Klasik Bir Cumartesi: Quo Vadis – Defiant Imagination
Merhaba.
Öncelikle şu görsel eşliğinde 2009 – Nisan ayının ilk günlerinde kulakları bayram etmiş arkadaşları ve o güzel günleri anarak bir dakikalık saygı duruşuna davet ediyorum sizleri…
Quo Vadis’i Türkiye’ye getirme vizyonunu takdir etmek bir yana, böylesi ekstrem bir topluluğa turne yaptırabilecek kadar sağlam bir dinleyici bir kitlesine, üç şehirde de altına taş gibi yerli gruplar koyabilecek zenginliğe sahip olmak da gurur duyulası bir mevzuydu doğrusu. Grubun bu turneden kısa bir süre dağılması ise turne sayesinde Türkiye metalcisinin buruk bir sevinç yaşamasına, genel anlamda ekstrem ve progresif metal dünyasının ise dertlere gark olmasına neden oldu.
Sadece üç albümle death metalin kült isimlerinden birine dönüşen Quo Vadis, taşı toprağı ekstrem metal virtüözü kaynayan Kanada’nın en özel gruplarından biri. 2004 yılında yayımlanan -maalesef- son albümleri Defiant Imagination ise hem kadroda Steve DiGiorgio‘yu barındırması, hem Silence Call the Storm gibi muhteşem bir hit ile açılması hem de kurgusal konseptler yerine yaşamın kendisi üzerine sözleriyle zamansız bir seslenişe sahip olması sayesinde kısa sürede klasik mertebesine ulaştı.
Death metal, thrash metal ve melodik death metal unsurlarını dengeli ve teknik işleyişi neredeyse kusursuz bir biçimde yansıtıyor Defiant Imagination. Koro vokalin bir-iki mısralık sözleri haricinde enstrümantal diyebileceğimiz iki parça dışında -ki onlar da alelade besteler değil kesinlikle- gitar, davul ve bas üçlüsünün nelere kadir olabileceğini açıkça görüyoruz. Enstrümantal parçalara girmeyeceğim ama lafı açılmışken hemen bir parantez açıp kapatalım: Articulo Mortis, çok erken kaybettiğimiz büyük müzisyen Chuck Schuldiner‘a adanmış, klasik müzik etkilenimli bir beste. Duyduğunuz enstrümanların tamamı gerçek bir müzisyen tarafından çalınmış/söylenmiş ve normalde synth. ile geçiştirilse mekanik hissiyatı yüzünden kısa sürede insanı kendinden soğutabilecek parçalar veya kısımlar, organik tınıları sayesinde çok daha gerçek ve samimi duyuluyor. Metal Archives‘tan kontrol edebilirsiniz; üç kişilik ana kadroya tam on beş müzisyen destek atıyor ki bu da albüme ne kadar inanıldığının açık bir göstergesi bana sorarsanız.
Albümün DEATH ilişkisi ise yalnızca DiGiorgio’nun konuk olmasıyla veya Chuck’a saygı duruşunda bulunmakla sınırlı değil. Fate’s Descent‘in açılışını duyar duymaz buruk bir tebessüm edeceğinize emin olmakla birlikte hem DiGiorgio’nun perdesiz bas gitarının kana karışan ölümcül bir zehir gibi diğer enstrümanların bıraktığı boşluklara sızmasıyla hem de kurucu gitarist Bart Frydrychowicz’in (sen nasıl okunuyorsun acaba?) melodiyle tekniği birleştiren enfes gitar oyunlarıyla daha da ayyuka çıkıyor Death hayranlığı. Vokalini başka bir hiçbir albümde duyamadığımız (Quo Vadis’i bırakınca da plak şirketi grup aktif müzisyenliği bırakmış komple) Stéphane Paré’nin brutal ama yumuşak başlı ve anlaşılabilir vokali ise her enstrümanı çok net ayırt edebildiğiniz enfes prodüksiyon ile birleşip arkada dönen cümbüşü daha kolay ayırt edilebilir kılıyor. Daha gaddar ve sert bir vokal olsaydı Defiant Imagination çok daha zorlayıcı bir albüme dönüşebilir ve bu bayram şekeri karakterini kaybedebilirdi bence. Paré’in vokalleri cuk oturuyor bu anlamda.
Önceki iki albüme göre thrash unsurlarının epey arkaya itilip progresif yaklaşımın öne çıkarıldığı albümün en maceracı şarkılarından biri ise Dead Man’s Diary. Konuk klavyeci Roxanne Constantin ve ağır davullar eşliğinde hayli atmosferik bir yerden açılan parça, DiGiorgio’nun siz ne bok yiyorsanız yiyin, bana dokunmayın kardeşim, havasındaki bas gitarının 2:00 sonrası iyice kendini kaybetmesiyle kolay kolay unutulmayacak bir parçaya dönüşüyor. Bütün albüm zaten inanılmaz bir netlikteki Yanic Bercier davulları ise burada çift bas davul – zil oyunu kombinasyonunu Flo Mounier seviyesine çıkarmış durumda. Zaten 40 dakika (ne ideal bir süre) içerisinde saniye durmuyor Bercier. Tüm enstrümanlar için olduğu gibi davul heveslileri için de ders niteliğinde Defiant Imagination.
Quo Vadis, death metalin birden fazla alt koluna dokunabilen bir grup olarak başta alışması zor, fakat alıştıktan sonra da unutması imkansız bir grup. Defiant Imagination ile CRYPTOPSY seviyesinde bir imza bıraktılar Montreal/Quebec sahnesine. Önceki iki albüme nazaran çok daha maceracı olduğu için başta eleştirildiyse de yıllandıkça değeri arttı ve artık teknik/progresif death metalin en sağlam albümlerinden biri olarak tanınıyor. İki klasik enstrümantal parçanın ayrıksılığı ve içimden bir türlü atamadığım “şu ikisini çıkarıp yerine bir tane daha 4-5 dakikalık bir parça konsaymış,” hissi dışında kusur bulamadığım bir eser. Eminim eskiler çok yakından tanıyorlar grubu ve albümü ama yeni dinleyiciler için 11 senedir mezardaki bu dev isim bir muamma olabilir. Eh, zararın neresinden dönülse kar; Defiant Imagination ile işe koyulup geriye doğru giderek Quo Vadis ile tanışın, kaynaşın hemen. Kendinizi bu ziyafetten mahrum bırakmayın.
Dağılmasına üzüldüğüm gruplardan biri daha. En gaz albüm açılışlarından birine sahiptir. Müzikalite o kadar zengin ki hakkını verecek bir sistemde dinlemenin şart olduğu albümlerden biri. Yoksa kritikte bahsedilen bazı numaralar dikkatten kaçabilir. Tüm enstrümanların dışında bu grubun davul kullanımı o kadar leziz ki metal müzik ve bateri konu olduğunda aklıma gelen performansların arasında yer alır Quo Vadis davulu.
Kanada’dan çıkmış en güzel şeylerden.