Gorefest – La Muerte
Merhaba.
Geçtiğimiz Cuma akşamı eş-dost ortamında metalcilik aktiviteleri icra edilirken yerli değerlerimizden Razor Inc.’ın For the Masses çalmasıyla birlikte bir kez daha hatırlayıp coştuğum, eve dönerken ve ertesi gün birkaç tur çevirdiğim Gorefest, özellikle yeni nesil dinleyiciler için pek de anlam ifade eden bir grup değil ne yazık ki. 1989-1998 ve 2005-2009 yılları arasında faaliyet gösteren Hollandalı ölüm metali timi, aktif olduğu yıllarda ortalığı toz duman etmiş, kamyon gibi bir grup.
Jan-Chris de Koeijer’in gaddarlıkta Gaddar Kerim’i aratmayan boru gibi vokalleri ve Frank Harthoorn’un Nokia3210 sertliğindeki gitarlarıyla Gorefest kısa sürede metal tarihine geçmeyi başardıysa da 1998’deki dağılmanın ardından bir daha eski popülerliğine kavuşması mümkün olmadı. 2005’teki La Muerte ve sonrasındaki Rise to Ruin ile yıllar sonra yeniden akıl almasına rağmen kısa süre turladıktan sonra Gorefest bir daha geri dönmemecesine metal sahnesinden ayrıldı ne yazık ki.
Sitede Gorefest ile ilgili pek bir şey olmaması ve grupla tanışmamın neredeyse yirmi yıl kadar geriye gitmesi yüzünden bir gönül bağına sahip olmamdan dolayı girişi uzun tuttuysam da artık Avrupa death metalinin en büyük gruplarından birinin geri dönüş albümünü inceleme yürekliliği göstereceğim cümlelere geçme vakti geldi herhalde.
Son iki albümü PANTERA ve İngiliz heavy metali ve saykodelik rock müziği etkisinde ve geçmişi aratan albümler olan, yedi yıl boyunca kimsenin haber alamadığı bir grubun geri dönüş albümünden pek de bir şey beklenemez belki ama kazın ayağının öyle olmadığını gösterdi Gorefest ve insana İstiklal Marşı’nı tersten okutturacak kadar vicdansız bir albümle geri döndü… Yani dönmüştü. Ben bu yazının zaman kipini çözemeyeceğim herhalde ama durun hele.
Hak ettiği ilgiyi göremeyen Ed Warby’nin tempoyu enfes ayarlayan pırıl pırıl davulları ile Frank’in makine kusursuzluğundaki ritim gitarı, Bonebakker’ın çılgın soloları ve sarı saçlarını deli gönlüme bağladığım, bas gitarı ve boru sesiyle karizmadan ölen J.C’in I’ve got the music for the masses! ilanıyla açılan La Muerte, bir saati aşan süresiyle bir death metal albümüne göre epey uzun çalma süresince adamı yerden yere vuruyor. 1994 yılında çıkan Erase sonrasında gruptan gerçek, katıksız bir death metal duyamayan kulaklar için bayram niteliğindeki La Muerte, yeni dinleyiciler için ise Gorefest adının neden efsaneler arasında yer aldığını anlamaları adına enfes bir rehber adeta.
Tabii ki La Muerte‘yi detaylı bir şekilde analiz edebilir, fikirler üretebiliriz ama When The Dead Walk The Earth’ün ilk yirmi saniyesini duyduktan sonra doğrudan azılı bir Gorefest hayranına dönüşme olasılığınız, buraya yazacağım sayfalarca şeyi okuduktan sonra Gorefest dinlemeye ikna olmanızdan çok daha yüksek. Ya da You Could Make Me Kill‘in solosuna baksanız acaba bir. Of Death And Chaos’un 90’ların başına götüren harika trafiği yüzünden kendinizi albümü sipariş ederken bile bulabilirsiniz hatta. On dakikalık süresiyle epik bir enstrümantal kapanış sağlayan La Muerte ise Hollanda’ya bir bilet alıp Gorefest elemanlarının kapılarına dayanmayı hayal ettirmiyor değil. Yahu hepsiniz geçtim, For the Masses’in ikinci yarısını herhangi bir GOJIRA hayranına bir dinletin; görsün bakalım nerelerden geliyor o fikirler.
Elbette ilk üç albümün yeri çok ayrı ve son albüm Rise to Ruin daha yüksek tempolu ve agresif yapısıyla La Muerte‘den daha ilgi çekici olabilirdi ama La Muerte, Gorefest’in benim için ne anlama geldiğini yeterince açıklayan, taş gibi bir albüm. Diğer albümlerle kıyaslamadan duramadığım için puana çok takılmayın ve Gorefest danalığından, La Muerte ayılığından kendinizi mahrum bırakmayın. Sonuçta death metal or gtfo ulan, haha.
Geri bildirim: Tek Atış: Mnemocide – Crash & Burn – Metalperver