Rivers of Nihil – Where Owls Know My Name
Esasında bu tarz bir albüme kendi rızamla kritik yazmam kolay kolay ama bu sefer işin rengi başka; ne diyor Bette Davis:
Amerikan djent etkili ve core soslu teknik/progresif death metal grubu Rivers of Nihil, 2009 yılında Pennysylvania’da kurulmuş ve hoca efendinin de desteğiyle kısa süre içerisinde piyasada kendine yer edinmiş bir isim. CARI CAARI CUUĞRU CAARI ettirdiğimiz yedi-sekiz telli gitarlarımızı daha efektif bir şekilde nasıl kullanabiliriz sorusuna cevap olarak, Metal Blade gibi bir devin piyasaya sunduğu grubun ilk albümünü dinlemediğimi itiraf etmeliyim. Grubun 2015 yılında yayınladığı ikinci albüm Monarchy’ye ise fazlasıyla dağınık bulduğum ve bölük pörçük fikirlerin arasında kaybolarak kısa sürede yorulduğum için gelişine voleyi çakıp göndermiştim.
Önceki iki albüm özelinde Rivers of Nihil’e yapılan en büyük eleştiri grubun etkilendiği isimleri fazlasıyla gözümüze sokması ve büyük ustalara özenerek çıktıkları yolda her ustadan bir şeyler göstermek isterken ortaya kendilerine ait bir şey çıkaramamaları gibi bir noktada toplanıyor. Bu iki albüme o kadar hakim olmadığım için bir şey diyemem ama özellikle Monarchy konusunda yapılan olumsuz eleştirilere katılıyorum. Buna karşın grubun tıpkı potansiyelini doğru düzgün kullanmayı beceremeyip saçma sapan işler peşinde koşan Fallujah gibi, Black Crown Initiate gibi isimlerinkine benzer bir potansiyeli vardı ve bu nedenle de grup ile aramda aralık bir kapı bırakmıştım. Ne diyeyim, iyi ki de öyle yapmışım yahu!
Her şeyden önce Where Owls Know My Name için ilk söyleyeceğim şey şu olacak: KING CRIMSON! Oh, iki paragraftır bu ismi bağırmamak için zor tutuyordum kendimi. Arkadaşlar bu nasıl bir King Crimson sevgisiymiş, bu nasıl bir King Crimson sevgisini kendi müziğine böylesine klas bir biçimde yansıtmakmış böyle?
Açık konuşmak gerekirse albümdeki gitarlarda pek bir numara yok ve palm mute denilen kesik ve kapalı gitar çalma tekniğiyle basılmış bir sürü rif albümün orasına burasına yedirilmiş durumda. Fakat öylesine bir King Crimson’lık var ki arkaplanda, gitarların kıytırıklığı meselesine takılmadım, takılmayacağım.
Evet, King Crimson meselesine yeterince dikkat çektiğime göre albümle ilgili bir diğer önemli mevzuya geçelim: SAKSAFON! Yahu arkadaş, siz yukarıda ifade etmeye çalışıp da beceremediğim şekilde abuk bir death metal füzyonu yapmıyor muydunuz, saksafon da nereden çıktı? Hayır bir de gider bulursun bir saksafoncu, getirir bir şarkının sonunda iki üfletir yollar, sonra da havanı yaparsın biz de böyle değişiğiz kardo, bizim kafamız başka moruks diye, anlarız biz de derdinizi. Fakat dört parçada birden çaıtr çutur, neredeyse parçaların karakterini belirleyecek kadar ön planda saksafon kullanmak hakikaten biraz manyaklık gibi bir şey. Çok tuttum, çok beğendim, keşke her parçaya koysalarmış dedim. E saksafon sesi sevilmez mi hiç!
