Sepultura – Machine Messiah
Hiçbir zaman büyük bir SEPULTURA fanı olmadım. Elbette ki “Arise” ya da “Beneath the Remains” gibi albümlerin devasalığını görmezden gelecek kadar aklımı yitirmedim; ama özellikle Cavalera kardeşlere sebebini katiyen kestiremediğim bir gıcıklığım olduğu için bir türlü de SEPULTURA ile yıldızım barışmadı. Şimdi bir geriye dönüp bakınca Igor gruptan ayrılalı 10, Max ayrılalı ise tam 20 yıl olmuş. Böyle olunca belki de artık ön yargılarımı bir kenara bırakmanın vakti gelmiştir (sanki) deyip, 2017’de büyük gruplardan gelen ilk albümlerden biri olan “Machine Messiah” bir şans vereyim dedim.
“Machine Messiah”ın benim için pozitif yönde gayet iyi bir sürpriz olduğunu belirterek başlayayım. Bir süredir eleman değişikliğine gitmemenin de yardımıyla birbirlerinin iyi yönlerini gayet oturtmuş ve bunun getirdiği özgüvenle yola çıkmış SEPULTURA bu defa, burası çok belli. Bir önceki albüm olan “The Mediator Between Head and Hands Must Be the Heart”tan bu yana kendileri için uzun bir süre olan dört yıllık bir ara vermeyi seçen grup, grubun kalbi konumundaki Andreas Kisser’ın önderliğinde, “artık Cavaleraları bir kenara bırakın, biz buyuz” dercesine bir albüm ortaya çıkartmış.
İlginç bir şekilde, SEPULTURA’dan bekleneceği üzere çatır çutur başlayan bir albüm değil “Machine Messiah”. Derrick Green’in albümde farklı çeşitlemelerini sergilediği vokallerinin en temiz hallerini en net duyabildiğimiz Machine Messiah şarkısıyla açılan albüm, daha buradan “ne oluyor” dedirtiyor. Peşinden müthiş bir rif fırtınasıyla I am the Enemy geliyor ve tam “evet doğru grubu dinliyorum” dediğimiz zaman ise işler bambaşka haller alıyor.
“Machine Messiah”taki neredeyse her şarkı farklı telden çalıyor dersek kesinlikle yanlış olmaz. Iceberg Dances utanmasam SPASTIC INK’ten fırlamış diyebileceğim, hemen arkasından gelen Sworn Oath ise senfonik death metalden tadlar sunan parçalar. Belli ki Andreas Kisser besteleri yaparken gerçek bir özgüven patlaması yaşamış; zira bu denli çok türde, birbirlerinden çok farklı parçayı (ve hemen her biri kendi içlerinde gayet iyi şarkılar) bir araya getirip, üzerine bir de SEPULTURA gibi hep geçmişi kadar iyi olamamakla eleştirilen bir grubun adı altında bir albüm olarak piyasaya sürmek için ya artık eleştirilere orta parmağınızı gösterme vaktinin geldiğini düşünmek, ya da bunca farklılığa rağmen tüm bestelerinizin hedefi vurduğundan emin olmak gerekiyor.
Ben Kisser’ın tavrında biraz ikisini de görüyorum açıkçası. Hem makinelerin dünyada ve yaşamımızda kapladığı giderek artan alana devasa bir eleştiri getirip “Makine Mesih” diye bir albüm yapmak, hem de “alın biz bunu yaptık, ne düşündüğünüzü de, Roots’u ne kadar çok sevdiğinizi de artık umursamıyoruz” demek hem SEPULTURA’nın, hem de grupta yıllar boyunca giderek artan punk etkilerinin ruhuna çok iyi uyuyor.
Bu albümü SEPULTURA değil de (atıyorum) PADE grubu çıkartsaydı müthiş övgüler alırdı, ondan şüphem yok. Derrick Green müthiş bir vokal yelpazesiyle kariyerinin belki de en iyi albümünü kaydetmiş, Paulo Jr. basıyla harikalar yaratmış, gruba iyiden iyiye ısınan Eloy Casagrande iyi performansından öte müthiş davullar yazmış ve Andreas Kisser da neredeyse 20 yıldır bulunduğu grupta belki de hiç olmadığı kadar cesur besteler yapmış. Tüm bunlar KATATONIA, AMON AMARTH gibi gruplarla da çalışmış Jens Bogren’in elinden çıkma pırıl pırıl prodüksiyonla birleşince ortaya taş gibi bir albüm çıkmış.
“Machine Messiah”a verdiğim puanın daha yüksek olmamasının en büyük sebebi besteler açısından çok fazla şey yapmaya çalıştıklarını düşünüyor olmam. Teker teker şarkıların neredeyse hepsini (Vandals Nest nedir öyle!) çok sevsem ve daha az tecrübeli bir gruba göre çok daha kontrol altında tutabilmiş olsalar da albümün akışının her an kusursuz olduğundan bahsetmek maalesef ki pek mümkün değil. Bunun dışındaki ufak tefek sorunlar “Machine Messiah”ın SEPULTURA’nın çok uzun yıllardır yaptığı en iyi albüm olduğu gerçeğini değiştirebilecek şeyler değil. Grubun önünde tekrar çok iyi yıllar olabileceği gerçeğini görmeye başlamamız gerekiyor belki de.
83/100