Kritik

Warbringer – Wrath and Ruin

Merhaba.

Birçok grubun yaşadığına benzer bir talihsizlikle kariyerinin en güçlü işlerinden birini (benim için grubun zirvesi) pandemiye kaptıran Amerikalı thrash temsilcisi Warbringer, tekrar ilham bulup toparlanmakta zorlanmış olacak ki 21 yıllık kariyerindeki 7. albümde ilk defa arayı bu kadar açtı ve Wrath and Ruin‘in çıkması için 5 yıl kadar beklemek zorunda kaldık. Neyse ki bu süreçte herhangi bir eleman değişikliği veya drama/trajedi yaşamadılar; 2000 sonrası thrash hortlatma harekatının açık ara en başarılı ve istikrarlı ismi, Sun Tzu’nun Savaş Sanatı kadar eski, fakat tıpkı onun gibi asla eskimeyen taktiklerle saldırıp masum ruhları thrash saflarına çekmeye çalışmaya devam ediyor.

Kısa bir giriş sonrası kılıcını çekip koşturmaya başlayan açılış parçası The Sword and Chaos, Warbringer’a dair sevilen pek çok unsuru bir arada sunarak Warbringer cephesinde değişen pek bir şey olmadığını gösteriyor ki söz konusu thrash metal gibi birçok temsilcisinin dönem dönem saçmaladığı bir tür olunca bu gayet iyi bir haber. Old school gruplar arasından virtüöz addedebileceğimiz, enstrümanını öttüren isimleri örnek almaya çalışarak (TESTAMENT diyelim, EXODUS diyelim) yazdığı zeki thrash bestelerini death/thrash (DEMOLITION HAMMER yazacağız buraya da illa ki) vahşilik seviyelerine çekiyor, belli belirsiz black metal esintileriyle atmosferi oturtup parçalarını derinleştiriyor ve elde her şeyi eser miktarda hardcore enerjisiyle birleştirip retro-thrash gruplarından çok daha farklı bir noktada konumlanmayı sürdürüyor. Bu özet kulağınıza cazip geldiyse Wrath and Ruin’de hoşunuza gidecek pek çok şey bulacağınıza eminim.

A Better World‘ün bir anda kendinizi mosh-pit içerisinde bulduran ani, keskin thrash saldırısından kurtulsanız Neuromancer‘ın death metal ilhamlı, gümbür gümbür bas gitarlı dayakçılığı karşısında çaresiz kalmanız muhtemel. Chase Bryant 2018’de gruba katıldığından beri Warbringer çok daha kaslı zaten; yeni albümde de hem performans hem de prodüksiyon bakımından bas gitara doyuruyor. Kolay değil ama, hadi diyelim açılıştaki üçlüden bir şekilde sağ çıktınız, o zaman da yakın dönemde dinlediğim en gaz, en yoğun ve sıkı thrash bestelerinden biri olan The Jackhammer geliyor boss statüsünde. Dipçik gibi rifleri ve davullarıyla sadece 90 saniye içerisinde adrenalin patlaması yaşatmakla kalmıyor, hardcore ilhamlı kalabalık “The Jackhammer!” haykırışlarıyla daha ilk dinlemeden hafızaya kazınıyor. Fakat bu şarkıyı tepeye taşıyan kısım, “Nothing left to say, swing the hammer away!” haykırışıyla gelen, enfes bir bas yürüyüşü ve klasik thrash taramalarıyla bezeli break-down. Takip eden bölümde solo girerken bir daha, bir daha düşüren davulcu Carlos Cruz’u mu öveyim, Woe to the Vanquished zamanı biraz uyuz olduğum vokalist John Kevill’in nabız yükselten kusursuz bağırışını mı öveyim, Chase Becker’in cuk oturan solosunu mu öveyim, ne yapayım bilemiyorum. Sadece bu şarkıda cüzdanı telefonu arkadaşa emanet edip kendimden geçmek, oradan oraya savrulmak için bile bir Warbringer konserine ihtiyacım var. Acil.

Bu noktadan sonra maalesef biraz kan kaybediyoruz. Through A Glass, Darkly, Warbringer’ın kariyeri boyunca yapmaktan hiç geri durmadığı karanlık, orta tempolu ve daha atmosferik diyebileceğimiz parçalardan biri ama her ne kadar grubun ekstrem taraflarını, John Kevill’in vokal meziyetlerindeki çeşitliliği görmek adına iyi bir örnek olsa da fazla formülize, tekrarlı ve haliyle sıkıcı buluyorum ben. Bir yandan da thrash, hardcore, death metal harmanından oluşan aşırı direkt, çat çut girişen albümün hızını da kesiyor. Evet, fırsat buldukça Weapons of Tomorrow‘un epik bestelerini hala çok övüyorum ama madem daha direkt, dayakşör bir karakter benimsendi, o zaman bu tarz bir besteye ne gerek vardı? Bilemedim.

Neyse ki Strike From The Sky yine hız ve keskinliğe geri dönüyor ve Kavill’in tiz “Strike!” çığlıklarıyla, bitmeyen bir rif saldırısıyla yeniden doğru yola döndürüyor. En uzun beste konumundaki Cage of Air, black metal esintileri taşıyan son 2 dakikasıyla öne çıkarken kapanıştaki The Last of My Kind da epik klavyesiyle (davulcu Carlos Cruz çalıyor), melodik rifleri ve kapanıştaki atmosferik bölümüyle güçlü bir finale taşıyor albümü.

Kusursuza yakın prodüksiyonu, barındırdığı çeşitliliğe karşın thrash ruhunu ve vitesini -büyük oranda- kaybetmemesi, temcit pilavı hissiyatı vermeyen güçlü rifleri ve besteleriyle Warbringer markasına yakışıyor Wrath and Ruin. Bazı steril/mekanik tınlayan formülize fikirler, daha az tekrar etse daha tesirli olacağını düşündüğüm kimi kısımlar ve Through a Glass, Darkly haricinde yarım saatte işi bitirip görevini layığıyla yerine getiriyor. 5 yıl ve Weapons of Tomorrow gibi bir manyaklık sonrasında elbette beklentiler yüksek ama an itibariyle kendi zirvesinde olmasa bile Warbringer hala modern zamanların en iyi thrash metal gruplarından biri, orası kesin.

85/100


Okur puanı:

Ortalama puan 4 / 5. 5

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.