Mathcore, Sanatta Hiyerarşi ve Hiyerarşinin Yıkımı
Merhaba. Okurlarımızdan Börbır, müzikte özgürleştirici düşünceler ve kafa açan kimi tespitlerle dolu bir yazı göndermiş. Müziği ciddiye alan, yahu bu mathcore dedikleri de nedir ki, diye merak eden herkese şiddetle tavsiye ediyor şöylece paylaşıyorum:
Bir insanı düşünün; yürüyüşü, konuşması, mimikleri hep ritmik ve belli bir kuralı tekrar eden şekilde ilerler. Bir insanın konuşurken aniden çığlık atması, yürürken aniden hızlanıp tekrar yavaşlaması sevgilisiyle ateşli bir şekilde öpüşürken birden sevgilisinin boynunu kırması… Bunların hiçbiri normal değil ve bu tarz bir şeyle karşılaştığımızda bir yanlışlık olduğunu fark etmek de çok zor değil. İşte başlıkta gördüğünüz Mathcore da bu yanlışlığın ta kendisi.
Mathcore tamamen beklenmediklik, alışılmadıklık üstüne kurulu ve cam parçalı salata veya moloz yığınlı mercimek çorbası kadar absürt bir tür.
Bir şarkıda 16lık notalardan birden tripletlere oradan septuplete sonra da sekizlik notalara* geçebiliyorlar, bu da bir dengesizlik hissi veriyor (Bu hissi daha iyi anlamak adına Sungazer‘ın Drunk şarkısına göz atmanızı öneririm). “Yanlış” olarak tanımlanan akorlar üst üste çalınıyor, enstrümanlardan garip sesler çıkartılıyor, birbirine uzak notalar arka arkaya çalınıyor, kaotik bir riff ortadan kesilip araya bir caz pasajı giriyor, en alt perdelerden çıkan anlaşılmaz çığlıklar birden tertemiz bir vokale dönüşüp o çılgın kaotik atmosferi hüzünlendirebiliyor.
Bu deliliği ve çarpıklığı çağdaş klasik müzik bestelerinde de görebiliyoruz; Bir türlü çözülmeyen, notalar arasında bağlantı olmayan ve beklenmedik anda beklenmedik notaların sağdan soldan fırladığı bir besteler. Bu hissiyat, Schoenberg‘in geliştirdiği serializm tekniğinden kaynaklanıyor. Bu tekniğin amacı müzikteki tonal çekimi yok etmek. Bunu sağlamak için 12 notanın tamamı belli bir sıraya diziliyor ve çalınan bir nota diğer tüm notalar çalınmadan tekrar çalınmıyor. Notaların bu şekilde kullanılmasından dolayı tekrar eden yapı uzuyor bu da beynin çalan müzikteki bağlantıyı ilk birkaç seferde çözememesine yol açıyor.
Beynin uyumlu ve tutarlı şeylere alışık olması bu tarz müziğe “maruz kalınca” bundan rahatsızlık duymamıza neden oluyor. Beynimiz uyumsuzluk ve kaos geldiği zaman eskisi kadar düzgün çalışmıyor. Ayrıca bu tarz kopuk ve aksak hareketleri yapma konusunda da pek başarılı değiliz. Beden eğitimi derslerinde bir kolu öne bir kolu arkaya doğru çevirmenizi isteyen şakacı öğretmeniniz varsa ne demek istediğimi anlamışsınızdır. Kaslar simetrik olarak çalışır ve Meshuggah** gibi grupların yaptığı polimetrik şeyleri çalmaya yatkın değiller. Bu da hadi gitarı elime alıp mathcore yazayım gibi bir olasılığı imkansızlaştırıyor çünkü üzerine düşünmediğiniz anda omuriliğiniz düzenli harekete dönüyor. Bu yüzden kontrolü kaybetmemek, odaklanmak ve sürekli üstüne çalışmak gerekiyor. Bütün bunlar kulağa mekanikleşmeyi gerektiriyormuş gibi geliyor ancak bu tarz müzikler için -mekanikliğin aksine- duygu odaklı demek çok daha doğru olacaktır. Müzikte duygusallık kavramı genelde hüzün sevinç gibi duygularla ilişkilendirilse de buradaki duygusallık müzikte teknik yeterlilik, armonik uyum ve şarkı yapıları yerine insanın içindeki o ilkel öfkeye ve acı dolu haykırışlara dönmek. Bunun ortaya çıkmasındaki sebepler tek bir şeye bağlanamaz ancak Dünyanın o dönemki genel halinin veya sanatçının yaşadığı yerin büyük bir etkisi oluyor. Mesela gibi sanattaki estetik anlayışına karşı olan Dadaizm akımının ortaya çıkışında 1. Dünya Savaşının yıkımı ve müzelerin sanat tapınağı haline gelerek sanatçı üstünde baskı oluşturması gibi iki farklı sebep bir arada bulunuyordu. Mathcore’a yeniden bakacak olursak türün kurucusu kabul edilen The Dillinger Escape Plan grubunun bu tarz müzik yapmasında müzikteki sıradanlıktan sıkılıp yeni ve farklı bir şeyler yapmak istemesi yatıyordu.
