Igorrr – Spirituality and Distortion
Merhaba.
Ekstrem metalin can damarı, yenilik ve deneysellik aslında. 90’ların daha sert, en sert, sepsert yarışında sona geldik çoktan; olabilecek en brutal müziğin sınırları artık az çok belli olduğu için dikey gelişimin durduğu yerde yatay düzlemde ilerlemeye devam etmek zorunda müzik ve Igorrr da yaklaşık on beş – yirmi senedir ekstrem metalin sınırlarını genişletmek için elinden geleni yapıyor, sağ olsun.
Fransız multi-enstrümantalist Gautier Serre’in tutku projesi denilebilecek Igorrr, barok dönem müzik algısının dominant olduğu müziğinde black metal, djent, doğu Avrupa folk müziği, Balkan havaları, endüstriyel, breakcore, trip-hop ve death metal gibi türleri ölçüymüş formülmüş dinlemeden birbirine katıp akıl bulandıran işler çıkarıyor. Gautier’in ilham pencerelerinin tamamı, ardına kadar açık ve bu sayede içeri ne zaman hangi müziğin gireceğini kestirmek pek mümkün olmuyor. Elbette bir tema ve iç düzene sahip ama birkaç Igorrr parçasını üst üste dinleyip nereloloyor tepkisi vermemek imkansız. Geçen yıl yayımladığı yeni albümü Spirituality and Distortion‘da da aynı mantıkla devam ederek dinlerken “Acaba anam babam haklı mı ya? Sorun bende mi ulan yoksa?” gibi sorular sordurup insana kendini sorgulatıyor.
2017’de yayımlanan Savage Sinusoid sayesinde, tabii Metal Blade‘in de (albüm öncesi tek kişilik projeden gruba evrilip çakıyor imzayı MB’e) desteğiyle Igorrr adı hiç olmadığı kadar tanındı. Haliyle iş Gauiter’in kendi kendine takıldığı noktadan çok daha büyük ve önemli bir yere geldi. Spirituality and Distortion da Igorrr’un popüleritesini hatırı sayılır ölçüde arttırdı. Tabii bu tip özgür ve deli ruhlu bir iş yapmak için biraz da imkanlarınızın el veriyor olması lazım. Yalnızca maddiyattan bahsetmiyorum. Her şeyden önce kafanızdaki fikirler sağlam olacak, evet ama iyi bağlantılarınız, doğru kişilere ulaşabilme gücünüz yoksa böylesi albümler yapmak hiç de kolay değil. Şöyle kabaca albümde Gauiter’e eşlik eden konuk isimlere bir göz atalım mesela: kemanist Timba Harris, bas gitarda Mike Leon, piyanist Matt Lebofsky, udî Mehdi Haddab, akordeon çalgıcısı (akordeon çalan kişiye ne denir?) Pierre Mussi, kanuni Fotini Kokkala, çellist Alexandre Peronny – cello ve harpsikordist (piyanonun atası gidi düşünebilirsiniz bu enstrümanı) Benjamin Bardiaux…. Daha var ama sanırım konuyu anladınız siz. Ayrıca vokalde CANNIBAL CORPSE insanı George Fisher ve onun haricinde hem opera vokalleriyle hem de yanık çığlıklarıyla katkıda bulunan Laure Le Prunenec ve Laurent Lunoir (ÖXXÖ XÖÖX‘de de beraber çalıyorlar)… Gauiter diyoruz ama koca bir ekip var kısacası Igorrr’un arkasında.
Her kısmı işinin ehli biri yapınca da ortaya dört başı mahmur bir iş çıkıyor elbette. Spirituality and Distortion‘ın her parçasında başka bir enstrümanın öne çıktığını duyabiliyorsunuz ve hiçbiri de sakil durmuyor. Tabii en önemli kısım da Gauiter’in bu keskin geçişleri dinleyiciyi yıpratmayacak şekilde kurgulanmasını sağlayan enfes beste kurguları ve zekası. Kolayca dinlenebilecek, müzikten beklentisini sınırlı tutan dinleyiciler için bir çırpıda özümsenebilecek albümler yapmıyor belki Gauiter ama zekası ve besteciliği sayesinde asla anlaşılmayacak bir dilde de konuşmuyor Igorrr müziği. Tamamını olmasa da aradan birkaç kelimeyi, jest ve mimiği yakalayıp konuyu kavrayabilmemize olanak tanıyor. Igorrr gibi özünde delice ve kağıt üzerinde büyük kitlelere ulaşması mümkün görünmeyen bir ismin bu kadar popüler olmayı başarmasının temel sebebi de bu bana sorarsanız.
