Anathema – Distant Satellites
Uzun zaman önce, çok uzak bir galakside doom/death metal türünün doğumuna, 2. dalga doom metalin yayılmasına ön ayak olan Anathema, Cavanagh kardeşlerin farklı sulara yelken açmasıyla bilindiği üzere bugün çok daha başka bir noktada bulunuyor. 90’ların başında ortalığı kasıp kavuran, yeni ve taze bir şeylerin doğmasına katkıda bulunan o görkemli grup artık çok daha içe dönük, sakin bir dönem geçiriyor ve kendi doğal gelişimi çerçevesinde farklı yollardan müziğini icra etmeye devam ediyor. Açıkçası hala en sevdiğim albümleri The Silent Enigma ve Judgement olsa da popülerliğini ciddi bir oranda yitirmiş, daha sıradan ve “eski ağabeyler” gözüyle bakılan bir grup sıfatında olmasına rağmen hala kısa aralıklarla yeni materyallerini sadık kitlesine sunmaya devam eden Anathema’nın kariyerine, tüm süreçleriyle beraber duyduğum yoğun saygı bir yana, Distant Satellites’ın 27 yıllık geçmişe sahip grubun 1 değil, 3 değil, 5 değil, tam 12. albümü olması da nereden baksak büyük iş. Üstelik hiç de öylesine bir albüm gibi değil Distant Satellites.
Tabii kariyerinde pek çok vasat albümler de barındıran, mekanize bir üretim alışkanlığı ile varlığını uzun yıllar devam ettirebilen tonla grup var. Anathema’nın bu lezzetsiz çipetpetlerden en önemli farkı her albümde gerçekten ortaya bir ruh koyabilmesi herhalde. Tür ne olursa olsun, bir evvelki işlerinden ne kadar farklı bir şey deniyor olurlarsa olsunlar bir şekilde kendi markalarını sonuna kadar hissettirebilen albümler yapmayı başarıyorlar. Distant Satellites da bu konuda bir istisna değil. Hatta bu argümanı en iyi şekilde destekleyebilecek örneklerden biri.
Anathema’nın bir süredir iyiden iyiye alternatif/progresif rock türünü benimsemiş olduğu bir sır değil. Distant Satellites albümü de Kscope Music’in post-progresif yapısıyla uyum içinde bir albüm olmuş. Belki çok uzun sürdü ve bu nedenle biraz da yüzleri eskidi ama bana kalırsa Anathema nihayet aradığı şeyi bulmuş. Bir de bir süredir grubun müziğinde göze çarpan bariz optimizm Distant Satellites’da da kendini gösterse de bu defa o kadar batmadı bana. Gruba olan ilgimin düşmesindeki en büyük sebep olan bu “bardağın dolu tarafına bakalım hadi,” kafası Distant Satellites’da pek göze çarpmıyor, şüphesi olanlar için belirteyim. Oraya da geleceğiz. Gerçi yani yeni albümün adı da…Neyse.
Cavanagh kardeşler (basçı Jamie nedense yer almamış kayıtlarda, prodüktör Christer-Andre Ceberberg üstlenmiş bu görevi), Douglas kardeşler (muhteşem sesiyle Lee Hanımefendi ve program ustası John Douglas) ile Daniel Cardoso’dan oluşan kadro grubun kurucu kadrosunun neredeyse tamamını kapsıyor (Jamie’yi de sayarsak 4/5 gibi bir oran var, yatıp kalkıp dua etsinler o genler için analarına babalarına…).
Mavi fillerden ve gökkuşaklarından bahsedecek kadar olumlu gidiyor yazı ama aslında Distant Satellites’ı bu derece benimsemek ve sevmek için bir miktar sabır gerekiyor. Zira ilk dinlemelerde Anathema’nın kendine has havasını yakalamak pek kolay olmayabilir. Kendimden biliyorum; albümü ilk kez dinledikten sonra verdiğim tepki “E Coldplay gibi bir şey yahu bu,” olmuştu ve bariz bir şekilde soğumuştum. Fakat yavaş yavaş önce “Anathema” şarkısı, ardından “Ariel”, sonra “The Lost Song-Part 2”, “Dusk (Dark Is Descending)” derken bir baktım albümde neredeyse bir tane bile boş şarkı yokmuş. (Bir tek “You’re Not Alone” şarkısına 3 senenin sonunda bile hala ısınamadığımı itiraf edeyim haydi) Bir de grubun üstün müzikalitesini, detayları fark etmeye, Vincent’ın gram değişmemiş muhteşem vokallerine kendimi kaptırmaya başlayınca Distant Satellites uzun yıllardan sonra Anathema fanboyluğumu dirilten albüm oldu desem yeridir.
Vokaller demişken, Anathema’nın en dinamik beste yapılarına sahip olduğu albümü Distant Satellites değil kesinlikle fakat bu vokaller varken bu duruma çok takılmadım açıkçası. Vincent-Danny ortaklığının ürünü vokallerin kalitesinden ve vuruculuğundan bahsetmeye gerek yok herhalde ama biraz durup Lee Douglas’ı övmeden edemeyeceğim galiba. Hemen hemen tüm şarkılarda sesini duyabildiğimiz bu müstesna hanımefendinin su gibi, harika bir sesi var ve yer aldığı bölümlerde şarkılara apayrı bir kimlik kazandırıyor. Bu üç vokalin yarattığı çeşitlilik de albüme farklı bir hava katıyor şüphesiz. Bir cümleyi Vincent’tan, bir sonrakini Lee’den, hemen akabinde giren coşkulu bölümde üç vokali birden duyabiliyorsunuz. Bu da şüphesiz vokalin çok çok önemli olduğu bu müzikte gruba çok büyük bir avantaj sağlıyor.
Özellikle efsane oldukları dönemleri hatırlatan, enfes vokal performansı ve beklenmedik, harika gitar solosu ile “Anathema” şarkısı herhalde bu albümün benim adıma en büyük sürpriziydi. Başlı başına epik bir şov sunuyor grup bu şarkıda ve grubun tüm müzikal geçmişini, olabilecek en duygusal hallerini tek bir şarkıda topluyor resmen. “Distant Satellites” ise grubun günümüzdeki halini kısaca özetleyebilecek bir şarkı. Bu iki şarkıya özellikle bir göz atın derim.
Bilindik Anathema stiliyle elektronik ögelerin harika bir birleşimi olan Distant Satellites bana göre uzun süredir Anathema’nın yaptığı en iyi iş. Hem harika bir atmosferi, ruh halini ve havayı taşıyan, Anathema’yı bu özelliğiyle seven dinleyicilerin gönlünü kazanabilecek hem de her ne kadar belirli bir karmaşıklıkta olsa da kolay dinlenebilir, yumuşak bir yapıda olması ile yolda, evde, iş yaparken, rahatlarken vs. dinleyecek bir şeyler arayan dinleyicilerin de kalbini çalabilecek bir albüm. Ufak tefek eksiklikler ve daha iyi olabilecek şeyler dışında bana göre grubun “A Natural Disaster”‘dan beri en iyi albümü. Bu nedenle “The Optimist” konusunda da epey umutluyum ve ilk yayınlanan “Springfield” da hiç fena değildi. Umarım beni yanıltmazlar da şöyle 25-30 yıllık bir grubun çatır çatır geri dönüşüne şahit oluruz hep birlikte.