Behemoth – Opvs Contra Natvram
Merhaba.
The Satanist sayesinde metalin ana akımdaki devasa isimlerinin yanındaki yerini garantileyen Polonyalı Behemoth, neredeyse 20 senedir yükseliş ivmesini kaybetmeyen kariyerinin ticari açıdan en görkemli dönemini yaşıyor. Gittikleri her ülkede, her afişte isimleri en tepede ve günün sonunda blackened death metal çatısı altında, ekstrem türlerle haşır neşir bir grubun bu noktalara gelebileceğini göstererek dünyaya ilham veriyor. Nergal ise artık bir rock yıldızından farksız ve dış basına hükmeden büyük mecralar, her hafta bir yolunu bulup onunla ilgili yeni bir haber veya içerik üretiyorlar.
Sosyal medya şoparlıkları bir yana, tavır açısından kendinden pek ödün vermiyor Nergal ve bu yönünü takdir ediyorum. Teatral pozlar, debdebeli kostümler ve abartılı ateş şovlarıyla bezeli konserleri / klipleri sayesinde biraz laubali veya banal görünmesine karşın -ki belli oranda öyle- konu ciddileştiğinde söylemini hiç bozmuyor. Yıllarca Polonya’da gördüğü dini baskının dışavurumu konusunda hala çok net, sert ve milyonlara hitap eden bir grubun esas adamı olarak bu konulardaki duruşunu bozmaması kıymetli. Büyürken özünü kaybetmemek, hala ekstrem sınırların içerisinde veya tam üzerinde durabilmek büyük bir iş bence.
Müzik tarafındaysa ana akım dostu prensipleri, tuttuğunu gördüğü formülleri kabullenmiş durumda artık Behemoth. Dinleyicinin de grubun pozisyonunu doğru değerlendirip ona göre karşı pozisyon alması lazım. 1999’da, ne bileyim, 2004‘te yapılmış işleri arıyoruz tabii ama bu Behemoth, o Behemoth değil. Zaten The Satanist‘i bu kadar övmemizin başlıca sebeplerinden biri de grubun ana akım prensiplerini kendi işine geldiği şekilde kullanarak dengeli ve bütünüyle anlamlı bir eser yaratabilmesi değil miydi?
Benim gibi birtakım huysuz metalciler, I Loved You at Your Darkest itibariyle Behemoth’u da ARCH ENEMY‘lerin, AMON AMARTH‘ların ve daha saymaya gerek olmayan o grupların bulunduğu sepete gönderip umursamayı bıraktılar. Belki bir 10 sene önce çıksaydı bu kadar yerilmeyecekti ama The Satanist gibi iki tarafı (yeraltı – ana akım) tarafsız bölgede bir araya getiren enfes bir eserden sonra bu kadar zayıf ve lokomotif parçalarına bel bağlayan bir yapıt, çoğumuzu üzdü. Aradan geçen dört senede kimsenin “Ya I Loved You at Your Darkest da ne kadar iyiydi ya,” dediğini veya “hakkı yenildi aağbi,” savunması yaptığını görmedim. Bunları geçtim; konuşanı ya da bir şarkısını paylaşanı bile görmedim doğru dürüst, haha.
Opvs Conra Cvltram‘a daha isminden bile (u harfi yerine v kullanmak kaldı mı hala gerçekten?) biraz uyuz olmuşken önyargıyla girmediğimi söylersem yalan olur. Post-God Nirvana gibi yine hayli cheesy bir isimle açılan albüm, üç dakikalık ağır girişinin ardından iki dakikalık Malaria Vvlgata ile kafa karıştırıyor. Üç dakika intro üzeri iki dakika şarkı bence olacak iş değil ama takılmaya gerek yok, devam edelim.
Bir sonraki The Deathless Sun, Behemoth’un son yıllarda benimsediği modus operandi, yani çalışma yöntemlerinin değişmediğini kanıtlayan klasik bir parça. “I am nothing, I am no one…” şeklinde ilerleyen bölümdeki koral düzenlemeler ve vokal melodisi, dörtlüklerde artık Behemoth’un genlerine işlemiş, Inferno’nun basit gibi gösterdiği hızlı davul partisyonlarıyla yönlendirdiği ritim akışı, aradaki melodik tapping soloları, iki büyük solo arasındaki köprüde yer alan, muhtemelen seyirciye söyletilecek korolar derken konserlerin vazgeçilmezlerinden biri olması muhtemel. Kendi formülünün dışına çıkmadan, her bir bileşeni özenle kurgulayıp markalaşmış bestelerinden birine daha imzasını atmış Behemoth. Off to War! da tıpkı The Deathless Sun gibi çarklar uyumlu çalıştığında Behemoth’un karanlık, ekstrem hitler yazma konusunda ne kadar başarılı olabildiğini kanıtlıyor. Albümden iki şarkı alıp gerisini çöpe atmak zorunda kalsam bu ikiliyi alırdım herhalde.
