Kritik

Ulcerate – Cutting the Throat of God

Merhaba.

Bu sitede, hakkında en son konuştuğumda umarım bir daha albüm çıkarmaz, artık müzik yapmaz dediğim Yeni Zelandalı death metal teröristi Ulcerate, maalesef ki dört yıllık bir aradan sonra Cutting the Throat of God‘ı (CtToG) yayımladı ve o günden beri albümden kaçtım, erteledim ve yokmuş gibi davranmaya çalıştım. Tekniğin, atmosferin ve ahenksizliğin eşit miktarlarda işin içine dahil olduğu modern death metalin tartışmasız başyapıtlarından biri kabul ettiğim(iz) Stare into Death and Be Still‘in (SiDaBS) bünyedeki etkilerini henüz tümüyle temizleyebilmiş değilken yeni bir Ulcerate manyaklığına hazır değildim gerçekten. Tabii bu, Jamie Saint Merat, Michael Hoggard ve Paul Kelland’ın hiç umrunda değil; varoluş bunalımlarını, içlerindeki yakıp yıkma isteğini, susturamadıkları düşüncelerindeki o görkemli kaosu üzerimize kusmak için sadece kendilerine ait olan benzersiz yöntemler geliştirmiş bu üç müzisyenin tek derdi, kendilerine kulak kabartmış zavallıları perperişan edip ruhlarını örselemek. Boşuna değil, birçok insan Ulcerate tecrübesi hakkında konuşurken hiç hazır değildim veya aklımda geldikçe canım sıkılıyor ama dinlemeden de duramıyorum yahut kötü bir zamanıma denk geldi ve ebemi s*kti gibi cümleler kuruyor. Bir kere zırhınızı delip müziğinde bir anlam yakalamanızı sağlayabilirse, her yeni albümde bir parçanızı daha koparıp atıyor bu şerefsizler.

Death metal hakkında böyle şeyler söyleyebilmek, müziğin insan üzerinde bu denli elle tutulur bir etki yaratabilmesi zaten büyüleyici ama Ulcerate’in yaptığı iş hakikaten de bu dünyanın sınırlı güçleriyle başarılabilecekmiş gibi hissettirmiyor. Hiç kimse Ulcerate gibi tınlamıyor ve Ulcerate de hiçbir zaman birine benzemeye çalışmıyor mesela. SiDaBS’te kendilerini nasıl baştan tanımladıklarını da gördükten sonra artık iyice özgürleştiklerini, bu saatten sonra yapamayacakları bir şey kalmadığını düşünenlerin sayısı hiç de az değil örneğin. Tekniği, yıkım gücünü, yoğunluğu öyle bir seviyeye getirdiler ki, artık yaratıcı işkence yöntemlerinden ziyade kurbanlarını tuzağa çekmenin daha verimli yollarını arıyor gibiler. O minicik melodi kırıntıları, masum bir çocuğa uzatılmış şeker gibi ve çarpık suratlarındaki zoraki tebessümün arkasında nasıl dehşetengiz bir motivasyon yattığını iyi biliyoruz. SiDaBS itibariyle çok daha tehditkar ve insanı savunmasız bırakan bir kimliğe bürünmüşlerdi; Cutting the Throat of God da adeta SiDaBS’ta öğrenilenleri pekiştirerek açık yaraya tuz basıyor.

Dissonant kalıbına sıkıştıramayacağımız kadar geniş ölçekli bir müzik üreten Ulcerate’i, ismini birlikte anabileceğimiz -duygu bakımından diyelim, müzik olarak denktaşı yok pek- gruplardan ayıran en önemli şeylerden biri, yapay bir yoğunluk/ekstremlik peşinde koşmaktansa tamamen içsel bir dürtüyle, samimi hissettiren bir müzik üretmesi. Bu adamlardan bu çıkıyor ve sonuç her ne kadar teknik açıdan kusursuz ve gaddarca olsa da aslında amaçları ortamdaki en dalyan death metal temsilcisi olmak filan değil. Ha, iş o noktaya geldiğinde de dünyadaki en brutal gruplardan bir tanesi hala Ulcerate, fakat onları özel kılan en hızlı, en sert, en metal olmaya çalışmadan da o yoğunluğu verebilmeleri.

