Klasik Bir Cumartesi: Gorguts – Colored Sands
Merhaba.
Analiz ile açıklanamayan, açıklansa da anlamlandırılamayan, Dekonstrüktivizm’den kopya çekersem belirgin bir bakış açısının ürünü olduğu anlaşılsa da bütünü bir araya getiren unsurların özenli düzensizliğindeki rahatsız edicilik nedeniyle üstünkörü değerlendirmelerde tam olarak anlaşılması mümkün olmayan bir anlayışın, hem de olabileceği en iyi halini, üstelik de en iyi ifadesini geçersiz kılacak şekilde birkaç defa sunmayı başarmış, ekstrem metalin en yüksek tepelerindeki tanrılara layık bahçesinde oturmuş, bulutların arasından aşağıdaki fanilerin beyhude çabalarını izlerken tebessüm eden gruplardan biri olarak tarihe geçen Kanadalı Gorguts’ı konuşacağız bugün.
Colored Sands‘e gelmeden evvel belki biraz geçmişten bahsetmek, neden ve nasıl bilmiyorum ama sitedeki ilk Gorguts yazısı olacağından işbu yazıda death metalin efsane ismi hakkında biraz genişten almak lazım gibi hissediyorum. Grubun teknik kapasitesini anlatmaya gerek yok belki ama dissonant denilen ve benim çoğu zaman uyumsuzluk, ahenksizlik üzerinden anlatmaya çalıştığım (dissonant kelimesini sevemedim gitti) müzikal anlayışı death metal ile tanıştıran grubun Gorguts olduğunu, üzerine basa basa, söylemek gerek. Mağara adamı metali diye tanımlanan, kök fikirlere ve gruplara odaklı basit ve dört say indirelim camı çerçeveyi metalinin baş düşmanı olan bu illeti death metalin başına saran adam Luc Lemay ve yardakçılarıdır yani.
Peki bu hafta KBC’de Gorguts konuşmamızın sebebinin kim olduğunu da öğrenmek ister misiniz? O zaman bir süredir Metalperver’in en aktif okuyucularından biri konumundaki, Discord’umuzun kötü şöhretli DSO örgütlenmesinin elebaşlarından, PATREON destekçimiz Börbır‘a el sallayın. Sitede hiç Gorguts yazısı olmadığını fark edip konuya el attı sağ olsun, bana da bahane oldu. Bu arada Patreon’da ilk hedefe ulaştık, 2. için de aramıza katılacak yeni isimleri bekliyoruz, diyerek devam ediyorum hadi. Teşekkürler Börbır!
Roadrunner Records gibi metalin en büyük kalelerinden birinin güçlü surlarının arkasında başlayan bir kariyer ve ilk albüme Chris Barnes, James Murphy gibi bugün isimlerini sayarken şöyle bir sırtımızı dikleştirdiğimiz adamların desteği ve hemen ardından gelen ikinci albümde Luc Lemay’ın deneysel, teknik sulara kayıp death metalin ateş ettiği 1993 yılında adeta başkaldırışı…Roadrunner Records’a Gorguts ile ilişkisini bitirtecek kadar net bir müzikal sapma ile Gorguts’ın sürüdekilerle çok iyi geçinemeyeceği, daha o günlerden belli olmuştu diyebiliriz aslında. Halbuki grubun 3. albümü de hazırdı, fakat ortada albümü basmaya hevesli bir şirket yoktu ve dünya, Obscura adındaki o manyaklığı dinlemek için tam beş sene beklemek zorunda kaldı. Bugüne kadar ekstrem metal sınırları içerisinde yazılmış en hasta, en yoğun, en rahatsız albümlerden birini beş sene cebinde gezdirmiş bir adam Luc Lemay. Belki 1993’te çıksa bir anomali olarak görülüp denizin dibine gömülecekti. Belki atonal çorabı, ekstrem metalin başına çok daha erken örülecek ve belki internet öncesi, Bandcamp öncesi zamanda tüketilip yeni bir akım başlayacak, biz de bugünden çok daha farklı bir müzikal iklimde olacaktık ama ne olursa olsun, Roadrunner Records’un Aman tadımız kaçmasın, bas ordan bir tane daha Obituary klonu vizyonuyla The Erosion of Sanity sonrasında Gorguts’a yol vermesi gerçekten insana saç baş yolduracak cinsten bir olay.
