Sabaton – The Great War
Merhaba.
Her şeyiyle bildiğim, severek veya belirli aralıklarla dinlediğim albümü, hatta albümü geçtim şarkısısı dahi pek bulunmayan İsveçli power/heavy metal topluluğu Sabaton, dokuzuncu stüdyo albümü The Great War ile bir kez daha savaşın dehşetini gözler önüne serip ölümün soğuk ellerinin boğazımıza kenetle… Yok yok, Sabaton hiç öyle bir grup değil.
Açıkçası grubun pek de anlam veremediğim popüleritesi yüzünden hiç bu topa girip de milleti başıma sarmak istemiyordum aslında. Fakat başka türlü de Sabaton’u ciddiye alıp doğru düzgün dinlemeyeceğimi bildiğim için biraz kendimi zorlamaya karar verdim ve fırsatını bulmuşken inceleme yazma motivasyonuyla defalarca dinledim The Great War‘u.
Albüm isminden de anlayacağınız üzere bu defa I. Dünya Savaşı’na, tek başına yirmi küsür Alman askerini öldürüp yüzün (bildiğimiz 100) üzerinde askeri de esir alan manyak nişancı Alvin York gibi, Kızıl Baron lakabıyla tanınan ve bir şekilde diğer pilotlara gökyüzünü dar etmeyi başarmış, seksenin üzerince uçak düşüren Alman savaş pilotu Manfred von Richthofen gibi isimlere odaklanıyor Sabaton. The Great War, gelmiş geçmiş en büyük savaşlardan birini merkezine alan konsept bir albüm.
Senfonik power metale ait bütün silahları kuşanıp son nefesine kadar saldıran bir grup Sabaton. Savaş teması ise elbette gruba özgün bir kimlik veriyor ve diğer power metal gruplarından ayırıyor. Tüm albümü saran ağır senfonik düzenlemeler, koro vokaller, bas bas bağıran bir prodüksiyon ve herhalde grubun bugünlere gelmesinde en büyük pay sahibi olan Joakim Brodén’in kendine has bariton vokalleriyle Sabaton müziği hazırlıklı olmayanlar için ölümcül bir hava saldırısının habercisi olan, kulakları tırmalayan siren sesi gibi bir etki yaratıyor. Cafcaflı, debdebeli, tantanalı bir müzik bu; ha deyip açtığında gerçekten afallatıyor insanı bu kadar keşmekeş.
The Great War‘un prodüksiyonu öyle güçlü ki anında dikkat çekiyor. Bu tip örneklerle karşılaşınca aklıma hep Star Wars’un ana teması geliyor; tıpkı insanı anında ekrana döndüren o bangır bangır müzik gibi The Future of Warfare‘in başında, ansızın giriveren klavye destekli koro öyle bir bağırıyor ki istemsizce dönüp bakıyor insan. Daha hiçbir şey düşünemeden ele geçiriyor, dikkat kesilmeye zorluyor. Eh, ne diyor Sun Tzu: “Üstün savaş mahareti, savaşmadan kazanılan zaferlerde kendini gösterir.” Sabaton da bu canavar prodüksiyonla daha spiker ilk on birleri saymadan golü atıyor işte.
Açık söyleyeyim, eğer bu albüm otuz sekiz dakika olmasaydı şu an bu yazıyı yazıyor olmazdım. Kısa şarkı süreleri kesinlikle Sabaton’un lehine işlemiş. Klavye – solo gitar kombosuyla epey eskilere götüren The Red Baron dışında Fields of Verdun gibi şarkılarda neoklasik gitarlarla veya 82nd All The Way‘de epey old-school takılıp heavy metal köklerine selam durarak çeşitlilik yaratmaya çalışmış Sabaton ama işin aslı The Great War‘un büyük bir bölümünde yumrukları sıkıp bağıra çağıra Broden’in nakaratlarına eşlik ediyoruz. Eh, bir yere kadar.
