Cathedral – The Last Spire
Artık Cathedral isimli bir grup yok. Yirmi dört sene süren harika bir dönemin ardından grup kendini feshetti ve emekliliğini açıkladı. Grubun hemen hemen tüm albümlerini dinlemiş, aralarından hatırı sayılır bir kısmını kendine baş tacı etmiş bir dinleyici olarak, çok geç de olsa bu yazı vesilesiyle grubun dağılmasından dolayı duyduğum üzüntüyü buraya bırakayım öncelikle. Çok canımı sıktın Lee Dorrian. Portreni yakarlar umarım. Gerçi o başka Dorian galiba. Olsun.
Görece olarak pek de popüler sayılmayan doom/stoner türünde kendisini konumlandıran Cathedral, yıllar içerisinde kimi zaman stoner, kimi zaman da doom türüne daha yakın duran müziğiyle önemli bir kitleyi kendisine çekmeyi başarmış, her ne kadar oldukça uzun varlık süresi ile karşılaştırılınca sönük gibi dursa da aslında oldukça görkemli sayılabilecek bir isme ve marka değerine sahip.
Grubun bilenin sevdiği statüsüne sahip olmasındaki en büyük etken Cathedral’ın türdeş sayılabilecek gruplara göre çok daha derin bir müziğe sahip olması. Progresif öğeler, farklı beste anlayışları, kimi şarkı ve hatta albümlerdeki beklenmedik çeşitlilikler derken Cathedral her doom severin veya salt stoner dinlemek isteyen dinleyicilerin zihninde ilk beliren isim olamıyor. Buna rağmen bir şekilde grubun müziğini kucaklamayı başarırsanız, bu sefer de Cathedral benzeri başka şeyler bulamamak gibi harika bir sıkıntıya düşmeniz ziyadesiyle mümkün. Zira Cathedral şahsına münhasır bir oluşum(du), ve her zaman da öyle kalacak… Gözüme bir şey kaçtı bir saniye.
Efsanevi Monthy Python’dan da hatırlanabilecek, Kara Veba sırasında her köyden yankılanan “Bring out yer dead!” sözleri ile açılan Entrance to Hell, Cathedral’ın kendi cenazesini oluşturan The Last Spire’a enfes bir giriş sağlıyor. Hemen her Cathedral albümünde olduğu gibi The Last Spire’ın da daha ilk saniyelerinden o uğursuz mezarlık havası, bariz bir ürperme ve tedirginlik hissiyle beraber dinleyeni sarıp sarmalıyor.
Her ne kadar Cathedral için daha dinamik bir tanımlama yapmış olsam da The Last Spire ilginç bir şekilde daha doğrudan bir albüm. Belki biraz nostaljik ve romantik bir bakış açısı olacak ama belli ki grup elemanları son albümü yazarken grubun gençlik yıllarına yakın durmak istemişler. Oldukça düşük bir tempoda, Trouble-Pentagram-Candlemass üçlüsünün kulaklarını sık sık çınlatan besteler, The Garden of Unearthly Delights‘dan beri Cathedral’dan duyduğum en güzel şarkıları oluşturuyor.
https://www.youtube.com/watch?v=7NHtHElbLbY
Bilen bilir, zaten grubun gitar tonları inanılmazdır. Helm Hammerhand’in borusu gibi, Estergon kalesi gibi, Timur’un filleri gibi, hindistan cevizi gibi, hücum edilemez bir vücut içerisinde ölmez bir ruh gibi bir tondur bu ton. Ehm, neyse. Geleneseksel doom türündeki bestelerin stoner rock dokunuşlarıyla süslendiği albümün en ağır topu ise, Entrance to Hell sonrası duyulmaya başlanan enfes Pallbearer.
Çoğu Cathedral albümüne olduğu gibi, The Last Spire albümü için de içine girmesi zor bir albüm nitelendirmesi yapmak mümkün. Ancak yalnızca birkaç dinlemeden sonra eteğindeki taşları dökmeye başlıyor. O zaman da ilk dinlemede biraz sıkan Tower of Silence betonarmeliği, An Observation‘ın iki yarısının farklı delilikleri daha belirgin bir hale geliyor.
Grubun çoğunlukla geçmişini andığı, kimi zaman da kendi ismini oluşturan unsurları ön plana çıkardığı The Last Spire, grubu ilk defa dinleyecek olanlar için bile oldukça yeterli. Kişisel olarak girişte söylediğim gibi baş tacı ettiğim albümlerden olmasa bile Cathedral’in ne olduğunu, diskografisinde neler vaad ediyor olabileceğini çok açık bir şekilde gösteren bir albüm. Uzun zamandır bir Cathedral övesim vardı zaten ama elim gitmiyordu. Klasik köşemde Forest of Equilibrium ile tekrar buluşana kadar ve aslında da ne yazık ki sonsuza dek elveda sevgili Cathedral.
83/100