Açıkçası ilk bir iki dinlemede CtToG’da daha önce pek çok kere tecrübe ettiğim o Ulcerate’in insana diz çöktüren, pes ettiren kudretini bulamamak üzerinden, bir önceki magnum opus‘un da etkisiyle birlikte hafif olumsuz düşünceler belirmişti kafamda. Ancak Micheal Hoggard’ın -grup tek gitarlı olsa da- death metal çılgınlıklarının arasına -bazen de arkasına veya önüne- attığı tremolo katmanlarını yakalamaya başlayınca aslında yine SiDaBS’da buldukları yarayı deşmeye devam ettiklerini fark ettim. Tek fark biraz daha post-metal fikirlerini öne taşıyarak, dinleyiciyi yıpratırken aslında kendilerinin de robot olmadıklarını göstermek istemişler sanki.

Hoggard’ın gitarlarını izlemek her zaman yorucu bir iş olmuştur ve bir anda o kaotik biçemi terk etmiş değil elbette ama tekrarlayan motifler, alt katmanlar ve bazen atmosferi yoğunlaştırmak için kullandığı, post-metal etkili demekte hiçbir beis görmediğim kalıplar aracılığıyla artık biraz daha hızlı çekiyor ağına Hoggard. Açılıştaki To Flow Through Ashen Hearts ağır ağır girerken Hoggard’ın temel şarkının temel fikrini benimsetmesi, Transfiguration In and Out of Worlds‘de artık bestenin akrobatikliğinden baygınlık geçirecek gibiyken yüze vurulan kolonya misali imdada yetişen tremolo oyunları adeta gel gel yapıyor insana. Hatta isim parçası Cutting the Throat of God‘ın vokal girene kadarki ilk 65-70 saniyesindeki kurgu ile 3:43 – 5:38 arasında gitardan intikam alırcasına yaptığı işler, Hoggard’ın besteciliğinin yeni boyutlarını görmek adına en iyi örnek olabilir. Favori seçmek çok zor gerçekten ama bu şarkı her dinlediğimde biraz daha büyüyor sanki bu aralar. Ayrıca insanı delip geçen gitarlara rağmen sıcak, organik bir prodüksiyon var ki Kellard’ın bas gitarının hakkını da teslim edelim bu noktada. Özellikle temponun düştüğü anlardaki maceracı hareketleri, henüz bir gedik bulamadıysa, parçanın kıvrıla kıvrıla zihninize süzülmesini sağlayarak vertigo hissini arşa çıkarıyor.

Sıkça içerisinde duygusallık barındırmadığı yönünde eleştirilere maruz kalan dissonant/teknik death metal, Ulcerate gibi bir ustanın elinde her saniye başka bir duyguyu tetikleyen, farklı acı ve ızdırap türlerini tecrübe ettiren, varoluştan inanca, sevgiden ahlaka her şeyi sorgulatan, hali hazırda zaten yorgunsanız insanı iyice yıpratıp pes ettiren bir güce dönüşüyor. Hem teknik açıdan kusursuzlar hem de işin duygu tarafında her geçen gün daha da güçleniyorlar. Bir de tabii pek çok grubun solo gitaristi varken Ulcerate’in Jamie Saint Merat adında bir solo davulcusu var. Çaldığı poliritmleri, zilden zile atlayan ataklarını, IMAX sinema reklamı gibi bir iğnenin düşüşünden bir yolcu uçağının motoruna kadar her şeyi hissettirebilen o muazzam tuşesini dinlemek çok, çok büyük keyif. Tempoymuş, o pasajın duygusuymuş hiç fark etmeksizin müziğe hükmederek Ulcerate’in parçalarının toplamından daha tesirli kılıyor. Şurası burası diye işaretlemenin mümkünatı yok ama özellikle ilk 57 dakika 49 saniyede yaptıklarına dikkatle kulak kabartıp bir fikir edinebilirsiniz mesela.

Cutting the Throat of God, benzer yöntemler kullandığından Stare into Death and Be Still‘in çarpıcılığında olmayabilir kimileri için ama ivmeyi bozmayan harika bir devam albümü. Stilistik açıdan Ulcerate’in buralara evrileceğinin sinyalleri Shrine of Paralysis‘ten beri görüyoruz, haliyle SiDaBS’ten uzaklaşmayacaklarını tahmin etmek mümkündü belki; fakat onun yüceliğine yaklaşan, altında ezilmeyen bir iş çıkarabilmelerine ben biraz daha şaşıracağım müsaadenizle. Bu işin sonu nereye varacak bilemiyorum ama 7 albümün sonunda benim vardığım sonuç şu: Eğer death metal kudreti altında ezilmek, metodik teknikliğin dibini görmek ve insanı varoluşundan soyutlayan bir atmosferi yaşamak istiyorsanız, Ulcerate dünyanın açık ara en iyi death metal grubu.

95/100


Okur puanı:

Ortalama puan 4.9 / 5. 20

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

3 thoughts on “Ulcerate – Cutting the Throat of God

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.