Hooded Menace – The Tritonus Bell
Merhaba.
İki yakın dost, iki sırdaştır ölüm ve felaket. Birinin olduğu yerde diğeri de bitiverir ve asla arkadaşını yanlız bırakmaz. Metalde de çok kısa süre içerisinde birbirini bulan bu ikili, death-doom veya doom-death şeklinde (müzikte hangi unsur ağırlıktaysa öne o yazılmalıdır benim fikrimce) kulaklarımıza tezahür ederek ruhumuzda onarılması mümkün olmayan yaralar açmayı kendine görev bilmiş, bu görevi de yaklaşık 30 seneyi aşkın bir süredir layığıyla yerine getirmektedir. Allah da kahretmesindir böyle müziği.
Fin topluluk Hooded Menace, 2008’de yayımlanan ilk albümüyle hayli ses getirip yeraltında namını yürüttükten sonra istikrarlı bir üretkenlikle, kaliteyi çok aşağı çekmeden yayımlamaya devam ettiği albümlerle yerini sağlamlaştıran, saygı duyulan ve tecrübeli bir isim. Kadroyu sabitleyemeseler de Hooded Menace müziği hakkında her şey belirlenmiş durumda gibi ve nüans farklılıkları dışında artık bir Hooded Menace albümünden ne alacağımızı biliyoruz. Bu belki bazılarının maceracı ruhuna yaramayabilir ama söz konusu ölüm ile karışık felaket olunca benim beklentim uzun yıllardır aynı ve Hooded Menace’ın bu beklentiyi rahatlıkla karşılayan müziğinin güven veren sıcaklığı, maceracı ruhumu ehlileştirmeyi başarıyor.
Kariyerinde funeral doom (Darkness Drips Forth) ve geleneksel/heavy doom (Ossuarium Silhouettes Unhallowed) taraflarını keşfetmeye çalışmaktan çekinmeden, olabilecek en gürültücü biçimde felaket tellallığı yapmayı, karabasan rolüne bürünmeyi kendine amaç edinen Hooded Menace’ın stabil ve sıkıcı olduğunu söylemek haksızlık olur tabii. Nüans farkları dedikten sonra biraz düşününce aslında grubun kendi içinde, death ve doom metal dinamikleri arasında kısa da olsa deneysel turlara çıkmadığını söyleyemeyiz. Bu bağlamda yeni albüm The Tritonus Bell için de grubun en rahat dinlenen, neredeyse radyo dostu bestelere sahip albümü olduğunu ve özellikle death metal tarafının törpülenip heavy metal / geleneksel doom vanasının sonuna kadar açıldığını söyleyerek incelemeye geçebiliriz.
Açıkçası Hooded Menace’dan bu kadar rahat ve dinleyici için kolay bir albüm beklemiyordum. Bunu olumsuz bulmuyorum ama şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Ne ile karşılaşacağımızı gösteren kısa Chtonic Exordium sonrasında grubun beyni gitarist/basist Lasse, IRON MAIDEN‘dan DIO‘ya, CANDLEMASS‘ten MY DYING BRIDE‘a uzanan gitarlarıyla kavrıyor dinleyiciyi. Rif üzerine kurulmuş, gitarın yönettiği bir albüm olarak her şarkının her anında müziğe eşlik etmek, takip etmek, iki ölçü sonra ne geleceğini bilmek de The Tritonus Bell‘i dinlemesi, sevmesi, alışması kolay bir albüm haline getiriyor.
Tabii ölüm ve felaket ile bağdaşamayacak şeyler bunlar ve insanı yerden yere çalması, diken üzerinde tutması, rahatsız etmesi gereken bir müziğin bu kadar kulak dostu tınlaması başta biraz tadımı kaçırmadı desem yalan olur. Sonuçta Hooded Menace bu işleri biraz da korku temasıyla işleyen, karanlık ve brutal bir grup. Buna karşın Lasse’nin gitarları o kadar lezzetli ki, şikayet etmeyi bırakıp keyif almaya başlamam o kadar da uzun sürmedi. Chime Diabolicus‘un palm mute gitarları ve LEZİZ (gerçekten başka nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum ama o minik melodileri ağzıma tıkmak istiyorum resmen) solo parçacıkları, Lasse klasik 90’lar doom gitarlarına geçip vitesi düşürmesine bile gerek kalmadan tavlamayı başarıyor beni.
