At the Gates – To Drink From the Night Itself

İsveç melodik death metalinin tek bir kralı varsa o da At the Gates’tir! Merhaba.

Dört seneye sığdırdığı dört harika albümün sonrasında dağılan, ardından 2014 yılında yayınladığı At War With Reality ile tabiri caizse patronun kim olduğunu bir kez daha gösteren Tompa ve çetesi, aradan geçen dört yılın ve özellikle de grubun kurulduğu gün orada olan, her albümünde gitarının telini titreterek gönülleri fetheden Anders Björler’in gruptan ayrılması gibi bir olayın ardından yeniden, yeni bir albüm ile karşımızda ve bu neresinden bakarsanız bakın, çok ama çok büyük bir olay.

Son birkaç senedir, özellikle de piyasanın büyük isimleri tarafından ekseriyetle hayal kırıklığına uğratıldığım için aslında At the Gates’in yeni albümüne karşı bile biraz temkinliydim. Belki biraz da benim huysuzluğumdur, fakat grubun yılda yüz elli konser vermeye başlaması, neredeyse her festivalde yer alması, Türkiye’ye bile iki defa gelmesi, geleceğe umutla bakmamı engelliyordu açıkçası. Grubun aradan geçen onca senenin ardından, arkasında devasa bir şirketin desteğiyle yeniden turlamaya başlaması ve dağıldığı dönemki halinden daha da popüler bir şekilde devamlı ortamlara pompalanması, omurgamın kaşınmasına neden oluyordu. Albümle ilgili yapılan açıklamalar, 90’lar ve kökler geyikleri de iyiden iyiye yüz ifademi -_- seviyesine düşürmüştü. Kaldı ki yayınlanan üç single da kimseyi delirtmedi, coşturmadı. Uzun lafın kısası At the Gates’in yeni albümüne dair beklentilerim ve umutlarım, on dokuz yıl aradan sonra çıkacak At War With Reality öncesinde hissettiklerimin etrafında şekillendi ve kendimi çok kötü olmasa yeter diye düşünürken buldum.

To Drink From the Night Itself hiç de bu tür bir karamsarlığı haklı çıkarabilecek türden bir albüm değil, öncelikle bunu netleştirelim. At the Gates kendi yolun çizen ve bu yoldan şaşmayan bir death metal abidesi olduğu için zaten kendi standartında kaldığı taktirde bile genel ortalamanın üzerine çıkabilecek bir grup, o nedenle de bana göre tembel sayılabilecek yeni albümünde bile, mis gibi.

Eveleyip gevelesem de bir şekilde Pandora’nın kutusu açıldığına göre artık geri dönüşü yok; evet, To Drink From the Night Itself‘in tembelce yapılmış bir albüm olduğunu düşünüyorum. Özellikle gitarlar bana biraz yavan geliyor ve gitar işçiliği açısından ilk kez bir nebze zayıf kalan, tatsız bir albüm duyuyorum At the Gates’ten. Tabii burada bir kez daha parantez açıp tüm bu değerlendirmenin grubun kendi dinamikleri ile ilgili olduğunu belirtmekte fayda var. Yoksa alışageldik şeylerle de -çünkü zaten melodik death metal yapıyor adamlar, kamon- etkileyici olabilen bir gruptan söz ediyoruz yani. Her neyse, albümün ilk dinlemede, hatta ilk birkaç dinlemede o bilindik, insanın kanını kaynatacak, ALLAH KİTAP AT THE GATES BE! coşkusu yaşatacak bir etki yaratmamasının sebeplerinden biri gitarlar kesinlikle. Parçaları birbirinden ayırt etmek biraz zor ve bu At the Gates için, ne bileyim…

Tabii tüm suçu gitara atmak olmaz, rezalet prodüksiyona da değinelim biraz; albüm kaydı gerçekten olacak iş değil. Bildiğimiz, sevdiğimiz At the Gates, evet ama bir yandan da 2018’de yaşıyor ve müzik dinlerken biraz da duyabilmek istiyoruz. Sağda solda bilinçli bir tercih olduğu yönünde laflar dolanıyor ama yemezler, resmen patlamış albüm miksaj odasında. Ben zaten eski kayıtlı At the Gates çılgınlıkları dinlemek istediğim açıp The Swarm’umu dinliyorum kardeşim…

