BRUTAL ASSAULT 2022 – 4. Gün: Dört dörtlük!
Merhaba.
İlk üç gününe dair yazılara şuradan ulaşabileceğiniz Brutal Assault 2022 güncesinin 4. günündeyiz. En son KING DIAMOND‘ın MERCYFUL FATE‘i ile kutsanmış, otelde bayılmıştım. 4. günün sabahına öksürüp tıksırarak, her siniri ayrı ayrı ağrıyan ayaklarla uyandıysam da durmak yok elbette; festival devam ediyor!
Acaba Covid mi olduk yoksa sadece çok mu yorgunuz diye kendimizi sorguladığımız bir noktadayken, beş kişilik ekibimizden ikisini otelde bırakıp öğle saatlerine üzerimde sarı-yeşil RATOS DE PORAO tişörtümle gündüz feneri gibi parıldayarak alana geçip hızlıca biralandıktna sonra ARTILLERY için (sabahın köründe çalan bir başka thrash devi daha) yerimizi aldık. Akşamdan kalmalıklar, giderek artan yorgunluk vs. derken sahneye 10-15 metre uzakta bir yere konuşlanıp sakin sakin takip ettik Danimarkalı grubu.
Bir son albümden, bir klasik By Inheritance‘dan gibi başlayan konser In Thrash We Trust ve Khomaniac‘te zirvesine ulaştı. 2012’de gruba katılan Bastholm bir thrash grubu için biraz fazla kastırıyor bence ve iyi bir vokal olmasına rağmen thrash gazını veremiyor pek. 62 yaşındaki Stützer’i ters şapkası, ilk günkü coşkusuyla rifleri sıralarken görmekse fazlasıyla keyifliydi. O saat için hayli kalabalık bir seyirciye çaldıklarını da yukarıdaki fotodan anlayabilirsiniz. Bu arada konser bitiminde millet en önde bagettir, penadır diye bağırırken Stützer’in müthiş bir açı ve güçle fırlattığı penanın o kadar mesafeyi geçip çot diye göğsüme çarpması gibi fantastik bir olay yaşandı. Konserlerde bu konularda biraz ballı olabildiğimi bilen biliyor ama bu artık başka seviyeydi; herhalde hayatımın en zahmetsiz konser ganimetini kapmış oldum böylece. Ne diyelim; eline sağlık Stützer reis.
Artilerry sonrası NUNSLAUGHTER, FAÜST gibi çok da ilgimi çekmeyen isimler olunca ilk defa uzun süreli bir boşluk bulmuş olduk. Bu rahatlığıkla kendimizi biraz alkole vermiş olabiliriz, haha. 14:00 gibi başlayan bu macera, 15:55’te BENIGHTED‘tan kemik sesleri yükselmeye başladığında sona erece gibiydi; ancak kendi partimiz daha cazip geldi. Groove devi EXHORDER‘ı daha önce izlediğim için onu da atlayınca 17:45’teki SWALLOW THE SUN‘a (StS) kadar devam kararı aldık. İyi ki de almışız, çünkü gevşek bir Avrupalı gibi bir yere çöküp gelen geçenin tişörtünü puanlamak, havadan sudan laflayıp en sevdiğimiz Tarkan filmlerini sıralamak gibi şeylerle bomboş takılmanın tadıda başkaymış. Tabii her dakika bu tarz festivalleri, konserleri bulamadığımızdan aç gibi o sahneden o sahneye koşturuyor, festival ortamının tadını çıkaramıyoruz bazen. Bizdeki organizasyonlarda normal şartlarda elimi yıkamayacağım çöp biranın Brutal Assault’takilerin üç katı fiyatına satılması da bir etkendir belki, bilemiyorum.
Velhasıl StS başladığında ben çoktan alçak uçuşa geçmiş, içine bir duble de siyah rom (Kraken adlı bir rom; ilginiz varsa çok lezzetli ve denemeye değer) atmaya başladığım siyah Kozel biramın kaçıncısını içtiğimin hesabını şaşırmış, takılıyordum etrafta. O kafayla StS konseri benim için hayli yavan geçti tabii. Gündüz saatinin bu tip grupların atmosferine epey zarar verdiği aşikar zaten ama kostümsüzlük de önemli bir etkendi bence; StS gibi bir grubun gitaristi sahneye siyah hırkayla çıkıp onu örtmemeli ya başına, haha. Epey kalabalığa çaldılar gerçi ve Falling World, Stone Wings gibi hit şarkılardaki seyirci katılımı da çok yüksekti.
StS sonrasındaysa benim için bugünün iki önemli konserinden ilki, DECAPITATED vardı ama öncesinde yan sahnede SICK OF IT ALL çalacaktı ve ben de StS sonrası dağılan kalabalığın arasından sıyrılıp Decapitated için en önden yerimi kaptım. On a On insanı (Ankara’daysanız, bu sayfaları okuyorsanız ve On a On’a gitmiyorsanız üzülürüm) Kenan sağ olsun, gidip gelip Mad Max filmlerindeki gibi benzin tükürmeye devam etti motoruma ve iyice kafalar zurna oldu; haliyle bir saatlik bekleyiş beş dakika gibi geldi ve bir baktım Rafał Piotrowski olanca rastasıyla (adamın gruptaki rumuzu da Rasta) sahneye çıkmış bile!