Tabii konumuz Obscura değil, Colored Sands. Kadro istikrarsızlığı, üzerine Steve MacDonald’ın intiharı, NEGATIVA macerası, grubun dağılıp yeniden toparlanması derken tam on iki yıl beklenen bir albümdü Colored Sands. Gorguts’ın kısa sürede herkesin önüne geçmeyi başaran vizyonuna yetişmesi için piyasanın kalanına verdiği bir süre olarak da görülebilir tabii bu zaman dilimi. Nitekim 30 Ağustos 2013’te yayımlanan 5. Gorguts albümü Colored Sands, içinde bulunduğumuz on yılı şekillendiren albümlerden biri olarak eskilere bir kez daha Gorguts’ın ne menem bir şey olduğunu hatırlatırken Obscura ile yola çıkıp yeni diyarlara ulaşmaya çalışan yenileri de zahmetsizce sollayarak daha çok yolları olduğunu göstermiş oldu.
Bu diyarın tartışmasız, yenilgisiz efendisi Luc Lemay elbette ama ondan aldığı ilhamla DYSRYTHMIA‘da deli deli işler yapan Kevin Hufnagel ve yine Dysrythmia dışında artık KRALLICE‘ten BEHOLD THE ARCTOPUS‘a kadar pek çok isim altında verdiği eserlerle kendi namını yaymayı başarmış Colin Marston’ı es geçmemek gerek. Luc Lemay’in onlara kendi sololarını yazmaları için alan bıraktığı bilinen bir gerçek ve bu ikilinin albüme çok organik tınlayan dokunuşları, Colored Sands‘deki bu yekparelik, bütünlük hissini çok güçlendiriyor. Tabii bir de ciğersiz davulculardan ORIGIN insanı John Longstreth var arkada ki o da tom üzerinde es vermeler, zil oyunları, en basit rifi bile bir cümbüşe dönüştüren ritim geçişleri sayesinde bugünden bakınca ne kadar ilham verici olduğu kabak gibi belli bir performansa imza atıyor.
Uzun beste yapıları içerisinde atonal olmak uğruna kaybolup gitmemek için, hem müzikal hem de anlatı tarafında iyi bir rehberi var Luc Lemay’in: OPETH ve PORCUPINE TREE. Başta kulağa garip görünse de türleri ve yaklaşımları boşverip beste yazımı gibi temel bir yerden baktığımızda fazlasıyla örnek alınası bu iki progresif devi, Lemay’i hayli etkilemiş Colored Sands‘de. Konuya bütünüyle metal bakarken artık gri alanları da görmeye başlıyor Lemay adeta. Bunu biraz açmak gerekirse metal yazımındaki gibi siyah-beyaz, yani bütünüyle sert veya yumuşak kısımlar yerine gizemli, nereye varacağını kestiremeyeceğiniz bölümleri ekleyerek müziğin dinamizmini katlamayı başarmış. Tıpkı eski Opeth kayıtlarında olduğu gibi, bir sonraki otuz saniyede ne olup biteceğine dair çok bir fikri olmuyor insanın bu albümü dinlerken ve eğer saniyesi saniyesine ezberlemediyseniz -ki bu hiç kolay değil- her dinleme seansı bilinmezlik yolculuğuna bir bilete dönüşebiliyor. Le Toit De Monde’ün ula ula neler oliy şaşkınlığı yaratan deli açılışından sonra birdenbire vitesi düşürmesi de, tüm albümün konsept bir hikaye etrafına kurgulanmış olması da tesadüf değil kısacası. Lemay bu anlayışı “loş ışığı anlamaya başladım,” diyerek, çok da isabetli bir biçimde anlatıyor. İlk albümünde ENTOMBED‘dan etkilenen bir isimden bahsediyoruz hala; aynı iki albümü yapmamakla nam salmış bir isim bu tabii aynı zamanda da.
