Klasik Bir Cumartesi: Burzum – Filosefem
Merhaba.
Ucundan, kıyısından yaşamış biri olarak 90’larda black metalin ortaya çıkıp dalga dalga dünyaya yayılmasının etkisi, kolay kolay unutulacak bir şey değildi gerçekten. Kolay değil; Norveçli bir avuç isyankar çocuk, dünyayı değiştirdi. Müziği bir an için bir kenara koyun; hıyarın birinin işlediği bir cinayetin nasıl da Türkiye’nin göbeğinde, birbirine sandalye fırlatmalı kavgalara sebep olduğundan bahsetmiştim Hvis Lyset Tar Oss‘ta ve Satanizm korkusuyla Reha Muhtar’ın ana haber kuşağında halkı uyarışları, Akmar baskınları, dış görünüşü yüzünden gençlerin sokakta gördüğü taciz, şiddet ve Kültür Bakanlığı’nın bastığı şu kitap derken bu topraklarda bile hayata doğrudan etki etti bu çocukların yaptıkları. İçeriği, aktörleri ve günün sonunda varılan nokta sonsuza kadar tartışılabilir; bu bir avuç gencin dünyaya küçük çaplı bir devrim yaşattığı ise asla inkar edilemez.
Aslında odaklanılması gereken ise Norveç black metal sahnesini oluşturan, bugün bir kısmını yere göğe sığdıramadığımız, bir kısmını ise kakaladığımız figürlerin kendilerinden ziyade bu müziğin gücü, zihinde tetiklemeye çalıştığı şeyler olmalı. Black metal bir felsefe ve ona ait düşünceler, var olanın karşısında durabilecek cesarete, güvene ve güce sahip olmanın öğretileriyle dolu. Buradan uzaklaştıkça poseur tayfanın ekmeğine yağ sürülüyor ve konu magazine, dramaya, ergen sivriliklerine (edgy) bağlanıyor. Lords of Chaos neden aklı başında kimse tarafından beğenilmedi? Çünkü odağı bambaşka yerlere çekip bir de üzerine kimi gerçekleri kendi işine gelecek şekilde saptırarak meseleyi black metalin kendisinden uzaklaştırdı. Doğru, belki o yıllarda ergenlikle sarmalanmış bir vandalizm üzerinden ilerliyordu black metal ama merceği kişilerden eserlere kaydırdığınızda göreceğiniz olgunluk ve özgüven, bu müziğin temellerinin ne kadar sağlam olduğunun da kanıtı aynı zamanda. Aradan geçen 30 yıla rağmen, metal tüm dallarıyla birlikte dünyada arka plana çekilirken black metalin hala önlenemez bir hızla büyümeye devam etmesinin nedeni de işte bu. Mart – 1993’te kaydedilip ancak 1996’da yayımlanabilen, Varg Vikernes’in hapse girmeden önce kaydettiği son albüm olan 4. Burzum albümü Filosefem de, bu temelin en sağlam yapı taşlarından bir tanesi.
İlk kez Ağustos – 1991’de kaydedilmiş, Almanca karanlık anlamı taşıyan Dunkelheit, aynı zamanda da ilk Burzum bestesi. J.R.R. Tolkien’ın Kara Lisan’ında karanlık anlamına gelen bir kelimeyi kendine isim seçmiş bir müzisyenin ilk bestesine bu ismi koymasının iç mantığını anlamak zor değil tabii ama Dunkelheit, black metalin düşüncede açtığı yeni kapıyı, o kapıdan içeri süzülen karanlığı kucaklamanın insan hayatındaki önemini düşününce black metalin en önemli marşı belki de.
Tüm dini ve kültürel öğretilerde ışık, zafer ve kazanç ile eşleştirilir. Işığın, aydınlığın biçimi ne olursa olsun tek bir sonuca götüren kurtarıcı, kapsayıcı bir kavram olarak değerlendirilir. Karanlık ise her zaman tekil, bilinmez ve kontrolü mümkün olmayan bir güç olarak çıkar insanın karşısına. Yaşanılanları anlamlı kılan ise karanlığın tekilliği, özgünlüğüdür. İnsan ruhu bir kılıç gibi aldığı darbelerle şekillenir, keskinleşir. 17-18 yaşında bir çocuk ise tüm bunları ve daha fazlasını “Gece çöker, örter tüm dünyayı. Aşılmaz karanlığın içerisinde bir ürperti belirir, kirletir havayı. Birdenbire yaşam, yeni bir anlam kazanır!” sözleriyle anlatıp hayatına karanlığı kabul etmeden yaşamın bütünüyle kavranamayacağına işaret edebiliyor. Bu besteyi yaptıktan neredeyse tam iki yıl sonra, henüz sadece 25 yaşındaki Euronymous’u defalarca bıçaklarken hissettiklerini, Norveç sivil ceza hukukundaki en yüksek ceza olan 21 senelik hapis cezasını aldığındaki, o sonradan çok ünlü olacak gülümseyişinin altındaki düşünceleri anlamak için Dunkelheit‘ı dinlemek ve doğru şekilde analiz etmek yeterli aslında.