Baykuşların isminizi bildiği yerde tabii ki yaşamın normal seyrinde devam etmesinizi bekleyemezsiniz, haliyle albümdeki ilginçlikler burada bitmiyor. Her ne kadar günün sonunda bir death metal albümünden bahsediyor olsak da benim albümde en beğendiğim ve takıldığım parça Terrestria III: Wither oldu. Muhteşem bir film müziği havasında geçen bu enstrümantal parçanın ilk iki bölümü nerede diye merak ediyorsanız hiç albümün sağını solunu kurcalamayın; Terrestria I ve Terrestria II, grubun önceki iki albümünde yer alıyor. Bak ruh hastalarına ya. Efendim, bu parçaya bu kadar tutulmamın sebebi sadece film müziği tadında olması değil, bünyesinde bir de TROMPET ve VİYOLONSEL şovu barındırması. Bu saatten sonra şaşırmamış olmanız lazım tabii buna ama ben ilk dinlediğimde dev şaşırdım, hala da biraz şaşkınım. Ne kadar güzel yapmış eşşoğ… Ağzımı bozduracak keratalar ya.
Farklı enstrümanların işin içine dahil olması ve grup elemanlarının bu modern müziğe 70’ler prog/rock gruplarından bir şeyler yedirmeye çalışmaları takdire değer elbette ama eğri oturup doğru konuşmak gerekirse tüm bunlar Where Owls Know My Name‘e ne katıyor, albüme nasıl bir karakter veriyor diye sorsanız bir cevap veremem. Çünkü grup ile ilgili yazının başında belirttiğim eleştiriler dahilinde albümde dev bir kopukluk var. Peki hal böyle olunca elemanların yaptıkları iyi şeyleri de çöpe mi atacağız? Ben kıyamadım, atamadım. Siz belki dinlediğinizde her şey kulağınıza karman çorman gelecek ve albümün içine giremeyeceksiniz. Hatta belki de daha beteri olacak ve albüme girdiğinizde içeride bir şey bulamayacaksınız. Çünkü gerçekten de albüm bir bütün oluşturmaktan çok uzak.
Gitarlar dağınık, parçalar birbirinden kopuk gibi ağır ifadelerden sonra albümde toplamda beş kişilik bir vokal performansı olduğunu, bu vokal çeşitliliğinin albüme nefis renk kattığını belirterek iyice kafaları karıştırıyor ve hemen akabinde biraz da Jared Klein kardeşimden bahsetmek istiyorum. Gruba geçtiğimiz sene katılan Jared Klein’ın ya cinsel hayatı çok düzensiz, ya hormonel bir bozukluğu var ya da kendisi aslında bir makineli tüfek ama bundan haberi yok. Neden durmuyorsun sen sevgili Jared? Bu başta müziğe güç katan ve zenginleştiren bir unsur gibi görünse ve anam coştu lan bunlar dedirtse de bir süre sonra Jared o kadar yorucu bir hal alıyor ki bu muhabbetin ağzına sıçtı dedirtiyor ne yazık ki. Umarım ne demek istediğimi yeterince anlatabilmişimdir.
Epeydir bu kadar uzun bir yazı yazmıyordum ama Rivers of Nihil hakkında söylenebilecek çok şey var gerçekten de. Temelinde kaliteli bir iş olup olmadığı tartışılır ve bana kalırsa altyapısı pek sağlam değil. Ancak öyle farklı ve güzel çılgınlıklarla dikkatinizi genelden özele yoğunlaştırıyor ve bunu o kadar sık yaşatıyor ki, bir noktadan sonra gerçekten de albümdeki bütün falsoları görmezden geliyorsunuz. Fakat mesele biraz da bunları çıkarınca geriye ne kaldığında herhalde.
Özetle ben bundan sonra bana Where Owls Know My Name soran olursa kötü albüm ama çok iyi müzik diyeceğim sanırım. Bu sizi ne kadar tatmin veya ikna eder bilemiyorum ama durum budur. Haydi geçmiş olsun, yazının sonuna gelmeyi başardınız.
80/100
Djent etkili mi 🙁
Doğrudan olmasa da kullandıkları kimi kalıplar ve drop f’e uzanan gitarlarda djent etkisi duymak mümkün, evet. The Silent Life’ın riflerine göz atabilirsin mesela ama “djent” diye sevilecek ya da uzak durulacak kadar yoğun bir etkiden söz etmek mümkün değil, onu da not etmek gerek.