Hem üç aydan uzun bir süre yabancı bir ülkede hapis yatmalarına hem de sosyal medyada hayli zor durumlara düşmelerine neden olan haksız suçlamalar ile o süreçte yaşadıklarından ilham alarak yazdıkları, bu nedenle de içerisinde çok saf ve hacimli bir öfke barındıran yeni albüm Cancel Culture ile girdi Polonyalı death metal devi. Böyle bir hız, teknik ve enerji karşısında sakin kalmak mümkün değil; ilk andan itibaren tepinmeye başladım ben de.
Decapitated sahnede gerçekten güçlü. James Stewart’ın davulları makineli tüfekle yaylım ateşi açıyormuş hissi veriyor. Süper yaratıcı değil belki ama zaten hız ve ritim üzerine dayalılar ve bu alanlarda Stewart yağ gibi akıyor. Vogg’un zehirli taramaları çok net duyulurken Rasta da kırbaç gibi savurduğu saçlarıyla sahneyi doldurmakla kalmıyor, tüm enerjisiyle haykırdığı vokaliyle de ateşi körüklüyor.
Just a Cigarette, Earth Scar, Iconoclast gibi hitler arka arkaya patlarken yüksek promilin de etkisiyle yerimde duramamaya başladım. Sadece kafa sallamak, sahnedilerle iletişim kurarak takip etmek yetmez oldu. Kendimde bu tip bir potansiyeli bildiğimden güneş gözlüğü, telefon gibi kıymetli eşyaları ABBATH beklemek üzere yanımdan ayrılan Kenan’a emanet etmiştim zaten. Giderek kaynayan kanım Spheres of Madness ile bir volkan gibi patlayınca daha fazla duramayıp en öndeki yerimi bırakarak ortalardaki circle pit‘e dalıverdim. Kısa bir süre sonra da Nine Pits‘in canavar rifleri eşliğinde seyircinin üzerine atlayıverdim.
Aşağıdaki video bizden birine ait değil ama sağ olsun hem bütün konseri çekmiş hem de o arada benim crowd surf‘lerden birini (bir kere başlayınca gerisi geliyor) de gayet net yakalamış. Göreceğiniz üzere donum da düşse biramı bırakmam, haha:
Decapitated, Kill the Cult ve Last Supper ile veda ederken ben de dağılan şanzımanı toparlamak üzere bir köşeye çekildim. Sonradan şarkı listesini görünce biraz pişman olacağım şekilde peşi sıra başlayan Abbath’ı izlemeyim son yıllardaki favori black metal gruplarımdan Kanadalı PANZERFAUST için arka taraftaki ufak sahneye geçtim. Meğer ben Panzerfaust ile kendimden geçerken Abbath da IMMORTAL klasikleriyle Brutal Assault seyircisini coşturuyormuş. Son beş parçaya dikkat:
Kanadalı grupla ile aramda özel bir bağ hissediyorum. Sitede kritiklerini bulabileceğiniz The Suns of Perdition serisine -belki de olması gerekenden daha fazla- anlam yükleyerek iyice bağlandım Panzerfaust’a. Hak ettikleri yere gelemediklerini, acilen şirket değiştirmeleri gerektiğini düşünmekle birlikte bu bilen biliyor hallerinin cazibesine de çok yükseliyorum. Vize sorunları yüzünden gidemediğim Rockstadt’tan Brutal’e geçen arkadaşlar, Panzerfaust’u orada izlemişler ve güneşin alnında, gündüz vakti çalan grupla ilgili karışık yorumlarda bulunmuşlardı. Neyse ki içimdeki şüpheler kısa süre içerisinde yerini saf bir black metal coşkusuna bırakacaktı.
Kurucusu ve beyni Brock Van Dijk’ın tam karşısına konuşlanıp kısa bir süre bekledikten sonra, gezegenin ilk nükleer testi olan Trinity‘den, atom bombasının babası Dr. Oppenheimer’ın bir röportajda sarfettiği sözlerden ilham alan The Day After Trinity‘nin rahatsız rifleriyle girdiklerinde, zaten dağılmaya hazır olan çakırkeyif bünyem, bu muhteşem şarkının 3. dakikası civarındaki o bol ride zilli davullarla terk-i diyar eyledi.
Neredeyse tüm konser boyunca davulcunun arkasında kalıp sadece bir kere, tiz tremolo rifleriyle insanı çıldırtan The Decapitator’s Prayer‘da öne çıkan vokalist Goliath’ın kusursuz sahne duruşu, Brock’un kendini parçalarcasına yaptığı vokal desteği ve kazıdığı gitarıyla muhteşem bir Panzerfaust çıktı karşımıza.
