The Halo Effect – Days of the Lost
Merhaba.
Mikael Stanne’nin, DARK TRANQULLITY‘nin gidişatından memnun olmadığına dair bir teorim var. Kurucu kadrodan geriye bir tek kendisi kalmış, modernleşme ve ticari başarı uğruna giderek elektronikleşip yaratıcılık noktasında ipleri tümüyle Martin Brandström’ün eline teslim etmiş durumdaki Dark Tranquillity, bence artık Stanne’yi tatmin etmiyor. Elbette çorbayı kaynatan, faturaları ödeten esas marka DT olduğu için kepenk kapatıp gidemez; o yüzden de manevi ve müzikal tatmini farklı projelerde arıyor bir süredir. Yoksa neden 25-30 sene sadece tek bir gruba odaklandıktan sonra birdenbire GRAND CADAVER‘lerde, THE HALO EFFECT‘lerde o eski ruhu, eski heyecanı arasın ki?

The Halo Effect’i tanıtmaya gerek yok; melodik death metale, Göteborg tınılarına gönül vermiş herkes ilk günden beri takipte zaten. Hatta daha albüm çıkarmadan Türkiye’ye bile geldiler. Önden paylaştıkları Shadowminds ve Feel What I Beleive gibi hit parçalarla sıradan bir all-star projesinin ötesinde, heyecan verici bir şeyler sunabileceklerini gösterdikleri için bu heyecan dalgası normal. Kaldı ki senelerdir In Flames’e gönül koymuş eski hayranların gitarda Jesper Strömblad’ın yer alacağı bu tip bir projeden beklentisi elbette çok yüksek olacaktı. E tabii böylesi bir beklentiyi kontrol etmek, doğru yönlendirmek kolay değil.
Başa dönecek olursak The Halo Effect’i dinledikçe Stanne ile ilgili zihnimdeki bu teoriye olan inancım azalıyor. 12 Ağustos’ta yayımlanan Days of the Lost, her dinlemede biraz daha konformist tınlıyor ve Stanne’nin son dönemde DT ile yaptığı işlere daha çok benzetiyorum. Tamamı eski IN FLAMES elemanlarından kurulu grubun böyle bir iddiası olmasa da ortak beklenti eski In Flames tadında işlerdi; IF’den ziyade DT’ye daha yakın bestelerden oluşan albüm, ben dahil birçok dinleyiciyi belirli ölçülerde ters köşeye yatırdı.
Days of the Lost‘u anladığımdan emin değilim. Bestelerini, matematiğini anlamak için sadece bir-iki tur dinlemek yeterli ve müzikal bir anlamamazlık değil bahsettiğim; motivasyonunu, ruhunu, niyetini anlayamıyorum. Fanboy gözlüklerini çıkarınca görünen şey çok basit ve net: Construct sonrası bir zamana koysan sırıtmayacak standart DT bestelerinin arasına birkaç eski, IRON MAIDEN ilhamlı Jesper Strömblad melodisi yerleştirilmiş, tutan formüller aynen tekrarlanmış ve DT’nin hali hazırda iyi yaptığı şeylerin üzerine ince bir eski IF tabakası atılıp servis edilmiş. Bunun nesine coşmamız gerekiyor, anlamadım.