Bu kalibrede olmasalar da bildiğimiz Behemoth bestelerinden bolca var albümde. Bir yandan akılda kalıcı nakaratlar, temiz vokal geçişleri ve bir anda patlayan blast-beat ritimler sayesinde tanıdığımız, sevdiğimiz alanda takılmanın konforunu yaşatıyorlar, evet, fakat Disinheritance ve Neo-Spartacvs gibi besteler o kadar formülize ki defalarca dinledikten sonra dahi geride bir şey bırakamıyorlar. Ortada Off to War!‘daki gibi kulak solucanı bir rif de olmayınca hızlıca doldurma sınıfına düştüler ve Opvs Conra Cvltram‘ın gövdesini epey zayıf kılıyorlar.
Once Upon a Pale Horse ise bir rock bestesinin akışına, diğer şarkılarda olmayan bir groove hissine sahip olmasına karşın bir-iki dinleme sonunda albenisini kaybediyor. Nergal için sıklıkla çarpık bir rahip veya felaket tellalı bir vaiz, gibi benzetmeler yaparım; benimsediği vokal tarzı, sözleri ve duruşuyla otoriter bir hatip havası yaratıyor gerçekten ve kesinlikle çok etkileyici…idi. Artık bu fikre kendini çok kaptırmış gibi hissediyorum, çünkü olmadık yerlerde sürekli her şeyi bırakıp Nergal’ın şu şöyledir, bu böyledir‘lerini dinlemek zorunda kalıyoruz. Inferno’nun alto-tom davulları eşliğinde Nergal’in vaazine bağlıyor kimi şarkılar ve bu hem gitar tarafında bir tembellik getiriyor hem de akışı bozuyor bence. Neredeyse tamamı bundan oluşan, hiçbir ani dönüş veya keskinlik barındırmayan Ov My Herculean Exile‘a yükselemeyişimin sebebi de bu; keşke biraz daha tırmanıp patlayabilseydi enstrümantal anlamda ama Nergal uzattıkça asidi kaçan soda gibi sönüyor şarkı.
Sona ise alışagelindiği üzere yine orta tempolu, uzun ve epik -en azından plan bu- bir parça koymuşlar. Versvs Christvs (hay v harfiniz batsın) biraz zorlama hissettiriyor bana ve önceki albümlerle karşılaştırınca O Father! O Satan! O Sun!, Lucifer, The Reign ov Shemsu-Hor veya Chant for Εσχατον 2000‘in yarattığı etkiyi, baştan başlama isteğini, daha çok Behemoth dinleme arzusunu yaratamıyor. Grubun şu ana kadar yazdığı en vasat kapanış parçası galiba benim için.
Öte yandan bas gitarı duyabildiğimiz prodüksiyon, piyano, tuba ve temiz vokal ile gelen çeşitlilik, akılda kalıcı denilemese de Nergal’ın black metal tabanına yakın soğuk gitarcılığı Opvs Contra Natvram‘ı Behemoth’un yüksek standartları içerisinde kabul edilebilir bir şeye dönüştürüyor. Yıllarca unutulmayacak, bundan 15 sene sonra da konserlerde çalınacak şarkılar yok belki ama I Loved You at Your Darkest‘ın ucuz hindi şarküterisiyle dolu boktan karışık pizza havası da yok en azından.
Tabii konu dönüp dolanıp başta söylediğim o pozisyon alma meselesine geliyor. Her gün yüzlerce albüm çıkarken ve müzik dinleme konusunda zaman giderek değerlenirken, üstelik de diskografisi birbirinden canavar albümlerle doluyken neden Behemoth’un bu vasat albümlerine zaman ayırmalıyım sorusunun cevabı yok bende. Neyse ki bu sefer bir-iki parçayı cebime sıkıştırdı harçlık tadında, o da bir şey diyelim. Ekstrem metaldeki yaratıcı beste zekasını, uzaktan görenin bile gözlerini acıtacak kadar parlak yanan o günahkar ateşi, Nergal’in “siz hepiniz, ben tek ulan!” öfkesini ise bir daha hiçbir Behemoth albümünde göremeyeceğiz galiba. Beni esas üzen bu.
Başarılı bir inceleme. Hiçbir parlak parça barındırmayan yavan, tatsız tuzsuz bir albüm olmuş. Bence ILYAYD’dan da birkaç gömlek geride albüm. Bartzabel’i seneler sonra arada açarken kendimi görebiliyorum ama bu albümden öyle parça söyleyemiyorum.