Bell Witch – Mirror Reaper
Üzücü, hatta deyim yerindeyse yıkıcı müzikler yapan müzisyenlerin hayat tecrübelerinden ne kadarını bu müziklerin atmosferini, deşiciliğini yaratırken kullandığını oldum olası merak etmişimdir. Her ne kadar mutluluğun, mutsuzluğun, dışarıya ya da içeriye dönüklüğün dış olduğu kadar iç etmenlerden de kaynaklandığına inansam da, nispeten düzgün bir aile yaşamı geçirmiş, yalnızlık çekmemiş, arkadaş çevresi geniş bir insanın kalkıp funeral doom albümü çıkartması çok da olası gelmiyor düşününce, değil mi? İnsanların iç dünyalarını, onları dinledikleri ya da yaptıkları müziğe iten kuvvetlerin nerelerden beslendiğini tamamıyla kavramamız elbette ki mümkün değil; ama öte taraftan belli olayların, belli yaşanmışlıkların fazladan itici bir güç sağlamasını anlamak hiç o kadar zor değil. Bir dostun, yoldaşın ölümünün böyle bir müzisyeni nerelere sürükleyebileceğini tahmin etmek de öyle.
BELL WITCH’in 2015 yılında çıkarttığı “Four Phantoms” hem o, hem de onun çevresindeki yılların en iyi funeral doom metal albümlerinden biriydi. Müziğinde her daim bir sludge tarafı da olan grubun icrasının neredeyse fiziksel olarak hissedilebilen ağırlığını sağlayan bir yandan türün olmazsa olmazı tempo düşüklüğü iken, diğer yandan ise Dylan Desmond’ın bas gitarı ile yarattığı yoğunluğun aşılamazlığı idi. Yalnızca iki (evet iki) kişiden oluşan BELL WITCH’in elektro ya da klasik gitarsızlığını alıp devasa bir avantaja dönüştürmesini sağlayan da bas gitar ile çalınan her bir rifin, basılan her bir akorun dinleyicinin benliğini olabileceğinden birkaç kat daha derinden sarsmasıydı işte. Desmond’a davullarıyla eşlik eden, vokal görevlerini de aralarında paylaştıkları, kısa süre önce gruptan ayrılmış olan Adrian Guerra’nın “Four Phantoms” sonrası beklenmedik bir şekilde hayata gözlerini yumması kaderin funeral doom gibi alabildiğine ölümle iç içe bir kavramı özümsemiş bir ruha yaptığı trajik bir şaka gibi adeta.
Dylan Desmond ise üzerindeki şoku atlattıktan sonra kısa süre önce Guerra’nın gruptaki yerini almış olan Jesse Shreibman’ı alıp, “eğer bundan sonra bir şey yapacaksak, Guerra’ya yakışır bir şey olacak” deyip yola çıkıyor ve bizim bugün “Mirror Reaper”ı dinleyebiliyor olmamızla sonuçlanacak yolculuğun ilk adımlarını atıyordu.
Yeni haliyle yine iki kişilik bir oluşum olarak devam eden BELL WITCH’in yeni albümünden ne beklemem gerektiği konusunda uzun süre hiçbir fikrim yoktu. Böylesine travmatik bir olayın bir yandan bir funeral doom grubu için o zamana dek yaptıklarını pekiştirme imkanı sağlayabileceğini düşünürken, bir yandan da bu kadar seri bir şekilde yeni bir albüm üzerinde çalışılmaya devam edilmesini açıkçası garipsiyordum biraz da. Yavaş yavaş albümle ilgili açıklamalar gelmeye başladıktan sonra ise fark ettim ki Desmond ve Shreibman yalnızca yeni bir albüm değil; Adrian Guerra için devasa bir hatırat üzerinde çalışıyordu. Albümün 84 dakika olacağını ve bu 84 dakikanın mantıksal ve işitsel bir bütün olduğunu ve ne kadar göz korkutucu olsa da bunu birden fazla sayıda şarkıya bölmemeye karar verdiklerini ilan ediyordu Dylan Desmond ve ben yavaş yavaş görüyordum ki en iyi bildiği yöntemle dostu için bir anıt inşa ediyordu aslında.
Netice itibariyle “Mirror Reaper” 84 dakikalık tek bir şarkıdan oluşan (bunu açacağız birazdan) ve enstrüman olarak yalnızca bas ve davul kullanan bir funeral doom metal albümü dediğim zaman, bunun herkes için olmadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Dakikalarca arkada davul dahi olmadan bas gitarın kendi kendine melodiden melodiye dolaştığı anlar da var, sahnenin tamamen konuk vokalist Erik Moggridge’e bırakılıp enstrümanların adeta küskünce köşelerine çekildiği anlar da. Albüm bu anların hiçbirini dışlamıyor, hiçbirini ait olmadığı bir yerdeymiş gibi hissettirmiyor ve dolayısıyla da gerçekten işitsel olarak bir bütün halinde ilerlemeyi başarıyor “Mirror Reaper”.
Zannediyorum ki biraz da fiziksel formatların kısıtlaması sebebiyle albüm bazı versiyonlarda As Above ve So Below olarak iki şarkı halinde gözüküyor. Tüm “Mirror Reaper”ın en can alıcı noktalarından biri de aslında albümün 40. dakikası sonrasındaki, iki kavramsal “parça” arasındaki geçiş anlarında baş gösteriyor. “Four Phantoms” döneminde kaydedilen fakat sonrasında kullanılmayan Adrian Guerra vokalleri bu iki parça arasındaki köprüyü sağlarken adeta mezarın ötesinden kendi grubunun albümüne konuk olan Guerra, elbette ki her yönüyle trajik olsa da, funeral doom metal adına olabilecek en büyük atmosferik katkılardan birini yapıyor albüme. Albümün ortasını geçip bir saat sınırlarına varınca Erik Moggridge’in vokalleri uzunca bir süre en öne çıkan unsur olarak belirmeye başlıyor ve “Mirror Reaper”ın daha alışılageldik bir doom metal, ya da en azından müzik albümü gibi tınlayacağı anlar can buluyor. Dylan Desmond en başlarda kullandığı riflere geri dönerek tüm ürünün bütünlüğünü pekiştirirken albüm nasıl hiç acele etmeden giriş ve gelişme süreçlerinden geçtiyse yavaş yavaş da sonuç sürecine giriyor.
“Mirror Reaper” herhangi bir anda, herhangi şartlar altında yapılan bir albüm değil, ve öyle değerlendirilmemeli. “Four Phantoms” belki tamamen aynı kriterler altında değerlendirince bundan daha iyi bir albümdü ve o bile zaman zaman fazla uzun süresinin hakkını tamamı ile veremiyordu. “Mirror Reaper”ı bu kriterlerin ışığında incelemek çok mantıklı da değil, haklı da değil fakat benim gözümde. Bu yalnızca bir müzik albümü değil; muazzam kapağının betimlediği o orantısız büyüklükteki varlığın, ölümün gölgesi altında üretilmiş, tuğla tuğla üste konularak inşa edilmiş bir anıt, bir ağıt. Öylesine ezici, öylesine ağır, öylesine ihtişamlı bir anıt ki ithaf edildiği ruh bile karşı taraftan gelip bir parçası olmayı seçmiş. Ve bu kriterleri göz önüne alarak bakınca, “Mirror Reaper” mükemmele olabileceği kadar yakın.
98/100
Yıkıcı bir başyapıt kelimelerle tarif edilemeyecek bir deneyim