Klasik Bir Cumartesi: Demilich – Nespithe
Merhaba.
Ekstrem metalin kendine has, bu müziklerle ilgilenmeyenlerin -hatta çoğu zaman ilgilenenlerin de- pek bilmediği bir onur kurulu var. Metalin köklerini, bugün ayıla bayıla dinlediğimiz şeylere neyin ilham verdiğini araştırmak kimse için bir zorunluluk değil tabii ama daha kapsamlı bir kavrayış ve kültür açısından önemli. Şöyle 80’lere, 90’lara uzanıp kimi çılgın müzisyenlerin önlerinde bir rehber olmadan, bazen ne yaptığının farkında bile değilken neler başardığını kurcalamak, hem bilgilendirici hem de ilham verici olabiliyor.
Demilich, herhalde bu onur kurulu listesindeki en bilinmeyen, en şöhretsiz isimlerden biri. Sadece gerçek teknik death metal manyaklarının, death metale avangart bakış açısıyla bakanların, karanlık ve estetik düşmanı tasvirlerden hoşlananların bildiği Demilich, 1993’te çıkardığı tek bir albümle suyun akışını değiştirebilmiş, gerçek anlamda yeni bir şey ortaya koyup arkadan gelenlere öncülük edebilmiş bir isim.
CONVULSE ve DEMIGOD gibi gruplarla 90’lara hızlı giren Fin death metal piyasası, Nespithe ile tepe noktasına ulaşıyor. Daha önce eşi benzeri pek görülmemiş bir vokal kullanımı, tek başına değerlendirince abes ve hatta komik gibi görünse de albümdeki diğer habis unsurlarla birleştiğinde o geğirme vari brutal/guttural vokalin Nespithe‘ın omurgası için ne kadar değerli olduğu anlaşılıyor. Bu arada Nespithe, aslında The Spine‘ın (omurga) anagramı -gerçi THE PENIS de olabilirmiş bence haha- ve albümde bir de Erecshyrinol parçasında yine bir anagram (No Lyrics Here) kullanımı var. Bu şarkıda gerçekten söz yok ve rastgele böğürüyor/geğiriyor Antti Boman.
Bugün bile sağda solda albüm hakkındaki yazılarda “ilk dinleyişte bunun bir şaka olduğunu düşünmüştüm,” gibi, “vokale asla alışamayacağımı sanmıştım ama nasıl olduysa birkaç dinlemede her şey yerine oturdu,” gibi yorumlara denk gelebilirsiniz. Hakikaten de arkasında başka bir müzikle insanda çocuk gibi gazlı bir şeyleri kafaya dikip geğirerek ismini söylemeye çalışmak gibi istekler uyandırabilecek bu vokal, Demilich müziğine cuk oturuyor. Kendi kanında boğuluyormuş, uykusunda kusuyormuş gibi hayal ediyorum ben hep ve Nespithe‘ın o iğrenç (iyi anlamda) atmosferine çok yakıştırıyorum Boman’ı.
Öte yandan vokal bariyerini aşıp müziğe kulak kabartınca grubun dehasını fark etmemek imkansız. Death metal ile kurduğu rahatsız edici, karanlık ilişkiyi aynı ölçüde ambale edici bir ritim akışı içerisinde sunuyor Nespithe. Davulcu Mikko Virnes’in poliritimler ve caz kaotikliğindeki ataklarla süslediği performansı, teknik ve çelişkiler üzerine kurulmuş gitarları daha akıcı kılıyor bir şekilde. Akıcı derken basit veya alışageldik kalıplardan bahsetmiyorum tabii; standart death metal blast-beat ritimciliğinde bile –The Echo (Replacement)‘ta olduğu gibi- neredeyse mide bulandıracak bir terse yatırmaca, bir dinleyiciyi zorlama çabası var Virnes’in, o yüzden o kadar da kolay değil ritme girmek aslında. 90’lar için tolere edilebilir sayılsa da bugün ilk defa dinleyecekler için bir handikap olan kötü prodüksiyondan davul da nasibini almış ne yazık ki. Bas davulu bir noktada avuç içiyle ıslak kuma, çamura vuruyormuş gibi şap şup bir sese dönüşse de sadece davulu için bile defalarca dinledim Nespithe‘i, o yüzden takılmamaya çalışın derim.
Gitarlar ise müziğe direngen bir tavırla ilk riften son vuruşa kadar kendi içerisinde bir mücadele halinde. Minicik groove parçacıkları veya anlık bir MORBID ANGEL ilhamı duyunca sanki çözülmeye başlıyor gibi, sanki bir sonraki ölçüde nereye gidileceğini kestirebilecekmiş gibi hissedebilirsiniz; fakat ne baş döndüren sololarda ne de bir anda insana taklalar attıran saçma sapan riflerde belirli bir üslup ya da biçem tespitinde bulunmak mümkün. Yapılabilecek tek tespit, Antti Boman ve Aki Hytonen ikilisinin normal insanlardan çok farklı bir modus operandi‘ye sahip olduğu.
Yıllarda Nespithe hakkında yazmaktan kaçındım, çünkü akıl hastanesine kapatılması gerektiğine inandığım bir grup manyağın elinden çıkan bir mide bulantısı tetikleyicisi hakkında nasıl övgü cümleleri kurabileceğimi kestiremiyordum. Şimdi de albümün yarattığı kaotik kabus potpurisinin çeyreğini bile anlatabildiğimi sanmıyorum ama en azından birkaç kişide merak uyandırabilsem yeter. Death metal dinleyerek bad-trip yaşamak isteyenlere gelsin.
Vokaller başta gerçekten “bu ne ya” dedirtiyor fakat müzik o kadar iyi ki o vokal bariyerini aşınca insana kafayı yedirtecek kalitede bir iş var ortada. Hatta bir yerden sonra vokalin müziğe aslında ne kadar cuk oturduğu anlaşılıyor.
İlk dinlediğimde oldukça şaşırmış ama gülünç yada saçma bulmamıştım vokalleri. Daha ziyade hayran kalmıştım hem cesaretlerine hem de uygulaması zor bu tekniğe. Müzikal anlamda ise içine girilen karmaşanın tarifi zor gerçekten. Belli bir örüntü var ama takip etmesi, hemen özümsemesi zor. Şimdinin tecrübesinde görece daha hazmedilebilir veya alışılageldik gibi dursa da 90’ların başında böyle bir şey üretmek ve buna maruz kalmanın hissiyatı bambaşka olsa gerek. Zamanının ötesinde olmanın avantajından çok dezavantajını yaşadılar muhtemelen. Prodüksiyon kısmında sıkıntı var evet. Hatta yıllar önce ilk dinlediğim kayıt daha da kötüydü. Muhtemelen şimdi çeşitli platformlardan dinlenebilen kayıtlar üzerinden tekrar geçilmiş işlerdir. Metal müzikle az buçuk ilgili veya dinlemeyen birine şaşırmak amaçlı dinlettiğim birkaç albümden biridir bu arada. 😀
mükemmel bir albüm keşke daha fazla albümü olsaydı bu grubun