Yalan olmasın; bence Shadowminds, Fiction‘dan beri hit yazmakta zorlanan (Atoma parçasını ayrı tutmalı bu konuda) DT’nin son 15 senede yap(a)madığı en iyi şarkı. Trafiği, melodisi, nakaratı ve solosuyla bas bas bağırıyor ben hit parçayım diye. Ayrıca Stanne’nin standart performansı, Jesper’in zaman zaman eski günleri anımsatan (isim parçasını dinleyip aklına Jotun gelmeyen bizden değildir) melodi karakteri ve modern prodüksiyon, tekrar tekrar dinletiyor albümü. Toplama bakınca Days of the Lost, özellikle sadık DT dinleyicisini kesinlikle rahatlıkla tatmin edecek güçte ama bu müziği yapmak için mi kuruldu gerçekten The Halo Effect? Amaç baştan beri buyduysa biz yine niye boşa heyecanlandık…
Olan olmuş artık, bari albüme odaklanalım diyeceğim ama konuşacak çok da bir şey yok bence. Belki yaş, belki de konfor alanıyla ilgili ama sıkıcı bir orta tempoya yaslanması, Days of the Lost‘un en büyük sorunlarından biri. Ara sıra atılan küçük IF kemikleri yüzünden sanrılar oluşuyor temponun artacağına dair ama yeni otomobillerde yakıt tüketimini önlemek üzere tasarlanmış start/stop özelliği gibi sürekli durup kalkan parçalar bir türlü hızını alıp asfaltı ağlatamıyor. “Stanne’ye temiz vokal yaptırmamız lazım,” parçalarını ve zorlama doğalarındaki suni melankoliyi de ekleyince sol şeritten 50’yle giden fikirsiz sürücü gibi deli ediyor insanı. Ya gaza bas, ya kenara çekil be kardeşim.
Ensesi karartmayalım tamamen. Görece sert ve hızlı parçalarda The Halo Effect potansiyelini gösteriyor. Jesper’in yazdığı, DIABLO SWING ORCHESTRA elemanlarının yaylı desteğiyle epik bir noktadan açılan Last of Our Kind, Conditional, The Most Alone veya yukarıda övdüğüm Shadowminds gibi parçalar Strömblad/Engelin ikilisinin pas oyunuyla sonuca giderken işin içinden doldurma giriş-çıkış kısımları (gereksiz, atmosfer kuramayan bir sürü intro/outro var albümde) çıkarıldığında gitar işçiliğinin eskimediğini kanıtlıyor. Keşke biraz daha agresif, biraz daha direkt olunabilseymiş ama bu kadarının bile albümü haddinden daha fazla dinlememi sağladığını itiraf edeyim hadi.
The Halo Effect’in başarısız olduğunu söylemek zor. Nuclear Blast‘ın erişim gücünü de arkasına alıp kısa sürede 2022’nin en önemli metal hadiselerinden, fenomenlerinden birine dönüşmeyi başardılar. Jesper Strömblad yine alkol batağına düşmüşken ne kadar devam ederler bilinmez tabii. Days of the Lost bu çılgın hype tufanını daha da katlayacak güçte, o beklenen İsveç melodik death metal canlandırmasını yapacak etkide değil belki ama türü sevenin aradığını veriyor. Ben bu kadar güvenli bir şey beklemiyordum ve eğer bir şeyler tekrar pişirilip önümüze koyulacaksa bunun hali hazırda ara ara yemeye devam ettiğimiz DT yemeklerinden ziyade uzun süredir menüde göremediğimiz IF lezzetlerine yakın şeyler olmasını tercih ederdim. Neyse, zaten dürüst olmak gerekirse Jesper son 15 senede dişe dokunur ne yaptı da şimdi tekrar heyecanlandık, emin değilim.
69/100

Metalperver’de olan bitenden memnunsanız aşağıdaki düğmeye tıklayıp PATREON’a göz atabilir, aylık destek olabilirsiniz:
Kesinlikle ayni dusunuyorum. Album IF’den cok DT, hatta son donem DT sounduna daha yakin. Herkes tabi ilk 5 album IF tadinda biseyler bekliyordu. 2-3 parca disinda gercekten tatmin etmedi beni. Title track dedigin gibi direk Whoracle’a goturdu beni. Bir de yer yer araya serpistirilmis Colony, Whoracle’i andiran melodiler var ama yeterli degil. Soyle Jester Race gibi cayir cayir bir album yapmak zor mu be kardesim?
Bu orta tempoya yaslanmanın ne kadarı ticari kaygı ne kadarı dönemin ruhu ne kadarı yaşlanmanın getirdiği bir şey bilemiyorum. Çok daha gaz olabilecekken frene basılmış gibi ama bu haliyle de severek dinliyoruz orası ayrı. Ümitlendiğimizle kaldık. Belki de biz fazla gaza geldik.