The Suns of Perdition serisinin ilk eseri olan War: Horrid War‘dan üç parça çaldıktan sonra son albümden Tabula Rasa‘ya geçtiler. Serinin en sevdiğim bölümü olan Chapter II: Render Unto Eden‘dan parçalarla finale yaklaşırken ben artık kafa sallamaktan boyun disklerini zedelemiş, insanlığın özgürlük arayışını temsil eden kimi ağır sözlerde birkaç damla gözyaşı dökmüş, kapanıştaki Promethean Fire esnasında “In Great Denial!” diye haykırmaktan sesi bozmuştum.
Genellikle ilk bir-iki parçadan sonra büyü kaybolur ve heyecanım belirli oranda azalınca sakinleşirim ama bu defa öyle olmadı; ilk saniyeden son ana kadar çıldırarak izledim Panzerfaust’u. Hatta Promethean Fire sona erip de tüm grup öne çıkıp seyirciyi selamladıktan sonra hiç şaka maka yapmadan avazım çıktığı kadar “Ne demek bitti? Gelin lan buraya!” diye bağırdığımı hatırlıyorum, haha. Grubu Rockstadt’ta seyreden arkadaşım da çok daha farklı ve etkili bir konser izlediğini söyledi ki gündüz gözüyle black metal konserinin çalışmadığı bir kere daha kanıtlandı böylece.
Kendime geldiğimde elemanlar ekipmanlarını toplamaya başlamışlardı. Ben de Brock’u görünce hemen kendisine seslenip şarkı listesi sordum. “Abi zaten 6 tane şarkı çalıyoruz, set kafamda,” cevabını alınca bu sefer de arsız gibi “pena ver lan o zaman!” diye bağırdım. Önce kem-küm etti, sonra aranıp taranıp bir tane buldu. Elemanların zar-zor turladıklarını biliyordum ama Brock’un dümdüz Dunlop penayla çaldığını görünce üzüldüm biraz. Neyse merch. standına gidip desteğimizi gösterdik; bir penanın hesabını yapmaz herhalde artık, haha.
Bir-iki parçasına bakabildiğim SUFFOCATION‘ın (2020 açıklanırken Frank Mullen’lı son konser şeklinde planlanmıştı ama tabii araya neredeyse üç sene girince yalan oldu o iş) beton gibiliği karşısında afallayıp bir başka denk gelişte mutlaka izlenecekler listesine ekledikten sonra br de dünya gözüyle VENOM görelim dedim ama pilimin bitmeye başladığını, öksürüğümün arttığını da fark ediyordum bir yandan. Neyse ki Venom konsere direkt Black Metal parçasıyla girip işimizi kolaylaştırdı. Bir-iki parça da onları izledikten sonra öksüre tıksıra otelin yolunu tuttuk biz de.
Son olarak da alanda karşılaştığımız birtakım ilginç tiplerden oluşan minik bir galeri eklemiş olayım. Fotoğrafları yeni sekmede açarsanız büyük hallerini de görebilirsiniz. Festivalin 5. ve son gününde tekrar görüşmek üzere.
Metalperver’de olan bitenden memnunsanız alttaki düğme üzerinden PATREON’a göz atabilir, destek olabilirsiniz:
Mercful Fate ve Decapitation ortamı epey güzelmiş.
Yalnız bu kadar şans da fazla. Sağlam ganimet toplamışsın. Küçük bir sergi köşesi kurarsın artık eve. 😃
Bu sene biraz abartılıydı gerçekten ya:
Paradise Lost setlist
Mercyful Fate setlist + pena
Artillery pena
Amenra pena
Panzerfaust pena
Misery Index baget
Ekiptekilerde de Necrophobic, Abbath vs. ganimetleri var daha haha. Bir de Gorod ile yolda karşılaşıp 10 dakika gev gev muhabbet edişimiz var ama o da son günün yazısında. \m/
Buna bal mi denir ne denir? Ben Pestilence konserinde direk elden almistim penayi ama sahne onunde 1. sirada butun konser tepindigim icin haha 🙂
2020 Chapter II albümlerinden beri Panzerfaust’un nasıl bu kadar az konuşulduğuna ben de hayret ediyorum. Biraz da kendilerinin payı var gibi ama. Youtube’da kendilerine dair çok az içerik var, kendilerini pazarlama gayretinde değiller hiç. Neyse ki durumu biraz da olsa ciddiye alan davulcu Alexander’dan iki tane playthrough videomuz var, döndere döndere onları izliyoruz…
Crowd surf kısmına, panzerfaust konser bitişine verilen tepkiye ve Brock ile olan dialoğa çok güldüm hahaha.
İyi ki yapıldı bu yazı serisi, geldikçe keyifle okuyoruz. Ellerinize, emeğinize sağlık \m/
Vaay Sick of It All da mi vardi ya? Onu izlememissin sanirim. En sevdigim hardcore gruplarindan, NYHC temel taslarindan 🙂
Daha önce izlemiştim ya. Bir de tepinme hakkımı Decapitated’dan yana kullanayım dedim haha.