Lamb of God – Omens
Merhaba.
Bugünlerde davayı satmamış bir grup bulmak kolay değil. Erişebilirliğin her şeyin önüne geçtiği, yeni çıkan uygulamalar üzerinden kültür ve tüketim alışkanlıklarındaki değişimin hiç olmadığı kadar hızlı gerçekleşebildiği bir dünyada metalin de ayak uydurması gereken şeyler değişip dönüşüyor. Bugün büyük isimlerin turlamak, festivallerde yer almaya devam etmek ve arkadan gelen binlerce grubun sert toynakları altında ezilmemek için belli başlı kutucukları işaretleme kaygısı gütmeden beste yapamadığına şahit oluyoruz mesela. Bazı özel gruplar ise piyasayı, kültürü, dinleyiciyi kendi şartlarına boyun eğdirmeyi başarıyor.
Son 20 yılı düşününce bu özel gruplar arasında ilk sıralarda yer alan bir isim Lamb of God (LoG). Amerikan metali dibe vurmuş, piyasa nu-metal ve metalcore boyunduruğu altındayken, kusursuz bir zamanlamayla ortaya çıkan grubun özellikle ilk 2-3 albümde neler başardığını tekrarlamanın alemi yok artık; ancak kariyerinin ilerleyen yıllarında, kimi hayli trajik olaylar ve iç dramalara rağmen Lamb of God markasının samimi ve müzik yapmak isteyen birtakım adamlar hissini asla kaybetmeyişine dikkat çekmek lazım biraz.
Randy Blythe, 50 yaşına geldiğinde hala sahnede oradan oraya tepinmeye çalışmak istemediğini, kimsenin bunu görmek istemeyeceğini düşündüğünü belirtmişti bir röportajında. Belki o yaşlara geldiğinde fiziksel ve ruhsal açıdan enerjisinin düşeceğini, dört sayıp ağız burun giren bir grubu sürükleyecek heyecanı koruyamayacağını düşünüyordu. Belki arka arkaya veda turnesine çıkan dede grupların vasat performanslarını görüp bir gün aynı pozisyona düşmek istemediği için bunu söylemişti. Ne olursa olsun; 51 yaşının ortalarındayken yayımlanan Omens‘de görüyoruz ki Lamb of God hala sapasağlam ayakta ve hala kendi istediği, çalmaktan keyif aldığı müziği yapmaya devam ediyor.
Kabul etmeli ki son birkaç LoG albümü, eski işlerine kıyasla zayıf ve bütünlükten uzak eserlerdi. Zorlu tırmanışı tamamlayıp zirveye ulaştılarsa da sefa süren bir grup olmadılar hiçbir zaman ama Wrath (kimileri gereksiz abartıyor bu albümü bence) ve sonrasında ilk dört albümün yanına da yaklaşamadılar pek. LoG müziğinin en önemli unsurlarından Chris Adler’in yavaş yavaş kopması, Randy’nin malum Çek Cumhuriyeti vakası derken birkaç farklı kulp takabiliriz belki ama eğri oturup doğru konuşunca durum ortada. Günün sonunda Omens de bu seviyenin üzerine çıkamıyor pek ama en azından Lamb of God’ı Lamb of God yapan temel prensipleri öne taşıyıp o önlenemez öfke ve heyecanı barındıran birkaç parça sayesinde akılda kalmayı başarıyor.
SLAYER ve PANTERA‘nın konuşulmadığı bir LoG sohbeti gerçekleştirmek kolay değil ve Omens de daha açılış parçasındaki konuşma sesli köprüsünde Phil Anselmo’ya selam durarak veya onun arkasındaki Vanishing‘deki Slayer vari riflerle camı çerçeveyi indirerek erken bir zafer kazandığında, yine bu dev grupları akıllara getiriyor. Özlediğimiz groove anlayışının geri geldiği de bu iki şarkıda müjdeleniyor. Rif kalitesi ve akılda kalıcılık hala orta düzeyde olsa bile en azından albümün tamamını dinlerken belirgin bir ritim ve akış duygusuna kapılıp gitmek mümkün. İlk albümden beri pek rastlamadığımız bir hardcore punk siniriyle birleşen bu ritimcilik, sıcak prodüksiyonla bir araya gelince Omens‘i Omens‘i son 15 yılda çıkan tüm LoG albümlerinin önüne koymamı sağlıyor. Neredeyse tamamı grupça, canlı kaydedilen albümün o çiğ duygusu, uzun zamandır ancak konserlerde görebildiğimiz bir enerjiyi açığa çıkarmış.