Budizm’in kurucusu Siddhārtha Gautama, veya bir diğer adıyla Buddha Shakyamuni’nin reenkarnasyon ile yeniden dünyaya geldiği inancıyla yola çıkarak bedeninde onun ruhunu taşıdığı düşünülen kişiyi bulup Tibet’in ruhani dini lideri olarak kabul etmek, yani yeni Dalai Lama’yı seçmek ve buna bağlı olarak bir anlamda da Siddhārtha Gautama’yı bulmak üzerine kurulu bir konsepte sahip Colored Sands. İsterseniz bunu bir arayış hikayesi olarak düşünebilir, albümü dinlerken her neyi arıyorsanız onunla özdeşleştirerek içselleştirebilirsiniz. Tibet tarihini barış ve savaş dönemi olarak ikiye ayırarak inceleyen Colored Sands, albümün neredeyse tam ortasında giren The Battle of Chamdo ara faslı ile çok daha kaotik bir tarafa geçiyor. Yani eğer ilk üç şarkıyı dinleyip ula ula neler oliy dediyseniz bu gergin, gerisayım tadındaki orkestral geçiş parçasından sonra yaşanacaklar için hiç hazır değilsiniz demektir; tıpkı Çin istilasına hazır olmayan ve sonunda Çin’in topraklarına katılan, Çin tarafından yutulan Tibet gibi.
Tibet’in kalbini oluşturan felsefe ve felsefenin merkezindeki şiddet karşıtlığı düşüncesini sorgulayan Lemay’in Reduced to Silence ile kafasındaki soruları nihai olarak yanıtladığını söyleyebiliriz. Bire bir çevirilerle dolu, tembel götlü Wikipedia kritikleri yazmaktan hoşlanmadığım için oraya yönlendirebilirim detayları merak edenler için. Lemay’ın, Tibet felsefesinin tüm dünya tarafından bilinmesine karşın kimsenin Çin’e karşı onların yanında yer almaması hakkındaki soruları gerçekten üzerine düşünmeye değer; bu notu düşmüş olayım en azından. Barış tek başına sürdürebileceğin bir şey değil ne yazık ki.
Avangart, teknik ve atonal death metal konusunda Gorguts’ın eline su dökecek bir tek ULCERATE var galiba ki müziğe yaklaşımları bakımından birinin nefes aldırmamak üzerine dayalı, diğerinin de -en azından Colored Sands itibariyle- çok daha ferah ve nefes aldıran bölümlerle dolu bir anlayışa sahip olduğunu düşünürsek bu kıyaslama da boşa düşüyor. Kısacası Gorguts gibi müzik yapan bir tek Gorguts var, çünkü devamlı değişip dönüşen, resmen evrimleşen bir organizma bu. Taklitleri elbette var ama açıkçası hiçbiri müziği bir bütün halinde sunma bakımından Gorguts’ın yaratıcılığına ulaşabilmiş değil henüz. Colored Sands‘i dinledikten sonra umarım on iki sene daha beklemeyiz diyordum ama sekiz sene geçti bile. Üstelik Colored Sands hala tazeliğini ve güncelliğini koruyor. Herhalde her on yılda bir gelip piyasayı ayağa kaldıracak bir albümle şöyle insanların zihnini açıp gidecek Luc Lemay. Ben buna da çok varım ama keşke bu kadar uzun ara vermesen be adam. Ne yapacağını hiç bilmiyorum ama ne olursan ol, gel artık. Duy sesimizi Lemay!
