Swallow the Sun – When a Shadow is Forced Into the Light
Merhaba.
Romantik, umutsuz ve içimizi bunaltmaya, ruhumuzu karartmaya yemin etmiş Finlandiyali Swallow the Sun, 2015’te yayımladığı ve yirmi bir şarkı ile iki buçuk saatlik epik bir dinleti sunan son albümü Songs From the North‘un ardından, yaşanan bazı tatsız hadiseleri düşününce aslında beklediğimden çok daha kısa bir süre içerisinde yeni albümünü duyurdu ve geçtiğimiz Cuma When a Shadow is Forced Into the Light‘ı ortamlara salarak bir kez daha ağzımızın orta yerine… Neyse şimdi.
Yeni albüm öncesindeki dört yıllık süreçte on sekiz yıllık gitaristini ve on altı yıllık klavyecisini kaybetmiş olsa da altı kişilik grubun üç elemanı ilk günden beri sabit hala ve özellikle de kurucu gitarist Juho Raivio’nun vizyonu doğrultusunda yaklaşık yirmi senedir, hemen hemen düzenli sayılabilecek aralıklarla yaptığı albümlerle death/doom camiasında önemli bir konuma yükseldi Swallow the Sun. Fakat bir bu dört yıllık zaman zarfında öyle kritik, öyle yıkıcı bir olay gerçekleşti ki yeni albüm haberine heyecanlandığım kadar gelecek şeyi biraz öngörebildiğim için bir yandan da çekiniyordum. Çünkü Juho Raivio ne yazık ki 2016 yılında kendisi gibi müzisyen sevgilisi Aleah Stanbridge’i kanser nedeniyle kaybetmişti.
Muazzam bir yaratıcılık ve duygusal adanmışlık gerektiren Songs From the North gibi devasa bir eserin ardından Swallow the Sun’daki elemanların ne yapacakları merak konusuydu aslında ama Juho’nun eşinin 2016’daki ölümü Juho’yu hiç ara vermeden yeniden müziğe yönlenmesine ve teselliyi müzikte aramasına neden oldu. Önce eşinin anısını diri tutmak için kurduğu Hallatar ile insanı yerden yere vuran, ağır, karanlık ve zor bir albüm yaptı Juho. Şimdi de albüm adını yine Aleah ile birlikte çaldıkları Trees of Eternity‘nin ilk albümündeki sözlerden alan When a Shadow is Forced Into the Light ile bir şekilde eşinin hatırasına tutunmaya devam ediyor Juho.
Tabii tüm bunları bilince daha albümü açmadan dahi koca bir fil gelip oturuveriyor göğüs kafesinizin üzerine. Gel de şimdi gitarlar şöyle, davullar böyle diye konuş hadi.
Elli iki dakikalık süresiyle şimdiye kadar yapılmış en kısa Swallow the Sun albümü When a Shadow is Forced Into the Light. Buna karşın ağır ve katmanlı, ancak birkaç kere dinledikten sonra açılmaya başlayan türden bir albüm. Sert-yumuşak geçişleri aslında iç içe bir halde ama ilk bakışta bunu özümsemek kolay değil. ALCEST benzeri bir yaklaşımın çıktısı şeklindeki sert açılış parçası, Firelights gibi dümdüz MARILYN MANSON gitarıyla (If I Was You Vampire) açılıp black metale yaklaşan seviyelere ulaşan bir şarkı ile Upon the Water ve Never Left gibi bence son zamanların en tesirli doom metal şarkılarından bazılarını birlikte düşününce Juho’nun ne yapmak istediğini pek anlayamıyor insan ama Swallow the Sun bir şekilde tüm bunları bir çerçeveye oturtmayı başarıyor. Sayılır.
Açıkçası ben daha yoğun ve bütüncül bir albüm bekliyordum ama kimi anlarda albümün üzerindeki bu yoğun, üzücü ve umutsuz hava ciğerlerine dolup insanı nefessiz bıraksa da Juho kimi bölümlerde çok daha melodik, yumuşak ve sıklıkla rock tabanına kayan gitarlarla daha dingin ve minimal bir hava da yaratmak istemiş. Bu nedenle bazı besteler biraz havada kalıyor. Aynı şarkılar etrafında konuşuyormuş gibi olacak ama Firelights sonrası Upon the Water‘ı hiç beklemiyorum mesela ve bu hem o şarkıyı olduğundan daha güçlü gösteriyor hem de Firelights‘ı biraz anlamsız kılıyor. Neyse ki en alakasız bölümlerde bile sinematik bir atmosferi, melankoli hissi fazlasıyla korumayı başardığı için alışıyorsunuz bir süre sonra albümdeki çeşitliliğe. Tabii bir de Never Left gibi her defasında göz pınarlarını dolduracak, piyano/vokal uyumuyla anında zihne kazınan ve son bölümünde tekrar eden sözleriyle insanın içinden geçen harika bir kapanış, albümü olabilecek en yüksek noktada kapatıyor.
Albümün duygusal açıdan yükseldiği bölümlerle diğer kısımlar arasında bariz bir fark olması, aynı şekilde bu şarkıların müzikal açıdan da diğerlerini çok rahat gölgede bırakıyor olması yüzünden When A Shadow is Forced Into the Light için iyi bir albüm diyemem ama birkaç şarkıda gerçekten yapacağını yapmış yine Swallow the Sun. Fakat albümün genelinde bir tutarsızlık hissetmemek mümkün değil. Yine de Juho’nun motivasyonlarını düşününce hiçbir şey diyesi gelmiyor insanın. Zaten o yüzden de iki saattir konuşup konuşup çok az şey söyleyebildim albümle ilgili. Ne bileyim, bazen de bilemiyor insan işte.
70/100
Bu albümün standart olarak grubun eski albümlerinden birkaç adım geride olduğu aşikar. Atmosfer kurmak adına yer verildiğini düşündüğüm “yumuşak” kısımlar süre olarak gereğinden fazla yer kaplıyor bence. Swallow the Sun’dan 2015’teki 3 CD’lik albümün 3. CD’si tadında şeyler duymaktan daha mutlu oluyorum ben. Bu tatları yine almadım değil, ama biraz fazla dağınıklar. Grubu çok sevmeme rağmen bu albümü o kadar sevemedim ne yazık ki.
ilk keşfettiğim zamanlar ne güzel black metal vokalli melodik doom/death yapan adamlardı bunlar, tamam mikko’nun clean vokali de gayet güzel ama yakında opeth’ in mikael’ine bağlayacak diye korkuyorum.
Albümü umarım beğenirim henüz dinlemedim zira ama new moon’ dan bu yana dişe dokunur birşey de yapmadılar benim açımdan.
Beklentilerini düşününce bunu sevmen biraz zor gibi ya. Albümü topyekün sevmek zor zaten ama birkaç şarkı hiç fena değil bence.
Şurada biz bizeyiz, söyleyeyim; sağda solda paylaşırken denk gelir de Juho’nun açıp bakacağı tutarsa diye 70 verdim ahah. Yazıdan da belli oluyor herhalde. Yoksa 65 bandının ötesine geçemez bu dağınıklıkla. Upon the Water’a kıyamadım biraz da.
Bir haftadır Upon the Water nakaratı söyleyerek geziyorum etrafta. Çık aklımdan artık, long tide is gone, forever, forever; git ya, git.