Hangi şarkıda nasıl bir yaklaşım benimsendiğinden, özellikle belirli bir kısımdaki bir melodiden bahsetmek anlamsız bu tip bir işte. Geleneksel Doğu ezgilerinin, çöl atmosferinin hakim olduğunu söyleyebilirim ama. ALCEST gibi, REGARDE LES HOMMES TOMBER gibi isimler için yaptığı işlerden tanıdığımız FØRTIFEM‘in görsel tasarımlarının da işaret ettiği üzere mistik, büyülü bir çöl akşamında partileme hissini çok iyi veriyor Spirituality and Distortion. Özellikle Downgrage Desert ve Camel Dancefloor gibi parçalarda iyice hissettiriyor Doğu mistisizmini. Elektronik ögelerin baskınlaştığı, endüstriyel ve edm pratikleriyle temponun yükseldiği anlarda da parti tarafı ön plana çıkıyor. Corpsegrinder ayısının vokalleriyle coşan Parpaing, düzenlemelerine bayıldığım Paranoid Bulldozer Italiano gibi şarkılarda da brutal tarafı roketliyor Igorrr… İyi ki anlamsız dedim ha; car car konuştum gene şu şarkı böyle, bu şarkı öyle diye.
Halüsonejik madde tüketimine bağlı kopuş hissi dışında yalnız bir Bedevi’nin düşüncelere dalmış haldeki sabırlı, ağır yolculuğunu da yaşatıyor Igorrr zaman zaman ve 2020 model Igorrr’daki bu derinliği çok sevdim. Ayrıca Avrupa’dan da çok uzaklaşmıyor hiçbir zaman ve bazen kemanın, opera vokallerinin hakimiyetiyle, bazen de metal dinamiklerini kökleyip THE OCEAN vari yerlere uzanarak (Polyphonic Rust) kendi köklerini yakalamayı başarıyor. Bu çeşitlilik ve özellikle Igorrr’un ilk iki albümüne hakim olan breakbeat ritminden uzaklaşılması, Spirituality and Distortion‘ı Igorrr diskografisinin en güçlü işi yapıyor, çünkü Savage Sinusoid‘in dağınık ve kopuk hali de yok asla bu albümde. On dört parçaya, bu kadar farklı yaklaşıma ve türleri birbirine karıştırma alışkanlığına rağmen, bütüncül bir şey anlatmayı başarmış.

Öte yandan özellikle ilk iki albümdeki arayış hissini alamıyorum artık pek. Deneysellik noktasında sanki kendi formülünü bulmaya, konfor alanına yerleşmeye başlıyor gibi Igorrr ve muhtemelen Metal Blade’in de yönlendirmesiyle ana akıma oynayan bir yerlere, festival akşamlarında retrowave gruplarıyla beraber milleti koparacak bol ışık şovlu konserlere doğru yolunu yapıyor sanki. Günün sonunda hala bir Igorrr albümü bu elbette ama görece en rahat dinlenen albümü olduğunu, biraz mücadele arayan ve şaşırmak isteyen dinleyici için o kadar da sürpriz barındırmadığını söylemek lazım. Fazla kontrollü gibi geldi bana açıkçası. Ayrıca Patrick the Chicken nerede?!?!
Bu küçük parantezi kapatıp sadede geleyim: İsterseniz Balkan ve Doğu ezgileri sayesinde bir yakınlık kurarak veya sadece ben değişik müzik dinliyorum ağbii havasını atmak için yüzeysel bir ilişki kurun, ister saatlerce dinleyip detaylara dalarak Gautier ve arkadaşlarının bestecilik anlayışını, katmanlama ve detaylandırma becerilerini, Doğu-Batı ve elektronik müzik – metal çarpışmalarını inceleyerek daha fularlı bir yerden dalın konuya ama bir şekilde Igorrr’u hayatınıza dahil edin bana sorarsanız. Türkiye’de epey büyük bir kitleye ulaşmayı başardı zaten (bunu nasıl yaptı, emin değilim) ama Igorrr müziğinin daha da çok insana ulaşacağı kesin gibi bu ivmeyi sürdürürse. Spirituality and Distortion, şimdiye kadar dinlediğim en iyi Igorrr albümü. Bir sonrakinde de üzerine koyup daha da yukarı çıkabilecek mi, göreceğiz.
87/100

İlk dinlememde Igorrr’un sakinleşip daha oturaklı bir şey yaptığını düşünüp bir rafa kaldırmıştım. Ancak kritikten sonra birkaç kez daha dinledim ve birçok partisyon kafamda çalıyor (Mesela şu an kafamda Barocco Satani dönüyor haha). Balkan ve Doğu melodilerine her zaman bir yakınlık hissettim o yüzden ilk dinlediğim Igorrr şarkısından(Houmous) beri Igorrr’la haşır neşirim aslında. Metal dünyasındaki en özgün oluşumlardan birisi ve gerçekten deli işi bir müzik yapıyorlar. Albüme gelirsek birkaç kısım hariç (Parpaing’deki This is house of… kısımlarında ben utanıyorum allahsızlar siz nasıl albüme aldınız onu?) albümü çok sevdim hatta birkaç dinleme sonrasında Savage Sinusoid’i geçebilir benim için. Tabi SS albümünün çok daha deli olduğu ortada bence. Spirituality and Distortion oturaklı ve atmosfer açısından çok yüksek bir noktada umarım Igorrr sonraki albümde tüm bu manyaklığı devam ettirir ve özgünlüğünü korur.
YALNIZ ALBÜM KAPAĞI MÜKEMMEL DEĞİL Mİ SİZCE DE?!?!?