Winterfylleth – The Hallowing of Heirdom
Pagan kökenli folk müziğini black metal ile birleştirerek, örneklerini genellikle Doğu Avrupa’dan görmeye alıştığımız bu türe Manchester’dan katkı yapan Winterfylleth, aslında henüz on yıllık bir isim olmasına rağmen bu süreye sıkıştırmayı başardığı altı albümle sürekli gündemde kalmayı başaran bir ekip.
Tabii gündemde olmakla başarılı olmak arasında doğru orantıdan söz etmek mümkün olmadığı için, her ne kadar üretkenliğine şapka çıkartılması gerektiğine gönülden inansam da Winterfylleth’in çok başarılı bir grup olduğunu söyleyemem. 2014 yılında çıkardığı The Divination of Antiquity ile nihayet beni bile heyecanlandırmayı başarsa da vasatı aşamayan, ortalama bir grup olarak anılıyor ve açıkası bunu da hak ediyor.
The Hallowing of Heirdom ise aslında grubun önceki işlerinden bağımsız şekilde ele alınması gereken bir albüm, çünkü baştan sona akustik ve grubun geçmişte yaptığı atmosferik black metal albümleriyle yapısal olarak hiçbir benzerliği bulunmuyor. Bu yüzden Winterfylleth hakkındaki görüşlerimin bu albümün özelinde pek de bir önemi yok. Bu nedenle genel bir perspektiften bakıp akustik folk müziğin dinamikleri üzerinden vuracağım sana Winterfylleth’ciğim; ne oldu, paçayı kurtardığını mı sanmıştın? Yok öyle bir şey koçum, burası Metalperver! Burada adamı si…Pardon, bir an heyecanlandım.
Bu tür müziğe aşık bir insan olsam da akustik albümlerde en kötü ihtimalle doğru bir atmosfer kurgulamak nispeten oldukça kolay, bunu kabul etmek gerek. Haliyle eğer gerçekten aşırı yeteneksiz, fikirsiz veya geçmişte yapılmış işlerden bihaber olunmadığı sürece en azından albümün ruhani tarafını ön plana çıkaracak doğru hamlelerle dinleyiciyi tabiri caizse tuzağa düşürmek işten bile değildir. The Hallowing of Heirdom da bu konuda bir istisna değil ve özellikle Elder Mother ile birlikte dinleyiciyi kolundan tutup Britanya’nın kuzey bölgelerindeki yüksek, sulak arazilerin ortasına bırakıveriyor. Gel ağabey, seni Anglo-Sakson yapalım, hayat Anglo-Sakson’lukta diyor.
Albümün ilk yarısı, ikinci yarısına göre biraz sönük kalıyor. O nedenle en azından bir tur sonuna kadar dişinizi sıkın derim. The Shepherd gibi harika bir parçayla açılınca, insan albümden daha fazlasını bekliyor açıkçası. Albümdeki en güçlü parçayı en başa koymak da ne bileyim, çok amatör işi değil mi yahu? Neyse, bu paragrafta sadece bunları söylemeyi planlıyordum ama böyle de çok yavan kaldı. Hah, durun buldum bir şeyler; Winterfylleth eski İngilizcede kışın ilk dolunayı gibi bir anlama geliyor. Ekim ayında gerçekleşen bir olay oluyor bu. İnsanın içine işleyen, tersten yedin mi akşamına yorgan döşek hasta eden rüzgarlar, hüzünlü yağmurlar, kimse süpürmediği için güzel manzaralar oluştursa da diğer yandan belediyecilik faaliyetlerinin zayıf olduğunu gösteren yerdeki öbek öbek yapraklar…Neyse, güzel bir isim işte, aferin. Bu paragraf da böyle bir garip oldu, idare edin arkadaşlar.
İyice geyiğe vurduğuma bakmayın, aslında Winterfylleth’in attığı cesur bir adım ve bunu kesinlikle taktir ediyorum. Kaldı ki The Hallowing of Heirdom o kadar da zayıf bir albüm değil. Fakat uzun bir listenin en alt sıralarındaki alternatif olabiliyor ancak. Yani bu tür bir şey dinlemek isterdiğim elimin altında atmosfer, melodileri, vokaller, hikayesi bin kat daha iyi bir dolu albüm varken sıra The Hallowing of Heirdom‘a ne zaman gelir, emin değilim. Ancak dediğim gibi, bütün bir yapı kurmayı beceremese de bu albüm Winterfylleth için olumlu bir adım bence; en azından 2016’daki The Dark Herafter‘dan çok daha içten, çok daha başarılı bir albüm.
Eğer benim gibi akustik folk albümlere ekstra ilgi duyuyorsanız The Hallowing of Heirdom da en azından bir süreliğine sizi oyalayacaktır ama bunun dışında kimseye tavsiye edebileceğim bir iş değil açıkçası. Bence 2014 albümündeki A Careworn Heart parçası ile birlikte Winterfylleth’in kariyerinde yaptığı en iyi iş bu albüm. Fakat genele bakıldığında ne kadar iyi, çok tartışılır.