Akercocke – Renaissance in Extremis
AKERCOCKE’un metal dünyasının değeri her nasıl olduysa fazla bilinmeyen gruplarından olduğu konusunda grubun büyüsüne ucundan kıyısından da olsa kendini kaptırmış hemen herkesin benimle hemfikir olacağını düşünüyorum. “Choronzon” ve “Words that Go Unspoken, Deeds that Go Undone“ gibi tuhaf progresif death/black metal dünyasının (var böyle bir dünya) en iyi albümlerinden ikisini kaydetmiş bu grubun nasıl olup da taparcasına takip eden bir kitlesi olmaz, anlaşılır gibi değil gerçekten.
Elemanlarının beyefendi kişiliklerinin (ahah) ve ana bacı sövmeli, keçinin boynuzundan kan içmeli Satanist eğilimlerinin tezatıyla her zaman değişik bir pozisyonda konumlanan AKERCOCKE, bundan tam bir onyıl önce Şeytan övmenin doruklarına çıktığı “Antichrist“tan sonra sessizleşerek, üzerine bir de utanmadan dağılarak Tanrıseverlere rahat bir nefes aldırsa da bir süre sonra canlı performanslar için bir araya gelip sonra da “Renaissance in Extremis“i duyurarak tekrar canlarını sıktı neyse ki. Bu sefer de biz Allahsızlığı Yayma Komitesi olarak sevinip gerekli ritüelleri yerine getirmeye başladık ve en nihayetinde olay bu günlere kadar geldi.
Grup en azından şarkı sözleri ve konsept olarak kendisinden hiç beklenmeyen yerlere gitmiş “Renaissance in Extremis“te, oradan başlayalım. Daha öncelerde, yukarıda da bahsettiğim üzere, çeşitli akrabalara ve kutsal değerlere sövmeli, şirk koşmalı, kurban kesmeli (bir dakika) konseptlere yoğunlaşan AKERCOCKE bu sefer yalnızlık, umutsuzluk, karanlık gibi bölgelere kayıyor. Pislik bir grup için bunlar gayet olası temalar, ne var bunda dediğinizi duyar gibiyim; ama şöyle ki grup bu umutsuzluğun karanlığın içinde dinleyiciye “sen güven aslanım kendine, gerekli ışık senin içinde“ gibi gaza getirici cümleler kurarak baya baya Polyannacılık yapıyor. Komitenin bir sonraki toplantısında bunları ele alacak olsak da şimdilik delidir, ne yapsa yeridir diyerek bunu maruz görüp, devam ediyoruz.
Müzikal olarak ise albümü hemen hemen ortadan ikiye bölüp değerlendirebiliriz sanırım; ama öncelikle tüm albümde değişmeyen şeylere bir göz atalım. Henüz ilk dinledikten kuşağınıza çarpacağınıza inandığım ilk (iki) nokta, Jason Mendonça ve Paul Scanlan’ın muazzam gitar işçilikleri olacak. Bu ikili yeri geldiği zaman (Insentience) cayır cayır teknik thrash taramalarıyla, yeri geldiği zaman (One Chapter Closing for Another to Begin) değme progresif rock gruplarına taş çıkacak harmonileriyle, bunların yerinin gelmediği diğer birçok anda ise bilindik death/black beygirlikleriyle albümde başka hiçbir şey olmasa kendilerini dinletecek seviyede bir performans sergiliyorlar. Bir de tüm bunların üzerine grubun epeyce sık benimsediği atonal yaklaşımlarla nefis bir tezat oluşturan gitar soloları albüme bol bol serpiştirilmiş ki, gitar müziği sevenlerin değmeyin keyfine gerçekten.
Mendonça’nın, tabir eminim ki gayet caiz olacak, boru gibi sesi de elbette ki AKERCOCKE müziğinin ilk anda kendisini belli eden en önemli unsurlarından bir tanesi. Hem oldukça derin bir brutal halinde, hem yarı böğürmeli “growl“lar halinde hem de net temiz vokallerle şarkıların gidişatına göre kılıktan kılığa girebilen Mendonça bence aslında gayet kötü olan sesiyle nasıl oluyor da AKERCOCKE’da bu denli bağımlılık yaratabiliyor hiç anlamış değilim; ama durum bu.
Nihayet albümü ortadan ikiye bölüp değerlendireceğim kısma da gelirsek; “Renaissance in Extremis“in ilk yarısının daha bir bilindik paldır küldür AKERCOCKE olduğunu söyleyebiliriz. Elbette ki sindirmesi çok da kolay olmayan ilk beş şarkı grubun haşin ve amansız tarafını yansıtırken, itiraf etmek gerekirse albümün ağır yükünü de taşıyan kısım oluyor. AKERCOCKE’un hem teknik, hem de duyumsal hayranlığını yüzümüze çarpı çarpıveriyor buradaki adeta her an. Zaten daha ilk dakikadan (albümün genelinde de gayet resital verdiğinden bahsetmezsem haksızlık etmiş olacağım) David Gray’in davul pataklamasıyla girişilen albümden daha azını beklemek olmaz elbette.
Albümün ikinci yarısı ise, yine zaman zaman üst paragrafta bahsi geçen büyükbaşlıkları barındırıyor olsa da Inner Sanctum’da olduğu gibi “denemekten sakın vazgeçme“ sözlerinin üzerine geç dönem CYNIC’i gibi sololarla falan biraz, nasıl desem, değişikleşiyor. Şikayet ediyor değilim; saksafon sesini, ufak ufak RUSH tınılarını duyunca bir insan tam olarak neyden şikayette etsin zaten, de işte, AKERCOCKE’un tüm tahmin edilemezliğine rağmen bu tarz şeyler şaşırtıyor biraz halen.
Kendi kendime kısaca bahsedip övüp gideyim diye düşünüp başladığım kritiğin kontrolden çıkmak üzere olduğunu fark ettiğime göre yavaş yavaş toparlayayım artık. Bu yıl en hevesle beklediğim albümlerden biri değildi açıkçası “Renaissance in Extremis“, zira grup dağınık durumdayken kurdukları diğer gruplardan ve onların albümlerinden biraz ağzım yanmıştı ve AKERCOCKE’un birleşme motivasyonu konusunda çok da emin değildim; ama şu an yanıldığımı çok sevinerek görüyorum. Tuhaf progresif death/black metalin ustaları aslında beklemem gerektiği üzere nefis bir albümle döndüler. İyi ki de döndüler.
89/100