Corpo-Mente – Corpo-Mente
Bu kritik 25 Nisan 2015’de kaleme alınmıştır.
Kült albüm kritiklerinin havasına iyice girmişken, içinde bulunduğumuz dönemde çıkan güzellikleri de kaçırmayalım diye kolları sıvadım. Hoş bugün size bahsedeceğim albüm herkesin çok seveceği, dinlediği anda âşık olacağı bir albüm değil. Belki aranızdan bazıları bu albümün bana hissettirdiklerine benzer şeyler hissedebilir. Kimisi en alttaki tag’lere bakıp, ilgilenmediği bir tür olduğunu anlayınca okumaya bile yeltenmeyebilir, kimisi de bu albümü senenin en güzel keşiflerinden biri olarak görebilir. İkinci ihtimale karşı olan inancımı güçlü tutarak lafa girişmenin zamanı geldi diyor, yazıya girişiyorum.
Her sene aralık ayı gibi yersiz bir düşünce kaplar içimi, mantıklı olmadığını bildiğim halde önünü alamadığım tuhaf bir endişeye kapılırım, belki bu endişe konusunda da yalnız değilimdir kim bilir, içinde bulunduğum senede gelen mükemmel albümleri düşünür, lan acaba önümüzdeki sene bu kadar orijinal albümler gelecek mi, her geçen gün yüzlerle grubun, binlerce albümün piyasaya girdiği bu zamanımızda hala orijinal bir şeyler üretebilecek grup karşıma çıkar mı diye kendi kendime söylenirim. Bu endişe ortalama şubat ayına kadar sürer, ben koca bir sene orijinal bir iki albüm çıkar mı acaba diye dövünürken daha iki ayda beş altı tane böyle albüm dinler, endişemin aslında çok yersiz olduğunu tekrarlarım. Yine de bir sonraki aralık ayında, sanki hiç tekrarlamamış gibi aynı endişeye düşmekten de kendimi kurtaramam. Benim gibi müzikal konularda aşırı yersiz takıntılara sahip insanların imdadına ise CORPO-MENTE gibi gruplar yetişir. Ne derece orijinal olduklarını varın siz düşünün.
Finlandiya çıkışlı, bir kadın bir erkekten oluşan bu grup, avangartlığın doğal bir neticesi olarak, oldukça tanımı zor bir müzik yapıyor. Fakat buradan müziğin karışık, anlaşılmaz olduğu fikrine kapılmayın, ortada öyle yüksek deneysel bir iş yok. Gelgelelim albümü dinleyen hiç kimse kalkıp da müziğe sade de diyemez. Elimizde bunun tam olarak ortası var, iki tarafa da fazla meyletmeyen, sadelik ve karmaşanın tam ortasında bir müzik var. Böyle bir müzik ne kadar formülize edilebilir bilemiyorum ama klasik gitar ve basit davul ritimlerinin temellerini attığı, yer yer yükselişe geçen elektronik öğeler, keman ve benzeri birkaç enstrümanın da süs olarak eklendiği bir müzikten bahsedebiliriz. Diğer bir olay ise müziğin albümün başından sonuna kadar sanki tek bir gam üzerinde ilerliyormuşçasına aynı karakteristiğe sahip olması ki bu bir açıdan pek de hoş bir şey değil, fakat… Fakat albümün üslubunun hiç değişmemesi, 40 dakika boyunca katiyen öne çıkmayan melodilere sahip olması, her şeyin sonunda tek bir manzaranın farklı açılardan gösterilişini andırıyor olması o albümü başarısız mı yapıyor? Eğer bütün amaç bu ise hayır. Ki bu albümdeki bütün amaç da tam olarak bu söylediğim; tek bir manzaranın farklı açılardan gösterilişi.
Bu sadelik ve karmaşanın fifti fifti bölündüğü, onlarca tuhaflığın tertemiz bir işçilikle yedirildiği müziğin, sanki bunca zor işin üstesinden gelmiyormuş gibi bir de vokale dört dörtlük altyapı oluşturması da söz konusu ki bu durum albümü ilk dinlediğimde beni çok etkilemişti. Vokaller hakkında ne diyebilirim ki, dinlemeniz lazım kesinlikle. Laure Le Prunenec’in o güçlü ve hisli performansı sayesinde bir önceki paragrafta bahsettiğim manzara tam manasıyla bir karakter kazanıyor. Dinleyiciyi doğrudan karanlık bir opera gösterisinin ortasına bırakıyor ve her bir çığlıkta kaynağının aynı olduğundan haberimiz olmayan o zıt duygularımızı depreştiriyor. Öyle içten, öyle kalpten söylüyor ki, bazen acıyla dolmuş birinin eline geçen ilk deftere bütün hissettiklerini hızlıca yazması gibi dolu, bazen çekip gitmiş sevgiliye söylenmek istenen son söz gibi sonsuz ve çaresiz, bazen zincirlerini koparmayı bekleyen naif bir insanın geceleri yatağında kurduğu hayaller gibi güçlü, bazen de sonbaharı daha görmeden yalnız başına düşen bir yaprak tanesi kadar kırılgan ve mutsuz hissettiriyor. Her nasıl olursa olsun insanın içine nüfuz edebiliyor ve bu da albümü, seven kimseler için ölümsüz kılabiliyor.
CORPO-MENTE aynı ismiyle çıkardığı ilk albümünü 24 Mart’ta Bandcamp’e bedava olarak koydu. Albümü indirip dinleyebilir, isterseniz gruba bağışta bulunabilirsiniz. Ortada böyle samimi ve doğal bir müzik olunca tabi, çıkmasının akabindeki iki haftada Bandcamp’in en çok satılan albümler sıralamasında bir numaraya yükselmesi de çok doğal bir sonuç. Bu neticeyi bir de albümü bedava olarak koymalarına rağmen almaları ise, benim için “Dünya’da hala güzel şeyler olabiliyor” dedirtecek bir durum. Tavsiyem bu albümü indirip bir kez olsun dinlemeniz yönünde, belki benim için olduğu gibi sizin için de bu senenin en iyi keşiflerinden biri olabilir.
90/100