Bu noktada albümün prodüksiyonunun KING DIAMOND, DEATH ve daha nice dev isimden tanıdığımız, hatta aslına bakarsanız sadece kendi ismiyle bile yeterince iyi bilindiğini düşündüğüm Andy LaRocque’a ait. Albümün neden bu kadar temiz duyulduğunu, neden geçmişe nazaran çok daha heavy metal, çok daha 80’ler tınladığını açıklıyordur herhalde biraz. Gitarların neden bu kadar iştah açıcı (ya ben aç mıyım yoksa?) tınladığını da miks/master tarafında bir gitar tanrısının albüme hikmetini bahşetmiş olduğu bilgisiyle açıklayabiliyoruz yine. Corpus Asunder‘ın klasik heavy metal / NWOBHM at koşturan ritmik yapısı, albümün bütününe etki eden 80’ler melodikliği derken akıllara zaman zaman AMON AMARTH bile (eski zamanları) gelebiliyor ki Hooded Menace ve Amon Amarth, iki grubu da bilenler için gerçekten biraz abuk bir benzetme.
Zihnin melodik death metal referanslarına doğru kaymasının sebebi ise yeni vokalist Harri’nin performansı. Önceden Lasse üstleniyordu vokalleri ve onun old school dediğimiz kök death metal gruplarının efsanevi vokalistlerine yaklaşan derin, hakikaten de brutal bir vokali varken Harri biraz daha temiz, hatta yer yer diğer elemanların “ulan sen şarkı mı söylüyorsun yoksa şerefsiz?!” diye kızabileceği kadar vokal vokal bir performansı var; bu da müziğin tempo kazandığı, death metal tarafın öne çıktığı anlarda ister istemez akıllara bazı melodik death metal gruplarını getirebiliyor. Ben çok memnun olmadım açıkçası bu durumdan; ilk bir-iki dinlemede eğlenceliydi ama sonra Hooded Menace’tan Corpus Asunder gibi şarkılar istemediğimi fark ettim ve ilerleyen dinlemelerde bu parçayı atlar oldum. 90’lar etli butlu melodik death metali istesem gider onu dinlerim kardeşim. Hayret bir şey ya. Kesin açım ya ben, ondan bu sinir.
Peki albüm kapağındaki gibi öyle karanlık kulelerdeki habis varlıkların karanlık sanatla uğraşırken çıkan dehşetengiz sesleri duyarak, hayırsız ışık patlamalarını görerek yatağında dönüp duran zavallı köylünün cehaletle sarmalanmış korkusunu, ölümün ve şeytaniliğin kol gezdiği karanlık mozolelerin koridorlarda elindeki dandik mumun ışığı sönmesin diye götünden nefes almaya çalışan gariban bir mezar hırsızının paniğini hissettiren, insanı ezen anlar yok mu? Aslında var. Scattered into Dark, hızlansa bile o ağır ve ölümcül havasını koruyor mesela. Ne var ki Hooded Menace’tan beklenecek ezicilik düzeyine çıkamıyor hiçbir anında ve bu anlamda biraz sabun köpüğü seviyesinde kalıyor The Tritonus Bell.
Hooded Menace’ın, türün dinamiklerini düşündüğünüzde sınırlı gibi görünen bir müzikle uğraştığı halde, her albümde yeni bir şeyler deneyip heyecanını korumasını takdir ediyorum. Albümü dinlerken de -bir geleneksel doom/heavy metal hayranı olarak- kesinlikle çok keyif aldım. Ne var ki gruptan beklediğim tam olarak bu muydu emin değilim ve The Tritonus Bell‘in hafızamda sert vokalli bir heavy/doom albümü şeklinde yer edecek olmasından çok memnun değilim galiba. Yine de The Tritonus Bell, kaliteli bir doom albümü ve türe ilginiz sadece 80’ler gruplarıyla, daha doğrusu temiz vokalle sınırlı değilse, mutlaka birkaç tur çevirmenizi önereceğim. Şöyle alsın beni oturduğum binanın temeline sokup çıkarsın da kendime geleyim diyorsanız aradığınız ölüm + yıkım ekibine şu anda ulaşamıyoruz maalesef, lütfen daha sonra tekrar deneyin.
75/100
P.S.: Albümün özel versiyonlarından birinde W.A.S.P. yorumu The Torture Never Stops var ve hiç fena değil, kıpss.
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON sayfama bir göz atabilirsiniz: