Warbringer – Woe to the Vanquished
Warbringer, hakkında oldukça ikircikli düşüncelere sahip olduğum bir grup. 2004 yılında Amerikan topraklarında kurulan bu thrash grubunu ilk olarak 2011 yılında, o sene çıkan “Worlds Torn Asunder” ile tanımış ve anında, sonrasında yıllar boyunca da değişmeyecek o ikircikli düşüncelere gark olmuştum.
Mart sonunda piyasaya sürülen “Woe to the Vanquished”, 13 yıllık grubun kariyerindeki 5. albüm olma özelliğini taşıyor. Topla, tüfekle, bir gecede yıkılan devletlerle, yalanlar ve yolsuzlukla yönetilenlerin isyanıyla darmaduman olmuş şehirler ve sembol binalarla, kısacası thrash denince akla gelebilecek her tür içerikle dolu bir albüm gerçekten de.
Genel olarak Warbringer ile ilgili en büyük ve en önemli sorundan başlamak lazım aslında. Bu sorunun ismi John Kevill. Aslında kendisi grubun beyni ve sağda solda gördüğüm kadarıyla grubun kötü zamanlarında elemanları bir arada tutan güç olması bakımından da Warbringer için bir vokalistten çok daha önemli bir role sahip bir arkadaş. Fakat işte vokal, yani ah o vokal.
Warbringer’ın piyasaya milenyum sonrası dahil olmuş en iyi, en patlayıcı ve en gaz thrash gruplarından biri olduğu konusunda hemfikir miyiz bilemem elbette ama bence bu konu tartışma kabul etmeyecek bir gerçek. KREATOR vari bir hız ile, rahatlıkla akılda kalan enfes gitarlar ve patlayıcı bir davul sayesinde Warbringer hakikaten de insana sadece thrash metalin sunabileceği o müthiş “yettiniz artık canımıza, alın size bir bomba!” coşkusunu hem çok içten hem de müthiş bir güç ile aktarabiliyor. Yeni albümde de bu konudaki grubun eksiği yok, hatta üstüne koyduğu ve daha da coştuğu ince detaylar var. Gelin görün ki bu aktarımdaki tek ve ne yazık ki oldukça önemli bir eksik var. John kardeşimin vokalleri yer yer Petrozza yırtkanlığına (bu bir kelime mi emin değilim) ulaşıyor olsa da zaman zaman da o kadar METALCORE vokali oluyor ki. Hele öyle olduğu zaman da bu “cayır cayır” thrashe o kadar uymuyor ki. Hele işte öyle müziğe uymadığı zamanlarda da içimdeki o thrash heyecanı, ARSLAN WARBRINGER BEE gazı bir anda öyle bir sönüyor ki. Gerçekten üzülüyorum.
Kısacası tüm meselesi vokaliste alışmak olan bir thrash metal grubu Warbringer. Tabii genele baktığımız zaman thrash metal zaten biraz böyle bir müzik türü. Yani bugün thrash denince akla gelen isimlerin vokalleri şu an metal dünyasında grubundan bağımsız olarak da çok saygı duyulan birer yıldız konumunda. Bu seviyeye çıkamayanlar ise “diğerleri” şeklinde sınıflandırılmaktan kaçamıyorlar ne yazık ki. En tepede, en iyi olmadıkça ne seviyede olduğunun pek önemi olmayan bir durumu var thrash metal vokalistliğinin. John da ne yazık ki en tepedeki isimlerden biri değil.
Woe to the Vanquished özeline bakınca ise Warbringer’ın geneli için uzun uzadıya anlattığım şeylerin üç aşağı beş yukarı aynı seviyede olduğunu söylemek mümkün. Yine müthiş besteler, boyun kasları için helva kavurmaya neden olabilecek harika rifler ve nefis bir prodüksiyon söz konusu. John bazen müziğin patlayıcılığına yetişemiyor halen ve kimi zaman da işi dümdüz bağırmaya getirip heyecanı baltalıyor fakat bu defa genel performansını önceki albümlere göre hadi bir tık daha olgun ve bu müziğe uygun bulduğumu söyleyebilirim.
“Descending Blade” ve “Divinity of Flesh” gibi iki muazzam şarkıyı thrash literatürüne kattığı için bile Woe to the Vanquished’e düşük bir puan vermeye elim gitmiyor zaten. Bir de son olarak özellikle ilk şarkı “Silhouettes” VEKTOR severler için çok tatlı sürprizler barındırıyor diyeyim. Genel olarak çok övemedim vokal konusu yüzünden ama zaten o da mükemmel olsaydı Warbringer şimdiye çoktan efsane thrash devlerinin yanındakini yerini almış olurdu. Kısacası benim söylenip durmama bakmayın; Woe to the Vanquished taş gibi, kaya gibi bir thrash albümü. John da (hadi artık be adam) bu işi sökerse ileride Warbringer ismini çok daha fazla duymaya başlayabiliriz.
82/100