Ben de börbır ve senin sayende açtım albüme bakıyorum.Çünküü hoşuma gitti ve albümü şak diye kapatmadım.ayrıca albümün konseptini de acayip merak ettim
İyi etmişsin. Bak bak, sarar mutlaka. Müzik sarmayabilir belki ama şu albümün konsept de müthiş eğer ilgin varsa: https://metalperver.com/2020/03/20/vengeful-spectre-vengeful-spectre/
Hayatımda dinlediğim en iyi albümlerden biri bu. Luc Lemay ders vermeye dönmüş adeta. Ulcerate’nin en sevdiğim albümü olan Vermis’le aynı sene çıkıp hepimize saç baş yoldurtmuş, “Gençler, bakın da öğrenin bu iş böyle yapılır.” demişti. John Longstreth de en sofistike death metal davulcularından biri. Hak ettiği değerin çeyreğini görmüyor. Colin Marston ise prodüksiyon gibi prodüksiyon çekmiş. Albümle aynı adı taşıyan şarkıdaki gitarların eziciliği de Le Toit Du Monde’nin ana rifindeki mistisizm de kusursuz duyuluyor. Ayrıca bas tonu <3.
Bir de Gorguts'ı Ulcerate, Deathspell Omega, Demilich gibi bu tarz şekilsiz müzik yapan diğer büyük gruplardan en iyi ayıran özelliği Luc Lemay'in müziğinin kusursuz bir ritmiklikte olması. Adeta makine gibi çekiç gibi kafaya iniyor her gitar rifi. Akorlar, notalar eciş bücüş birbirinin içine girse de downbeatler ve upbeatler tam yerlerini buluyor her defasında ve şekilsiz olacağım derken groovesuz olmuyor müzik hiçbir zaman. Pleiades' Dust da sanırım bu yüzden çok tutmadı hayranlar arasında. Bu ritmik yapıdan bir miktar taviz vardı o albümde. Bence o da kusursuz bir albüm tabii. Daha fazla salya akıtmadan bu yorumu da sonlandırayım.
Kaç gündür yapacak entel yorum arıyorum dümdüz yardırıcam şimdi.
Gorguts birçok açıdan eşsiz bir grup çünkü etkilenimlerinin sınırı yok gibi bir şey. Luc Lemay de müzik bilgisinin yüksek olması ve açık fikirli olması dışında enstrüman ve ritim kabiliyetinin fazla olmasıyla ilahi bir güç kazanıyor. Dinleyen herkes fark etmiştir, bu albümden bir Gorguts riffini ezberlemek bile çok zor çünkü asimetrik yapılardalar. Bu asimetriklik sadece notasal olarak değil ritmik olarak da karşımıza çıkıyor ve bence asıl zorluğu burada. Forgotten Arrows’taki riff mesela dinlerken gerçek anlamda strese giriyorum.
100/100
Le toit du monde’un girisi hayatimda en sevdigim album baslangici olabilir. Yillarca bu albumu bekleyip de daha ilk andan OHA DUR OHA olusumu hic unutmayacagim sanirim.
Dı dın dın dıdıd dı dın dın dıdududuv Dı dın dın dıdıd dı dın dın dıdududuv Dı dın dın dıdıd dı dın dın dıdududuv Dı dın dın dıdıd dı dın dın dıduduv
İlk 20 saniyesini sonsuza kadar loop’a alabilirim. Bir albüme yapılacak en iyi giriş.
Luc Lemay bana gözlüklü insanların da ayı gibi metal yapabileceğini gösteren insan olmuştu.
Albümü çıktığı sene dinledim. Tabii ki asi liseli halimle pek fazla anlamlar yükleyemesem de yine de “Lan bunda bir farklılık var, bir değişiklik var. Güzel ama yorucu” gibi yorumlar yapardım kendi kendime. Yıllar içinde o gözlüklü güzelliğinin arkasındaki wisdom’ı gördüm.
Gerçekten de 100/100