Bunların hepsini toparlamak gerekirse varacağımız sonuç sanatın baskıya ve monotonluğa çok gelemiyor oluşu. Ne zaman bir sanat anlayışı diğerlerine üstün görünürse veya popüler ve yaygın olursa ona karşı bir cevap, bir tepki oluşuyor. Tabi bu cevabın nasıl karşılandığı da gelen cevabın hiyerarşideki yerini belirliyor. Eğer bu cevap tepelere çıkarsa ve yeniden bir baskı sistemi oluşursa bu baskıya yeni bir cevap üretiliyor. Öncekine tepki olarak ortaya çıkan sanat akımlarının tekrar tepelere çıkarılmasının temel sebeplerinden birinin de yine müzeler ve küratörler olması da çok şaşırtıcı değil aslında. Her ne kadar değişken bir hiyerarşi olsa da, bu hiyerarşiyi yönetenler yine bu kurumlar olduğu için değişen tek şey piramitteki yerler oluyor. Buradan çıkaracağımız sonuç ise hiyerarşide üst olan bir şeyin tersine gitmek ve onunla “inatlaşmak” sadece o ikiliği yeniden üretiyor ve hiyerarşideki karşıtlığı yıkmak yerine tersine çeviriyor. Bu noktada akla şu fikir gelebilir: “O zaman ne yapmamız gerekiyor?”
Yapmamız gereken şey yeni bir sanat akımı oluşturmaktansa yapılan sanatı ikili karşıtlığa dayanmayan, birden çok kavrama açık(birbiriyle çelişmediği sürece) sınırları muğlak olan ancak sınırsız olmayan bir sanat anlayışıyla hareket etmek. Sınırsız olmaması ilk bakışta kısıtlayıcı gibi görünüyor olabilir ancak -sanat sınırlanmaya gelmiyor olduğunu söylesem de- sanata bir çizgi çekilmesi bu hiyerarşiyi yıkmak için gerekli çünkü müze-merkezli bir sanat anlayışı ve sadece belli bir kesimin sanat yapabileceğini savunmak yıkmaya çalıştığımız hiyerarşiyi yeniden üreteceği için bu anlayışı dışlamak, sanatı kısıtlamak yerine çok daha özgür kılacak. Bu şekilde sanat her zaman ihtiyaç duyduğu özgürlüğe ulaşmış olacak ve karşıtlıklar üstüne kurulan baskıcı hiyerarşi kaybolacak.
*Bu terimleri açıklamak gerekirse 4 4lük bir ölçüde 4 tane 4lük nota bulunur 1 dörtlük nota 2 sekizlik veya 4 16lığa eşittir. Triplet 1 dörtlüğün üç eşit parçaya bölünmesi septuplet ise 1 dörtlüğün 7 eşit parçaya bölünmüş halidir.
***Meshuggah bir mathcore grubu değil ancak grup kullandığı kompleks ritmik yapılarla ünlendiğinden bu grubun ismini vermek istedim.