Blut aus Nord – The Work which Transforms God
Tanrı’yı değiştiren çalışma. Bir albüm için oldukça iddialı bir isim olduğu tartışılmaz; ama BLUT AUS NORD da kuruluşundan beri oldukça iddialı bir gruptu zaten. “Ultima Thulée” isimli harika albümle piyasaya çıkarken bile farklı bir grup olacaklarının sinyalini veriyorlardı. Evet, yaptıkları türe çok fazla yenilik getirmeyen, atmosferik Black Metal suları içinde gezinen bir albümdü ama icra kaliteleri onların fazlaca el üstünde tutulmalarına yetmiş, artmıştı bile.
Black Metal icra eden ve her albümünde ortaya yeni bir şeyler koymaya çalışan gruplar genelde bir yerden sonra davayı satmakla suçlanırlar malumunuz. Bunun temel sebebi sanıyorum bu grupların çoğunun, türün imzası olan atmosferi bir süre sonra bir kenara atmasıdır. Ya Black Metal kökleri tamamen terkedilir, ya da karmaşık bir müziğin içindeki bir çok malzemeden yalnızca biri halini alır. Elbette ki bu durumun istisnaları var, ve bu istisnaların en başarılılarından biri de şüphesiz BLUT AUS NORD. Bu albüme gelene kadarki albümlerinde müziklerine ufak tefek yenilikler katan grubun aklında, “The Work which Transforms God”‘ı yaparken belli ki bambaşka şeyler varmış. Albümün isminin ortaya koyduğu değişim ile, belki Tanrı’yı değil ama hem kendi müziklerini, hem de metal müzik içinde açık fikirli bir çok grubu etkiledikleri yadsınamaz.
Grubun aklında apaçık bir “dönüşüm” olduğu kendini her şeyiyle belli ediyor. Albüm kapağından ismine, End isimli girizgâhtan Procession of the Dead Clowns’ın son saniyelerine kadar, cesaret edilebildiği kadar her şey “dönüştürülmüş”. Kapakta Da Vinci’nin Vitruvian adamının hafif distorte edilmesi, Black Metal’in ilahı Şeytan’ın sayısı olan 666′nın değil, Tanrı’nın sayısı 7′nin; hatta Teslis’in mükemmeliyetini belirten 777′nin kullanılması daha ilk bakışta göze çarpanlar. Albümün içine girilince ise geleneksel rifler yerine THORNS’un ilk tohumlarını serptiği ikinci dalga Black Metal tarzı riflerin (ki bunların bile kimi zaman eğilip bükülerek) kullanılması gibi etmenlerle karşılaşıyoruz. Büyük hedeflerle yola çıkılmış, ve bu hedeflerin birçoğuna ulaşılmış. Tamamı değil de birçoğu dememin en büyük sebebine ise alttaki paragrafta göz atacağız.
Gelenekselin epeyce dışında seyreden bu albümün en geleneksel yanının vokaller olduğunu rahatça söyleyebiliriz. BLUT AUS NORD’un bu albümden sonra giderek müziğinden neredeyse çıkarttığı vokaller bana göre bu albümde de yer almasa bir kayıp oluşturmazmış. Alışılageldik Black Metal vokallerine bir şey katmayan, oldukça düz, hatta albüm teması olarak gözümüze sokulmaya çalışan değişim/dönüşüme aykırı kalan vokaller var albümde. Kulak tırmalayan, insanı rahatsız eden bir durum değil; ama grubun Black Metal’i, hatta Tanrı’yı değiştirecek kadar büyük bir işe kalkıştığı iddiasını bir adım daha ileriye taşıyabilirdi vokalsizlik. İleriki albümlerde vokalin süresinin gittikçe kısılması, bende grubun bu kadar büyük bir değişikliğe bir albümde cesaret edemediği izlenimini bırakıyor.
Albüm neredeyse duyulamayan baslar ve drum machine içeriyor. Bu cümleyi herhangi bir metal albümü için kurduğunuzda, albümün kalitesiz bir sound’a sahip olduğunu varsaymak hiç zor değil; ama kazın ayağı da öyle değil. Genelde kazıma içermeyen riflerin ahenksiz-diskordant ve orta tempo hızda kullanımı, insan işi gibi durmayan davul tonuyla birleşince, birçok grubun ulaşmak için kendini parçalayabileceği bir atmosfer yaratılabilmiş.
Albümü dinlerken insanın kafasında oluşan asla grubun isminin (Kuzeyden Gelen Kan gibi bir şey, yapı olarak yanlış olsa da) çağrıştıracağı gibi Norveç ormanlarındaki epik savaşlar değil, aksine dünyadışı, tanımsız yaratıkların kol gezdiği, asla güvende olunamayacak yeni bir evren. Bu imgelerin yaratılmasına yardımcı olan ve birkaçını yukarıda saydığım etmenlerin belki de en önemlisi albümdeki endüstriyel-drone etkisi. Özellikle Our Blessed Frozen Cells’in ikinci yarısı ve Procession of the Dead Clowns’da bas bas bağıran bu etki, albümün genelinde iyi ki gerçek davul kullanılmamış dedirtiyor. Birçok grubun müziğini benim için tahammül edilemez hale getiren bu yapay ton, bu yeni evrene geçişi vahşi bir şekilde hızlı kılıyor, adeta içine çekilmeye ortam hazırlıyor. Albümün geneli diye özellikle belirtmemin sebebi, bazı şarkıların bazı yerlerinde davul tonunun çok gerçekçi durması. Kimi kaynaklarda buralarda gerçek davul kullanıldığı da söyleniyor; ama kesin bir bilgi bulamadım.
Grubun bu albüm ve sonrasında çizdiği yol, gerçekten de metal müzik içinde küçük (ama güzel) bir değişim dalgasına önayak oldu diyebiliriz. REVERENCE, DEATHSPELL OMEGA, THE RUINS OF BEVERAST gibi grupların müziklerine, elbette ki bir çok grubun yanında BLUT AUS NORD’un da katkısı yadsınamaz. THORNS’un ilk dönem demolarındaki fikirleri birkaç adım ileriye götüren bu albümden itibaren, BLUT AUS NORD kendisine has bir yere oturdu. Hiçbir zaman çok büyük bir grup olarak görülmeyecek belki; ama dinleyen kitleyi her zaman derinden etkileyecek, yalnız yolculuklara en güzel eşlik edecek gruplardan biri olarak kalacak hep.
90/100
Tanım: matkapla kafatası delmek…eyyorlamam bu kadar…
Ahah, ama iyi anlamda. 🙂