Klasik Bir Cumartesi: Cannibal Corpse – Tomb of the Mutilated
Madem eski muhteşemliklerden bahsettiğim köşeme gelmiş sıra, size biraz dedebeylik yapayım:
Henüz evlerimizde ve göt ceplerimizde dünyanın bütün bilgisi emrimize amade değilken metal müziğin ne olduğunu insanlara anlatırken örnek gösterilen gruplardan biriydi CANNIBAL CORPSE. 90’ların en tartışmalı ve en büyük metal yıldızlarından biriydi ve siyah taytlarıyla ortalıkta gezen thrash metalciler dünyanın en sert müziğini yaptıklarını iddia eder, kuzeyin vitaminsiz çocukları kiliseler yakarken siz daha hiçbir şey görmediniz çocuklar diyen müziğiyle, o dönem neredeyse bütün ebeveynlerinin korkulu rüyasıydı.
90’ların sonuna doğru başlayan ve 2000’lerin ilk yarısıyla birleşen metal müziği keşif sürecim, bir tür bayrak teslimi havasında gerçekleşiyordu. Nuri Bilge Ceylan ağzıyla güzel ve yalnız Ankara’mın küçük dükkanlarında, saçına sakalına özendiğim adamların övdüğü albümlere kulak kabartıyor, ben X metal dinlemek istiyorum, ne dinlemeliyim? diye sorduğumda nereden başlayacağımı gösteren ağabeylerin önderliğinde metal dünyasının karanlık dehlizlerinde kendi çapımda Tomb Raider‘cılık oynuyordum. Bazen bir gruba hevesleniyor, akabinde ona geçmeden önce bir şuna bak tavsiyeleri sayesinde farkında olmadan altyapıda dev yatırımlara imza atıyordum. Türlerin ana gruplarını çoktan yalayıp yutmuş, günümüzde benim ve eminim bu yazıyı okuyan pek çok dostumun yapmakta olduğu gibi, kıyıda köşede kalmış cevherleri, daha zorlayıcı, daha talepkar, daha ekstrem şeyleri kurcalayan kişilerin işaret ettiği devasa isimlerle öğreniyordum bu müziği. Hala da en büyük şansımın bu olduğunu düşünüyor, ekstrem türlerle tanışırken atıyorum black metali DARKTHRONE ile, thrash metali METALLICA ve KREATOR ile, grindcore’u NASUM ile, death metali de CANNIBAL CORPSE ile öğrendiğime her gün şükrediyorum. Tabii bu isimlere eklenmesi gereken daha nice büyük usta var ama ana fikri anladınız. Hem düşünsenize, hayatımda ilk dinlediğim death metal albümü bir Fallujah albümü olsaydı şimdi kim bilir ne kadar boş bir insan olurdum… Neyse, bu kritikte uslu duracağım.
Aslında tüm bu laf kalabalığının tek bir amacı, çok kısa bir ezcümlesi var ama eğer onu yazarsam kritik burada biter, o yüzden etrafından dolanmaya devam. CANNIBAL CORPSE ölümcül bir yılan misali o kadar beklenmedik ve hızlı bir şekilde dişlerini geçirip zehrini salmıştı ki, inanılmaz bir şok etkisi yaratmıştı. Şöyle düşünün; siz birkaç arkadaş bira içip sırf insanları uyuz etmek için aklınıza gelebilecek en pislik cinsel fantezileri betimleyen şarkı sözleriyle çatır çutur metal müzik yapmaya karar veriyorsanız ve birkaç sene sonra Amerika’nın önemli senatörlerinden bir tanesi kampanya konuşmalarında size olan nefretinden bahsedip ulusun karakterini zedelediğinizi ve bu nedenle ülkenin sizin gibi pisliklerden temizlenmesi gerektiğini haykırıyor. Tebrikler; görevinizi başarıyla tamamladınız!
Aynı şekilde herhalde bir dönem için dünyanın Cem Yılmaz’ı diyebileceğimiz Jim Carrey’nin, daha Tomb of the Mutilated yeni çıkmışken menajeri aracılığıyla gruba ulaşması ve mizahi gücü asla eskimeyen, muazzam Ace Ventura filmlerinde CANNIBAL CORPSE’u oynatmak istemesi gibi akıl almaz bir olayla şöhreti iyice tavana ulaşan grubun özellikle Amerika üzerindeki etkisi, gerçekten de akıl dışı bir boyuta çıkmıştı. Tabii ben en uç, en fantastik örnekleri veriyorum; CANNIBAL CORPSE’un hangi death metal gruplarını etkilediği, kaç masum delikanlıyı kurbanın iç organlarını çıkarıp onların üzerinde seks yapmak gibi manyakça zevklerin müptelası ettiği konusuna hiç girmeyeceğim, zira o zaman bu yazı mümkün değil bitmez. Ahlak veya cinayet masası, saygılar ağabey; biz uslu uslu oynuyoruz burada arkadaşlarla, sizlik bir şey yok.
Zincirinden boşalmış kuduz, aç bir köpek gibi saldıran CANNIBAL CORPSE’un aradan geçen otuz senenin ardından, üstelik insanların zevklerinin daha da uç noktalara kaymasına, müziğin giderek daha da vahşileşmesine ve tek bir tıkla her alanda en ekstrem içeriğe ulaşılabilir bir dünyaya evrilmemize rağmen hala ilk dinleyen için bu denli şoke edici olması ise neden birileri death metal hakkında konuşmaya başladığında sözün dönüp dolaşıp, mekanın sahibi geldi muhabbetine bağlar gibi CANNIBAL CORPSE’a geldiğini yeterince açıklıyor. Açın mesela bundan tam yirmi altı yıl önce yazılmış Hammer Smashed Face‘i, dört dakika üç saniye sonra yüzünüzün alacağı şekli selfie’leyip kaydedin. Ara ara bakar, hak verirsiniz.
Chris Barnes’in çarpık, rezalet, ürkütücü ve tiksinç, ancak aynı zamanda şairane ve muh-te-şem sözleri, bu saydıklarımın en az beş katı kadar sıfatı yan yana getirsem yine de hakkını veremeyeceğimi düşündüğüm için hiç yorum yapmamanın en doğrusu olduğuna inandığım vokalleri, Alex Webster’in açık yaradan oluk oluk akan kan gibi akıp giden basları diye konuşmanın bir anlamını görmediğim için CANNIBAL CORPSE hakkında rastgele bir yazı yazmak istedim. Zaten herhalde bu abuk tarzıma alışan alışmıştır artık. Bir bu kadar da Tomb of the Mutilated’ın müziğinden, onu ebedi bir yapıta dönüştüren unsurlardan, günü gelip mezara girdiklerinde toprağı kaza kaza birbirini bulacağına ve birbirinin kemiklerini kemireceğine emin olduğum bu yamyam cesetlerin death metal tarihindeki yerinden bahsedebilirim; kim bilir, o da belki başka bir albümlerine kısmet olur.
Ne diyor rahmetli Tuncel Kurtiz: Herkes öldürürmüş sevdiğini… Ve sonra cesediyle seks yaparmış. Ardından da en özel yerlerini dikkatle keser, çiğ çiğ mideye indirirmiş. Oh, löp löp etmiş.
İncelemenin sonu dünyanın en tahmin edilemez şeyi olabilir sanırım hahah.
<3
Harika bir yazı olmuş:) hala daha iştahla dinlerim.
İlk dinleyişimde bunu bir gün hayranlıkla sevebileceğimi hiç düşünmemiştim. Şimdi müptelasıyız 🙂 Cansınız