Brutus – Unison Life
Merhaba.
Sene sonu geldi çattı. İyisiyle kötüsüyle 150’nin üzerinde albüm yazmışım 2022’de ki bu da iki güne bir ortalama ediyor neredeyse. Metalperver’de inceleyip sizlere duyurayım istediğim sadece birkaç albüm kaldı galiba, onlar da aman aman okunacağını düşündüğüm şeyler değil aslında. 2023’ün ilk bir-iki haftası da sakin geçecek gibi görünüyor; o yüzden PATREON abonelerine danışıp gözümden kaçan, sevdikleri veya konuşulsun istedikleri albümleri iletmelerini istedim. Önümüzdeki günlerde destekçilerimizin tercihleri doğrultusunda kritikler çıkacak Metalperver’de, haberiniz olsun. Aramıza katılmak ve daha da öncemlisi siz de Metalperver’e destek olmak isterseniz adresimiz belli.
Patreon abonelerinden Jdoe‘nun kurcalamamı istediği, Belçikalı trio Brutus’un 5 yıl gibi kısa bir sürede yayımladığı 3. albümü Unison Life ile birlikteyiz bugün. Yaptıkları müziği bir kalıba sokmak kolay değil; post-hardcore en yakın etiket olabilir ama post-her şey, shoegaze, punk derken yeri geliyor gitar, davul, bas ve vokalin her biri başka bir türde takılabiliyor Brutus’da. Müzisyenlerin duygudaşlığı, bu her teldenliğin muhtemel kakofonisini ortadan kaldırıp türler üstü bir hale getiriyor grubu. Lars Ulrich gibi bir isim sizi METALLICA‘nın konserine davet ediyor, neredeyse röportaj seviyesinde sizle sohbet etmeye çalışıyor, CULT OF LUNA turuna sizi de dahil ediyorsa zaten bir şeyleri çok, çok doğru yapıyorsunuz demektir. Brutus da gerçekten birçok şeyi eksiksiz yapıyor.
Ne yapıyor peki? Roadburn Festivali‘nin maddeleşmiş hali gibi biri olan Stefanie Mannaerts’ın önderliğinde, pişmanlıktan hayak kırıklıklarına, öfkeden anksiyeteye varan bir duygu yelpazesi sallıyor dinleyiciye. O yelpazenin yarattığı esintininse ferahlık vermek şöyle dursun, insanı daha da boktan hissettirmesi kuvvetle muhtemel. Bununla beraber müzikle duygudaşlık kurduran, kişisen buhranların içinde yapayalnız hissetmemeyi sağlayan, yanında olduğu için kendinizi biraz daha az boktan hissedebileceğiniz o özel gruplardan biri Brutus. Hayatınızda her şey çok yolunda değilse, ailenizde, işinizde, okulunuzda size zorluk çıkaran ve duygusal açıdan yoran birileri varsa Unison Life çok daha derinden etkileyebilecek, yeri gelince güç verip bazen de karın boşluğunuza patlatabilecek türden bir eser. Eh, müzik biraz da böyle şey zaten.
Unison Life‘ı şöyle birkaç tur çevirince ilk göze çarpan, her şarkıda farklı bir yöne gidip bir hız treni tecrübesi yerine tüm parçalarda farklı hayal kırıklıklarının yarattığı bir hezeyan bütünlüğü yaratması. Sivri cam parçaları gibi fırlatıyor duygularını ve “şimdi de ben makul ve ölçülü olmayı bir kenara bırakıyorum, hadi bakalım,” gibi bir sinir krizinin eşiğinde takılıyor. 90’ların yıkık alternatif rock gruplarının eksenindeki doom vari havası, aniden yükselen tempo ve Stefanie’nin kulak tırmalayan vokaliyle dağılıyor.
Brutus’un %95’i Stefanie zaten. Her şeyden önce hem davul çalıp hem vokal yapıyor Stefanie ki grubun toplam üç kişiden oluştuğunu söylemiştim. Ayrıca ne kayıtta ne de konserlerde metronom kullanmak istemesi, onun için duygunun, hisle çalmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Bilhassa vokal tarafında her bir kelimeyi söylerken içinden bir parça kopuyor gibi ve Brutus’un bu kadar tutulmasındaki en büyük etkenlerden biri de bu kesinlikle. Pj Harvey ile Julie Christmas arasındaki bir vokal genişliğinde, söz kısmında hiç edebi numaralara girmeden döküyor içindekileri; bu da kısa sürede şarkılara bağlanmanın önünü açıyor.
What We Have Done gibi her grubun cebinde taşıması gereken bir power-ballad‘ın “hay yapacağım işe sokayım ya,” minvalli kişisel yüzleşmeleri haricinde, enfes kapanış parçası Desert Rain‘in reverb kuyusuna atılmış gitarlar ve blast-beat eşliğinde Brutus’u black metal çizgisine yakınlaştıran hızlı kısımlarında dahi Stefanie “I am so tired of your shit, right now, bye bye” kadar net ve gerçek, bağlantı kurulabilir bir düzlemde kalıyor. Belki 30-40 yaşındaki dinleyici için daha az anlam ifade edecektir ama onlar da en azından bu müziğin üzerinde böyle sözler söyleyebilmeyi takdir ederler diye düşünüyorum.
Stefanie özelinden çıktığımızdaysa post-hardcore ekseni etrafında post-rock/metal, hard rock, shoegaze ve hatta black metale varacak bir özgürlükteki gitar&bas kombinasyonu, Brutus müziğini zenginleştiriyor. Yeri geliyor Victoria‘daki gibi PLACEBO vari bir bas yürüyüşü ve nakarat odağında takılıyor, yeri geliyor Chainlife‘ın 2:20 civarındaki yarı zamanlı düşüşteki gibi bir anda çekici indiriveriyor, bazen de açılıştaki Miles Away veya Dust‘ın sonundaki gibi shoegaze gitarlarla dünyadışı bir atmosfer yaratıyorlar. Hem melodik hem de değişken bir yapı kurmuşlar; göz açıp kapayana kaçabilecek detaylarla geçiş anları dolu dolu bir besecilik var grupta.
Bir tek, mesela CONVERGE‘ün her albümde mutlaka yaptığı gibi şöyle tümüyle öfkenin ele geçirdiği, duygusal açıdan zirveye taşıyacak bir şarkı aradım. Stefanie vokalindeki hırıltıyı, yırtıcılığı arttırıp bir anda duyguyu değiştirebiliyor ama bana yetmedi açıkçası. Vuracak, kıracak, sonra da oturup ne yaptım lan ben, diye dağılacak bir şarkı aradım.
Türlü yaşanmışlıklar ve travmaların ardından gelen bir epizod gibi Unison Life. Şahsım adına katarsisi yeterince güçlü değildi -veya belki de ben görece daha az problemli bir dönemindeyim hayatın- ve ilk iki albümdeki kontrolsüzlüklerin küçük bir kısmını burada da duyabilmeyi istedim ama toplama bakınca Brutus’un en olgun albümü, o da net bir gerçek. Duygusal tarafını hiç umursamasanız bile dinamik gitarlarıyla, Stefanie’nin samimi vokaliyle, akılda kalıcı melodileriyle uzun süre oyalayama kapasitesine sahip. Yanıbaşınızda bulunsun; ne zaman lazım olacağı belli olmaz.