Perpetual Night – Aconitum
2023’ün ilk albüm incelemesinden herkese merhaba. Akşamdan kalmalıklar geçti, yeniden okula ve mesaiye dönüldüyse metalperverlik faaliyetlerine de kaldığımız yerden devam edelim haydi.
BRUTUS yazısında açıkladığım sebeplerden ötürü önümüzdeki bir-iki hafta, PATREON aboneleri tarafından bana iletilen albümleri inceleyeceğimi söylemiştim hatırlarsanız. Bugün de sevgili Selim‘in ricasıyla Perpetual Night’a göz atacağız. Patreon’da aramıza katılmak ve daha da önemlisi Metalperver’in devamlılığı için elinizi taşın altına koymak isterseniz adresimiz belli.
İspanyol topluluk Perpetual Night, geçmişi 2012’lere uzansa da ilk albümünü 2018’de ancak yayımlayabilmiş bir isim. Başta üç kişiden oluşan kadroda major değişiklikler var ve Aconitum için sahaya çıkarken standart bir mdm kadrosu gibi 2 gitarlı, 5 kişilik bir gruba dönüşmüşler. 2. albüm Aconitum, 2022 Mayıs’ının sonlarında çıkmış ve neredeyse tümüyle İskandinav melodik death metal ekolünü takip eden bir yapıt.
Neredeyse dedim, çünkü abi abarttık mı biraz acaba, gibi bir farkındalık ve endişeyle yaptıklarını düşündüğüm kimi dokunuşlarla sürüyü takip eden bir koyun damgası yemekten sıyrılmaya çalışmışlar gibi görünüyor. Flamenko gitarlardan, İspanyol vokallerden ve saksafon gibi enstrümanlardan bahsedeceğimiz bir yazı bu; fakat öncesinde grubun INSOMNIUM sevgisinden bahsetmemiz lazım sanki.
Debut albüme göre hafif tarz değişikliğine giden, daha doğrusu İsveç’ten Finlandiya’ya kayan Perpetual Night’ın Aconitum‘u bestelerken rehber aldığına inandığım Insomnium’un gölgesi, kalın bir anneanne yorganı gibi örtüyor Aconitum‘un üzerini. Aynı zamanda açılışı yapan isim parçasının hızlı girişi, tremolo gitar & çift pedal bas davulunun yarattığı agresiflik ve soğuk tonlar direkt Insomnium’u getiriyor akıllara zaten; fakat sadece hızlı kısımlarda değil, ağır tempolu yumuşak bölümlerde de Fin devinin o cafcaflı melankolisinin İspanyol versiyonunu dinliyormuşuz gibi hissettiriyor besteler. Odak noktası gitar olsa da her parçada klavyenin öne çıktığı bir an da var mutlaka ve açılış parçasının son bölümündeki gibi anlardaki agresif / melankoli geçişleri, Perpetual Night’ın alametifarikasını oluşturuyor denilebilir.
Özellikle verse bölümlerindeki gitar yazımıyla akıllara İsveçli kralları getiren Rotten Bound, nakarat ve ana motif tarafında yine Finlandiya’ya geçip grubun genel anlamda türe hakimiyetini gözler önüne seriyor. Mdm sevip de Rotten Bound‘u beğenmeyen biri çıkmaz herhalde. Bu arada ikide iki yapan solo gitar, ulan yoksa? şüphesini uyandırıp progresif tohumlarını ekiyor ince ince. Özellikle açılış parçasındaki solo hayli başarılı.
Orta tempolu, yine çift gitar ve solo gitarın taşıdığı melankolik Antimatter ile iyice hayava girmiş, soğuk melodiler ve akılda kalıcı nakaratlarla coşmuşken doğru frekansta bir ses verilince kendini hatırlayıp uyanan bir Rus ajanı gibi kalkıp albüme suikast düzenleyen bir progresiflik çıkıyor ortaya.
Hierbas Amargas, eski AZRAEL gitaristi Mario Gutiérrez’in İspanyol gitarları ve İspanya’da hayli tanınan bir flamenko/pop sanatçısı olan Pepe Moreno’nun etkisiyle bambaşka bir yola giriyor. Bir grubun kendi kültüründen bir şeyler katıp farklılaşmak istemesini anlayabiliyorum ama tüm albüm İskandinav melodik death metali ekseninde giderken bir anda böyle bir kanala geçince beceriksizce dökülmüş bir hız tümseğine giriliyor resmen. Tek başına parçayı beğendim bu arada; çat pat bir çeviriyle hikayeyi okuyup klibi izleyince daha da keyifli hale geliyor hatta ama akışı o kadar bozuyor ki insan bir afallıyor. Arkasındaki Stars Hunter da sanki hiçbir şey olmamış gibi melodik, melankolik death metalimize geri dönünce sanki araya reklam girmiş gibi hissediyor insan.
Gerçi Stars Hunter da hayli ilginç; zira bu defa da düşük/orta tempolu ve ince klavye dokunuşlarından üst perde taramalarına kadar her şeyiyle çok standart, heyecansız bir şarkı gibi ilerlerken 4. dakikasıyla birlikte hiç beklenmedik bir saksafon performansıyla karşılaşıyoruz. 4:55 civarında tekrar patlayan müziğe eşlik ettiği kısma çok coştuğumu itiraf edeyim ama şarkının tamamını kurtarmaya yetmiyor bence. Bu iki parçada grup konuklara göre beste yazmaya çalışmış gibi; haliyle ilk iki-üç şarkıdaki keskinliği ve netliği bulmak pek mümkün değil.
Silver Key, staccato tekniğinin bu tür için ne kadar elzem olduğunu tekrar kanıtlayan kesik melodilerle, Redemption ise solosuyla yüzeyde kalmaya çalışsa da akılda kalacak, türü sevenlerin gönlünde yer edinecek kalitede değil. Gotik doom/death metal grubu HELEVORN‘un vokalisti Josep Brunet’in konuk olduğu kapanış parçası Dry Land ise klasik gitarları, keman hüznü ve Brunet’in temiz vokaliyle konuyu neredeyse SWALLOW THE SUN vari bir melodik death/doom çizgisine taşıyor. Kısacası yine bir konuk ve bütünden uzaklaşan bir Perpetual Night…
Uzatmayayım. İlk defa dinlediğim Perpetual Night’ın özellikle ilk üç parçadaki tür odaklı, ancak dinamik ve hatta hafifçe progresif yapısını sevdim. Aconitum ve Rotten Blood ikilisi, melodik death metal seven herkesi tatmin edecek düzeyde besteler; tabii bunların da aslında bir noktada Insomnium’dan çıkma işler olduğunu unutmamak lazım. Kültürünü yansıtmaya çalıştığı Hierbas Amargas da albümdeki yeri tartışmaya açık olsa da başarılı bir deneme. Bunlar dışındaysa vasat ve bazen de vasatın altında kalıyor Perpetual Night. Toplama bakınca yetenekli ve yaratıcı olmasına rağmen henüz karakteri oturmamış, kendi tınısını bulamamış bir grup izlenimi verdi Aconitum. Bir sonraki albümde taşlar yerine oturursa daha geniş kitlelere ulaşabilirler, ama o albüm bu albüm değil.