A Forest of Stars – A Shadowplay for Yesterdays
Çok fazla kritik yazma tecrübem olmasa da, uzun yıllardır metal dinlemenin verdiği naçiz birikimle, genel olarak bir albüm hakkında bir iki kelam etmeyi pek zor bir iş olarak görmem.
Beni çok etkileyen albümlerde bu kelamları etmeyi ertelemeyi tercih ederim biraz; ki üzerimde bıraktığı o büyü benzeri uyuşukluğu bir nebze atlatayım, az biraz da olsa objektif bir pencereden bakabileyim, düşüncelerim netleşsin. Halen ertelemekte olduğum birkaç adet benim için çok özel albüm dışında, kritiğine başlamakta “A Shadowplay for Yesterdays” kadar zorlandığım olmamıştır.
Birçok albüm dinleyiciye hikayeler anlatır; kimi olmayan bir filmi hayata getirir capcanlı renklerle, kimi yıkılmış bir dünyada gezintiye çıkartır, kimi dünya dışı yaratıkların kol gezdiği gergin evrenlere taşır bizi. Yanlışım yoksa, hayatımda ilk kez bir albüm bir tiyatro oyunu oynattı ama bana!
A FOREST OF STARS, İngiltere’den çıkma bir “Beyefendiler kulübü”. Aralarında MY DYING BRIDE ile “For Lies I Sire”da birlikte çalışmış olan kemancı Katheryne de olsa da, kendilerine verdikleri isim bu şekilde. 2008′te “The Corpse of Rebirth”ü çıkarttıkları zaman, deyim yerindeyse aklımı hafifçe başımdan almışlardı. Mükemmel bir albüm olmamakla birlikte, o kadar “farklı” bir işti ki, takriben bir yıl sonra ORANSSI PAZUZU ile tanışana kadar aklımı ufak ufak başımdan almaya devam etti.
Her ne kadar sınıflandırması oldukça zor da olsa, kabaca bir saykedelik black metal grubu olarak adlandırabileceğimiz A FOREST OF STARS’ın şimdiye kadarki en “az black metal” albümü bu. Açıkçası çok da şaşırdığım bir durum değil, zira avangard grupların gittikçe metal öğelerini bırakıp progresif rock ya da caza kayması sıkça rastladığımız bir durum. Bu albümde de özellikle “Left Behind as Static” ve bonus şarkı “Dead Love”da bu durum iyiden iyiye kendini belli ediyor.
Her neyse, albüme, ya da piyesimize dönelim. İlk şarkı “Directionless Resurrectionist”, perdelerin yavaş yavaş açılmasını andıran bir sakinlikle açılıyor ve spotlar teker teker yandıkça, karanlığın ortasında başından beri bizi bekleyen anlatıcı gözlerini açıyor, epik bir ses tonuyla haykırıyor:
Zamanın birinde bir kadın vardı adı bilinen çok az kişiye;
Bayan Crow, ki bir yabancı zorladı onu,
Tüm pisliğiyle, isteği dışında birlikteliğe.
…
Ne yaşayan bir sevdiği oldu doğan oğlanın, ne de bir dayanağı.
Yine de arkadaşları onu Carrion diye çağırırdı,
Arkadaşlarının yaşadığı yer de, yalnız kendi vahşi aklı.
Eminim ki albümü dinleyen, dinleyecek olanlara tek tek sahneleri çizmeye hiç gerek yok. Mr. Curse’ün bahsi geçen piyesteki anlatıcı rolünü ona üstlendiren, kimi zaman korku filmlerinden fırlamış gibi duran, içinde hatırı sayılır miktarda delilik barındıran vokalleri bu işi kusursuzca yapıyor çünkü. Ara sıra hafifçe tekrara kaçan, daha doğrusu belki bazen gereğinden bir yudum fazla uzatılmış melodik pasajlarla da teatral hava pekiştiriliyor. Bu pasajların aniden kesilmesi ve birdenbire vahşi vokaller, blast beatlerle karşılaşmak da, ışıkların aniden sönüp, yandıklarında bambaşka bir dekorla karşılaşmak, yeşillikler içinde epik bir şiir dinledikten sonra cehennemin çukurlarına çekilmek gibi.
Albümün temposunu kaybettiği anlar tabii ki oluyor; fakat ilginç bir şekilde bu tempo kaybeden anlar “A Shadowplay for Yesterdays”e tam bir bütünlük kazandırıyor. Albümde yer alan 10 şarkının bir kısmı tek tek dinlenildiğinde çok bir anlam ifade etmeyecek şarkılar. Anlatılmayacak, mutlaka izlenmesi gereken bir klibe sahip “Gatherer of the Pure”, “The Underside of Eden” gibi bu duruma istisna oluşturan parçalar elbette ki var, ama mesela “Left Behind as Static”i tek başına dinleyip geçmek, üç perdelik bir oyunun yalnızca ikinci perdesini izleyip tiyatrodan gitmek kadar hiçbir şey ifade etmeyebilir kimi zaman. Albümün bu derece bir bütünlüğe sahip olmasının muazzam bir avantajı olduğu gibi, böyle ufak bir negatif yönü olduğunu da düşünüyorum.
Albüm, tüm müzikal teatralliği ve bütünlüğünün yanında gerçekten belki de bir İngiliz topluluk dışında kimseden çıkamayacak kadar harika sözler barındırıyor. Şarkıları kendi kendime mırıldanmayı geçip, sözlerini yolda yürürken şiir gibi kendi kendime tekrar edip durduğumu fark etmem oldukça ilginç oldu.
Tanrı yardım eder, ama kime?
Yalnızca kendisine.
Eğer Tanrı ölüm ise,
Tanrı mıdır ölüm de?
Gibi dizelerin hırçınca dile getirilmesi, birkaç dakika sonra ise yas tutan bir kadının belli ki yangınların çıtırtıları arasından,
Her yer ateş; ama arınmıyor burada hiçbir şey!
…ağıtlarını dinlemek. Şarkıları ve şarkı sözlerini genel olarak birbirinden ayrı değerlendiririm. Müzik içinde beni en çok etkileyen olaylardan biri de ENSLAVED’in, MOONSORROW’un çok güzel ortaya koyduğu, müziğin sözlerin anlatmak istediğini hissettirmesidir. A FOREST OF STARS bu konuda da bir ilk yaşattı bana. Hem hikayeyi önüme getirip, hem oynatıp, hem anlatmayı başardılar. Sanıyorum albümün yaylılar, üflemeliler, piyano, kadın ve erkek vokaller ve bunların düetleri gibi çok zengin elementleri içinden bile en çok ortaya çıkan işte bu konudaki başarısı.
Daha önce A FOREST OF STARS dinlememiş ya da tür ile çok alakadar olmayan; fakat merakını cezbedebildiğim okuyucular olursa, birer ya da ikişer şarkı dinleyerek albüm hakkında karar vermemelerini rica edeceğim. Tekrar tekrar belirttiğim üzere baştan sona akıcı bir bütünlüğü olan, herhangi bir yerinden koparılmaması, yarım bırakılmaması gerektiğini düşündüğüm bir albüm “A Shadowplay for Yesterdays”. Müsaadenizle yine şarkı sözlerinden ufak bir alıntıyla yazıyı bitirip, çıkışından ancak aylar sonra dinleyebildiğim bu eseri bir kez daha başa sarmaya gidiyorum.
Hayat, kayıp bir yayının yankıları gibi,
Seslerimiz, sevgilerimiz cızırtının birer kırıntısı sadece.
Burada terk edilip kalmak istemiyorum artık;
Tüm diğerlerim dönüşmüşken müziğe.
90/100