Gitarlar muhteşem tınlıyor ve bu zaten At the Gates’in alamet-i farikasıdır, fakat ne Tompa’nın son sözleri seçilebiliyor doğru düzgün, ne Erlandsson’un davulu duyuluyor ne de Jonas’ın bas gitarı. Hakikaten olacak iş değil. Şarkıları tek tek, bölüm bölüm incelerken fark ettiğim şekilde, örneğin The Chasm‘ın 2:10 sonrası kısmı o kadar etkileyici, o kadar atmosferik ki, eğer günün birinde duyabilirsem eminim çok seveceğim… Şaka bir yana, bir dünya güzel bölüm, bu boğuk ve dağınık kaydın içinde kaybolup gitmiş ve albenisini yitirmiş.

Gitar tembelliği (bu da o kadar subjektif bir youm ki aslında, neyse) ve felaket kayıt bir yana, yazı içinde de tekrarladığım gibi To Drink From the Night Itself mis gibi bir albüm aslında ve At the Gates’in kendini geliştirmeye devam edişini gözlemlemek, grubun daha karanlık, daha atmosferik yollara sapıp yeni şeyler keşfetmesine şahit olmak kesinlikle büyük keyif. Grubun Peter Weiss‘ın kaleme aldığı Direnmenin Estetiği üzerinden yarattığı, baskıcı ve faşizan düzenin kıskacını daha da sıkı hissettiren o umutsuz atmosfer gerçekten mükemmel ve her dinleyicinin albümün karanlığına dair kendine özgü bir tanımı olacaktır, buna eminim. Fakat işte bu atmosferi yaratacağım derken müziğin dağılıp kaybolması…Anlıyorsunuz, değil mi; mükemmel olabilecek bir albümün yalnızca iyi kategorisinde kalmasına bu isyan. Ah ulan.

Tıpkı Slaughter of the Soul‘da olduğu gibi efsane gitarist Andy LaRocque’dan destek alan In Nameless Sleep, biraz ayrıksı duran ama o yukarıda bahsettiğim türden bir coşkuyu -kısa süreli olsa da- yaşamamı sağlayan ana rifi sayesinde In Death They Shall Burn, diye devam edecektim ama baktım ki en iki-üç parçadan daha bahsetmem gerekecek, uzatmak istemedim.

Daha da dağılmadan kapatayım; Jonas Björler, ikiz kardeşini aratmayan bir albüm yazmayı başarmış ve To Drink From the Night Itself dinlerken bir an olsun bile grup adına üzülüp ah be abi, ne yaptınız demedim ve bence en önemlisi buydu. Fakat esas şaşırdığım şey ise geri dönüş albümünden beklenebileceği gibi biraz tutuk, çok zorlamayan ve kendi sınırlarına saygılı bir albüm olan At War With Reality üstüne, üstelik de Anders ayrılmışken yepyeni bir efsane çıkarabilecek materyale sahip olmasına rağmen biraz tekrara dayalı tembellikler, çoğunluk da kötü prodüksiyon yüzünden bu fırsatı elinin tersiyle tepmesi oldu. Yılın iyi albümlerinden biri, ona şüphe yok ama çok, çok daha iyisi olabilirmiş gibi geliyor bana.

84/100

Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

4 thoughts on “At the Gates – To Drink From the Night Itself

    • 22 Temmuz 2018 tarihinde, saat 03:03
      Permalink

      biraz fazla? 90’lar soundundan çıkıp hala sağlam müzik yapabilen (hatta hala var olan) metal veya değil kaç oluşum var, yapmayın lütfen. Çok şahsi olsa da 90ların en değerli sound anlayışını taşıdığını düşünüyorum bir de üstelik. Hayır, kesinlikle çok çok iyi bir albüm ve verdiğiniz puana +4 eklemekte pek bir beis de görmemelisiniz hatta.

      Yanıtla
  • Geri bildirim: At the Gates – The Nightmare of Being – Metalperver

  • 14 Kasım 2022 tarihinde, saat 00:48
    Permalink

    başıma bişey gelmeyecekse ATG’in başyapıtı diyebilirim bu albüm için.

    Yanıtla

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.