Cult of Luna – A Dawn to Fear
Merhaba.
Post-metal tanımı biraz karışık ve çoğu zaman yetersiz bir tanımlama. Farklı türlerden grupları post-metal çatısı altında konuşabiliyoruz ve bu kimileri için kafa karıştırıcı olabiliyor. Kaldı ki ALCEST ile ULCERATE‘i veya INTRONAUT‘u aynı kategoride değerlendirmek saçmalık zaten. Neyse, bu işin farklı bir boyutu ama özellikle bu yıl çıkan yeni PELICAN, RUSSIAN CIRCLES ve INTER ARMA albümleriyle 2019’un atmosferik post-metal/sludge adına çok iyi geçtiğini düşünüyorum. Hatta geçtiğimiz yıl THE OCEAN‘ın yaptıklarını da unutmadık daha… Metal denildiğinde akla ilk gelen türler arasında olmasa da ve icracıları hem imaj hem tavır olarak metal camiasının biraz dışında konumlanmayı tercih etseler de post-metalin giderek palazlandığını söylemek mümkün kısacası. Fakat tüm bu isimler bir yana, varlığını canım ciğerim ISIS‘e borçlu olan ve atmosferik progresif post-hardcore/sludge gibi sonsuza uzayan bir tür paletine sahip İsveçli Cult of Luna, 2013’de yayımladığı ve tür adına belirleyici albümlerden birine dönüşen Vertikal‘in ardından nihayet yeni bir albüm ile karşımızda.
Tabii arada Mariner gibi bir başyapıt patlattılar ama Cult of Luna özelinde konuşmak gerekirse A Dawn to Fear doğrudan Vertikal‘in devamı niteliğinde ve Mariner‘deki enteresan feminenlik ve Julie Christmas’ın sesi üzerine kurulan o akıldan çıkması imkansız atmosfer ile pek alakası yok. O yüzden ben duramayıp bir kez daha Mariner övmeye başlamadan albüme geçelim.
On dakikayı aşan dört şarkıyla toplamda seksen dakikaya uzanan bir albüm A Dawn to Fear; ne ile karşı karşıya olduğunuzu baştan bilin istedim. Konsantre olmakta zorlanan, dikkat aralığı dar dinleyiciler çabuk sıkılabilirler belki ama Cult of Luna’nın hedef kitlesi de bundan çok farklı zaten. Kurulmaya, gerilmeye, salıverilmeye, teslim olmaya razı olmak lazım biraz.
Yirmi yılı aşan kariyeri boyunca yumuşak başlı, hülyalı atmosferik bölümlerle ezici bir ağırlığın mümessili sludge canavarlığını çok iyi birleştiren Cult of Luna, A Dawn to Fear‘da da bu meziyetinin ekmeğini yemeye devam ediyor. Canlı dinleme fırsatı da bulduğum (canlıda bir hayli etkisizler bu arada bence) harika açılış parçası The Silent Man‘den itibaren bu dengenin gözetildiğini işitmek mümkün. Hardcore bağırışlarıyla mikrofona ve kulaklarımıza işkence eden Johannes Persson’un öfkeli performansı ile gruba 2015’te katılan Kristian Karlsson’un piyanosunun atmosfere kattığı ağırbaşlılık arasındaki çatışma ise bu hassas dengenin en büyük belirleyicisi.
Metropolis filminden esinlenen Vertikal‘in ve siren çağrısı Mariner‘in aksine çok daha sade bir yapı tercih etmişler bu defa. Sludge ve post-metalin temel prensiplerini kullanarak seksen dakika boyunca dikkati üstünde tutabilen bir müzik yapmak ise yalnızca Cult of Luna gibilerin becerebileceği bir şey. Klavyenin atmosfere katkısı inanılmaz düzeyde ve bazen doom metale göz kırpan (A Dawn to Fear), kreşendo kavramını tanımlayan (Lights on the Hill), nefes alamayacak kadar bunalmanın eşiğinde devreye giren kısa kurulum sihirbazlı parçalar (Lay Your Head to Rest) ya da temiz vokal ile çeşitlenen atmosfer (We Feel the End), İsveçli topluluğun cephaneliğinin ne kadar zengin olduğunu ortaya koyuyor.
Genel atmosferi bozmadan, şarkıların arasındaki bağı koparmadan, yavaş ve özenle inşa edip ansızın hepsini paramparça etmek şeklinde özetlenebilecek formülün dışına çıkmayı çok iyi beceriyor Cult of Luna. Böylece uzun şarkı/albüm süresine rağmen aynı yemekten zorla üçüncü tabağı yedirmeye çalışıp bunaltmıyor insanı. O nedenle oynat tuşuna basıp arkanıza yaslanın ve her zaman için dalga hareketiyle çok benzeştirdiğim Cult of Luna müziğinin git-gellerine bırakın kendinizi.
Tabii madalyonun bir de diğer yüzüne bakmak lazım. A Dawn to Fear‘ın katmanlı gitar işçiliği ve onu besleyen harika klavye/piyano kullanımı hakkında negatif bir düşünceye sahip olmasam da grubun kullandığı motiflerin, türü çok dinleyenler için biraz sıradan kalabileceğini düşünüyorum. Duyduğunuz şeyleri başka bir şeylere benzetmekte zorlanmayacaksınız muhtemelen ve yukarıda bahsettiğim gibi grubun sunduğu tecrübeye kendini kaptırıp gidince bir önemi kalmıyor belki ama uzaklaşıp dışarıdan bakınca uzun vadede A Dawn to Fear‘ın değerinden götürebilecek bir özellik gibi görünüyor bu. Zaten film uzunluğunda albüm yapmış ruh hastaları; araya tekrar tekrar kurcalayacak bazı taze fikirler serpiştirilmiş olsa ileride albüme geri dönme noktasında fena olmazdı sanki… Bir de gerçekten elinizi vicdanınıza koyun; Lights on the Hill‘den veya The Fall‘dan biraz kırpıp hiç olmazsa yetmiş dakikanın altına indirsek albümü, A Dawn to Fear‘ın bütünsel etkisinde bir azalma olur mu? Hiç sanmıyorum.
Yine de tüm bunlar çok iyi bir albümün ufak tefek pürüzleri ve neticeye bakacak olursak A Dawn to Fear, geçtiğimiz aylarda yayımlanan yeni ADRIFT albümü Pure ile beraber (Isis sevenler; kaçırmayın) kendi türünde 2019’un en iyi albümlerinden bir tanesi. Hatta bu kadar uzun ve sade olmasaydı yılın albümü adayları arasında bile çok güçlü bir seçenek olurdu benim için.
87/100
Metalperver’de olan bitenden memnunsanız PATREON aracılığıyla hayırlara vesile olabilirsiniz. Okuduğunuz için teşekkürler.
Geri bildirim: Cult of Luna – The Raging River [EP] – Metalperver