Narcotic Wasteland hayvanlar gibi kazıyor, ısırıyor, parçalıyor, yoluna çıkan her şeyi ezip geçerek death metale elini atan herkese adeta ders veriyor.
Metal dünyasının en harbi insanlarından Dallas, Nile’den ayrılırken taraflar müzik konusundaki olgunluklarını insanlık konusunda da göstermiş, hiçbir drama yaratmadan efendi gibi ayrılmışlardı. Bu ayrılıktan kısa bir süre sonra çıkan Delirium Tremens ise “Şimdi Karl düşünsün!” diyen muazzam bir çalışmaydı… AMA KİMSE TAKMADI! NEDEN DİNLEMİYORSUNUZ NEDEN!?
Efendim, Narcotic Wasteland’ı bu kadar keyifli kılan en başat unsur müziğin alabildiğine delişmen, nefes aldırmaz ve sürekli kafaya kafaya çakan bir çalışma olması. Hiperaktiflik konusunda HATE ETERNAL‘la yarışabilecek hızda bir müziği groovedan kafayı sıyırtacak bir kimlikle ve old school ruhuyla icra ediyor Dallas ve saz heyeti ve şu anda We Agnostics çalarken kendi kafa derimi yüzüyorum.
Nile’deki bestelere baktığımızda Karl Sanders’ın daha sofistike bestelerine karşılık Dallas daha 4/4’ten çıkmayan; groove olsun, metal olsun bizim olsun kafasındaydı. Bu albümde de aynı yaklaşımı sürdürüyor. Karl’ın devasa pedalboardına karşılık bir adet volume pedalından başka bir şey kullanmayan Dallas, Nile’da kullanılan drop A yerine PANTERA, DEATH gibi grupların da kullandığı standart D kullanarak çok daha eski kafalı bir sounda geçiyor. Melodileri riflerin içine geçirme konusunda çok usta bir isim olan Dallas adeta dünyanın en gaz riflerini bulacağım diye oturmuş gitarın başına ve bu rifleri alabildiğine groovelu yapmaya uğraşmış ardından.
Hiperaktiflik dedik, teknik dedik, kesinlikle THE FACELESS, OBSCURA gibi gruplar aklınıza gelmesin. Zira Narcotic Wasteland müziği icra anlamında ne kadar zorsa ruh olarak o kadar METAL. Sırtını tamamen şanlı rif kavramına yaslıyor grup ve sololar da aktıkça akıyor. Misal Bleed and Swell’deki gitar solosunu ele alalım. Önündeki melodik girişin ardından solo çaldıkça yok efendim progresifmiş, vay efendim avantgardemış diye boş yapan herkesin evine ALEVLER salınıyor. Arkasından giren orta tempo rifin arkasında bendlerle bir süre daha devam ettikçe dinlerken daha da yükseliyor, arşa çıkıyorum. Hemen arkasından gelen Delirium Tremens şarkısı ise delilik resmen. Albümdeki hiçbir gitar solosunun diğerinden eksik kalır yanı yok. Benim gibi solo dinlerken sıkılan birinin bile ağzından salyalar akıtıyor. Evladım nerede şu buz kıracağı, kafatasımı parçalayacağım artık.
3 vokal var Narcotic Wasteland’da. Dallas’ın hükmedici ve her dediği anlaşılan sesine gitarist Ed Rhone ve Chris Lutachrist Dupre daha düşük ve anlaşılmaz böğürtülerle eşlik ediyor. Dallas’ın rolüne göre daha ufak kalıyorlar tabii ama mesela Husk şarkısı bu böğürtülerle coştukça coşuyor ve şarkının sonlarına doğru Dallas girince her seferinde tüylerim diken diken oluyor. Nile dinleyenler Dallas’ın vokalini zaten biliyordur, o rifleri bir yandan çalarken bir yandan dünyanın en kolay şeyiymişçesine anlatıyor üstat. İlk albümdeki Yeşilay reklamına koysan sırıtmayacak basit ve tırt sözlerin üzerine kendini epey geliştirmiş. Uyuşturucu ve alkol probleminin yanı sıra dine ve ilaç sektörüne de dil uzatıyor, Return To The Underground’da ise Nile’a rest mi çekiyor sanki ne.
Bu muazzam müziğin arkasında MALEVOLENT CREATION’da da davul dövmüş Phil Cancilla ise gerçek bir barzo olduğunu albümün her anında kanıtlıyor. Dupadupadupa, duptapduptapduptap ve taptaptaptap etrafında dönerken inanılmaz hızlara çıkan davulculuğunu tapadıpıdopodupu şeklindeki fillerle pek de zenginleştirmiyor ve çok iyi yapıyor. Bu kadar gitar odaklı bir müzikte yaptığı her hareket müziğe hizmet ediyor. Zil oyunlarıyla ekstrem metal davulculuğuna hakimiyetini de gösteriyor ve tamam sakin olayım küfretmeyeyim diyorum ama dayanamıyorum bu müzik çalarken, ortalığın amına koyuyor. Oh be, rahatladım.
Adeta bestecilik dersi niteliğindeki son şarkı Pharma Culture çalıyor şu anda. Dinlese hastası olacak bu kadar insan varken bu derece üst düzey bir müzisyenliğin underrated kalması canıma tak etti. Siz albümü dinleyedurun, ben de beynimden artakalanları sünnetleyeyim.