Her ne kadar prodüksiyonun ve akılda kalıcı nakaratların gazıyla bir yere kadar ilerlese de baştaki heyecan azalıyor bir süre sonra ve yüksek temponun, vokalin gazıyla kaybettiğiniz kontrolü yeniden sağlayıp şarkılardaki kimi arızalar kulağınıza batmaya başlar gibi olduğunda albüm sona eriyor. Sabaton’un vur kaç taktiğinin epey başarılı olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Bu arada gerçekten çok mu akılda kalıcılar, yoksa Sabaton tekrar ede ede zorla insanın aklına mı kazıyor emin değilim ama nakaratlar gerçekten vurucu. Fakat şu The Attack of the Dead Men‘in nakaratı, benim gibi saçma sapan cheesy şeylere bazen uzun süre sarabilen biri için bile olacak iş değil… Denegen, handrıdmen, çarcegen, dayegen… Of, korkunç… Komik de bir yandan gerçi. Galiba sevdim ya. Kahretsin. Ulan Sabaton! Fields of Verdun‘da da aynı dandik uyak oyunlarına gelmiştim zaten, of.
Albümün konsept tarafı hiç fena değil bu arada ve Sabaton kesinlikle dersine çalışıp girmiş stüdyoya. I. Dünya Savaşı’na dair bir dolu trivia içermesi bir yana, albümün bir de tarihi versiyonu var. Bu versiyonda şarkıların başlarında bir dış ses yer alıyor ve şarkının hikayesini anlatıyor. Bir de Soundtrack versiyonu var hatta ve bunda da bütün düzenlemeler film müziği tadında ve hiç de fena olmamış. Ayrıca albümün açılış parçası The Future of Warfare‘de konuk olarak Floor Jansen yer alıyor. Hani şu Nightwish’teki, hükümet konağı gibi olan hanım. Kendisi Sabaton davulcusu Hannes Van Dahl ile evli de. Evet.
Ne Sabaton’muş, konuş konuş bitmedi. Velhasıl The Great War kesinlikle eğlenceli bir albüm ve özellikle düzenlemeleriyle, prodüksiyonuyla ve nakaratlarıyla öne çıkıyor. The End of the War to End All Wars gibi bazı şarkılar, Sabaton’un ne kadar maharetli olduğunu açıkça gösteriyor ama ara sıra da ucuz, ikinci sınıf aksiyon filmi dandikliği hissi de hasıl olmuyor değil. Başta biraz yadırgarsınız belki ama sonradan kendinizi kaptırabilir, epey keyif alabilirsiniz bence.
Grubun tırt olduğunu düşündüğümü belitmekle beraber Bismark şarkısının klibinin İstanbul Rumeli Feneri’nde çekildiğini ekleyeyim.
Hiç bakmamıştım, güzel bilgiymiş ya bu.
Sabaton die-hard fanı olarak Red Baron dışındaki şarkılarda netçe bir geriye gidiş olduğunu söylemem gerek. Bunu “sayın” Thorbjörn Englund’un ayrılması ile çok alakalı buluyorum. Bir yandan da grup, aslında gücünü “ucuz” dediğiniz fakat aslında farklı bir anlamı olan bir şeyden, epiklikten almakta. Albümde epikliği hissettirecek herşey, az kullanılmış.
Sabaton’un buraya doğru “ricat etmesi” normal, çünkü bir zaferi anlatmak, onu hissetmeyi gerektirir. Oysa Sabaton’un üyeleri, röportajlarında belirttiği gibi apolitik, bar grubu elemanları. Dolayısıyla hissetmediğin bir şeyi yapamazsın. Bu o Sabaton’da sevdiğimiz “enerji”nin elde edilemediğini sanıyorum. Yine de konsere gelseler, ortalığı sallayacak bir grup, canlı performansları güzel (arada Broden konsantrasyonunu kaybedip bazı şarkılarda sanki yerdeki promterdan okuyor bence parçaları ama olsundu).
Kısacası Thorbjörn sonrası, Sabaton değişiyor. Bunu ifade ediyorlardı albümlerinde yeni şeyler deniyoruz diye. Değişik janrı seven tayfa gıcık olsa da, önleri açık olmaya devam edecek. Bundan 50 yıl sonra bir Queen, AC/DC gibi rockstarlar mertebesinde onları hayırla yad edeceğiz/çocuklarımız yad edecek.
Grubun iç dinamiklerine göre değerlendiren bir yorum görmek çok güzel oldu ama Queen, AC/DC gibi grupların mertebesi… Bilemiyorum Altan.