Ditch, Omens, Denial Mechanism gibi parçalarda bu enerjiyi, Randy’nin o görkemli vokalinin altını dolduran sözlerinin yakıcılığını hissetmek büyük keyif. Ortalama bir LoG severin bu parçalardan keyif almama ihtimali yok bence. Ne kadar kayıtsız ve uyuşuk insanlara dönüştüğümüzü haykırdığı Omens nakaratı, biraz kımıldansak bir şeyleri değiştirebilecek kudrette olduğumuzu kafamıza vura vura söylediği Denial Mechanism‘i dinlerken hakikaten kanımın kaynadığını, ateşli bir epifani anı yaşadığımı hissedebiliyorum. Belki de bu parçalar yüzünden bir süredir içimde bulamadığım kritik yazma motivasyonunu geri kazanmışımdır, kim bilir.
Denial Mechanism‘in atipik hardcore yapısı, 6 dakikaya ulaşan epik kapanış parçası September Song ile birlikte Omens‘i tümüyle standart bir LoG albümü damgası yemekten kurtarıyor. Özellikle September Song bence grubun uzun süredir yazdığı en rafine bestelerden biri ve umarım ileride bu tip denemeleri daha fazla görürüz. Markasını bozsun, deneysel olsun demiyorum elbette ama mesela Gomorrah ayarında doldurma bestelerdense bu tip farklılıkları tercih ederim kesinlikle.
Performans tarafında çok söylenecek bir şey yok ama olağan şüpheli olarak görülen Art Cruz’un performansı artık Adler’dan azade konuşulması gereken noktaya ulaşmış durumda, onu söyleyebilirim. Ditch‘te, Ill Design‘da o grup kimyasının bir parçası haline geldiği rahatlıkla anlaşılıyor ve markalaşmış ritim geçişlerini ustalıkla yönetiyor. Vokal tarafındaysa yukarıda bahsettiğim şekilde bence Randy bile kendisinden beklemiyordur bu performansı; 20 yıl önceki kadar zehirli, yırtıcı ve öfkeli çığlıklarla sürüklüyor her parçayı.
Meğerse Lamb of God’ın derdi yaratıcılık veya kendini yenileyememek değilmiş, ben bunu gördüm Omens‘de. Yoksa işin aslı ne kendilerini yeniden keşfetmişler ne de önceki albümlerdeki fikirlerin tam tersi istikamette ilerlemişler. Canlıdaki o çıplak, saf ve yoğun coşkuyu stüdyoya da taşıyınca mevzu çözülmüş bana sorarsanız. Doldurma parçalardan, tekrarlayan/eskiyen fikirlerden ve diğer olumsuzluklardan bahsetmenin anlamı yok, çünkü bu saatten sonra zaten bir başyapıt beklentisinde olan yoktur herhalde. Fabrika ayarları bozulmadan kaliteli üretim sürsün yeter derdinde grubu sevenlerin çoğunluğu. Eh, Omens da bunu fazlasıyla başarıyor. Umarım sonraki albümlerde de bu prodüksiyonu, bu canlılığı ve hevesi kaybetmezler de ipuçlarını gördüğümüz birkaç yenilikle birlikte tazelenmiş bir Lamb of God’ı daha uzun yıllar dinlemeye devam ederiz.
Bir onceki albumun ustune ilac gibi geldi Omens. Burn the Priest’in cover albumunu dinleyenlerin bilecegi uzere Randy gibi hardcore fani biri grupta varken Denial Mechanism gibi bir parcanin daha once gelmemis olmasi da hayret verici.
Kesinlikle. Albümdeki favori şarkılarımdan birisi.
İlk dinleyişimde 2000’li yıllarda kalmış, modası geçmiş bir şey dinliyormuşum hissine kapıldım. Dinledikçe hoşuma gitti son iki albümden daha iyi benim için. Ama o eski parıltısı yok hala ve tekrar o seviyeye çıkacaklarını zannetmiyorum.