Minimalizm, lo-fi, tekrar… Black metalde asla kaybolmayan ve zaman zaman yeni eğilimler direksiyonu başka yöne kırsa da dönüp dolaşıp yeniden karşımıza çıkan bu üçlü, Filosefem‘in de ruhunu oluşturuyor. Albümün çıktığı yılı ve o dönemdeki eğilimleri düşününce Varg’ın sürüden ayrılmaya çalıştığını görmek zor değil. Her şey biraz daha ve ticari bakış açısıyla süslenir, ölçek genişlerken o terse gidip bugün binlerce genç müzisyenin yatak odasından saçma sapan Burzum klonu işler çıkarmasına sebebiyet vererek basitleşmeyi seçiyor. Gerçek bir gitar amfisi yerine kardeşinin stereo sistemine bağladığı uyduruk bir pedaldan aldığı ses sayesinde iç içe geçmiş birkaç gitar gibi duyulan sıcak, cazır cuzur gitardan tutun da mikrofon diye yarım yamalak çalışan eski bir helikopter kafaüstü kulaklık/mikrofon setini kullanması, imkansızlık veya şartlar gereği değil, bilinçli ve amaca yönelmiş bir aklın tercihleri olarak üzerinden geçen 28 yıla karşın taklit edilmesi zor bir prodüksiyon çıkarıyor ortaya. İlk parçalarda tohumları ekilen ambient dokunuşları ve atmosferi ise albümün 2. yarısında belirginleşip Varg’ın müziğinin hapishanede ve sonrasında gideceği yönü de tayin ediyor.
Söz konusu black metal olduğunda deneyim ve bilgi sınırlarının ötesine, transandantal diyara uzanıyor Filosefem. Karanlığın keşif ve kabul süreci olarak görülmesi gerektiğine inandığım, sözlerinde de salt ışıktan kaçınmanın gerekliliğini savunan Gebrechlichkeit I ile ipucu vererek başlayan, sonraki neredeyse 40 dakikayı kapsayan bu 2. yarı, bir manifesto olmanın dışında black metale boyut katan fikirler taşıyor. Özünde bir ostinato olup neredeyse yarım saat boyunca minimalist değişimler haricinde tekrar eden minicik bir motife sahip Rundgang Um Die Transzendentale Säule Der Singularität, tek başına yeni bir tür yaratmaya yetecek kadar güçlü. Zihni uyuşturan, hissizleştiren ve belki de bu sayede yeni bir boyuta ulaştıran minimalist tekrar şovu, Filosefem‘in karanlık yanını oluşturuyor. İlk üç parçada o güne kadar black metalde alışagelmiş yöntemlerin baskın olup (Jesu død‘nun son saniyeye kadar durmayan çiftkrosoğlu davulları ve aynı rifin kombinasyonları şeklinde kazıyıp duran tremolo gitar, “alın ulan, al!” der gibi değil mi sizce de?) 2. yarıda hakimiyetin klavyeye, ambient pratiklerine geçmesi ve yepyeni şeyler duymamız da bu aydınlık/karanlık alegorisini çok zarif ve asil bir biçimde besliyor.
Filosefem, içerisinde bu müziğin gerçek ruhunu saklayan özel albümlerden biri. Bir ilk olmanın kusurlu tabiatına sahip elbette, bu nedenle de benim bir bütün ve mesajın bir parçası olarak gördüğüm 2. yarı, birçok dinleyici için haddinden fazla uzun. Doğru ruh halinde değilsem ve bir çeşit meditasyona, içimde ve düşüncelerimde bir arayış halinde değilsem ben de açıp 25 dakika aynı motifin tekrar edip durmasını dinlemiyorum elbette. Filosefem‘in önceki Burzum albümlerine göre anlaması daha zor bir eser olduğunu, belki bu yazının ruhuna uygun bir ifade olmayacak ama, gündelik kullanıma uygun olmadığını kabul etmek lazım. Yine de Dunkelheit ve Jesu død‘nu dinleyip geçenlerin, Filosefem‘in sadece ışık vuran aydınlık, göz alıcı ve aldatıcı tarafına odaklandıklarını, bu nedenle de Burzum’un anlatmak istediğini zerre anlamayıp tam aksi yönde hareket ettiklerini düşünüyorum.
Bu albümden sorumlu insanın inanç ve eylemlerinden defalarca bahsedildi ve ben de neredeyse Burzum ile ilişkili her yazıda, bir şekilde söylüyorum Louis Cachet’in bir katil, ırkçı bir aptal ve kendi realitesini yaşayan deli bir adam olduğunu. Bu tip birinin sanatını konuşmak ise onun kişisel felsefelerini desteklemek anlamına gelmiyor. Neredeyse 15 yıl önce, hayatımda bir defaya mahsus olmak üzere Varg Vikernes’e para kazandırdım ve bence bu bir hataydı; bu konuda bundan daha samimi, başka bir şey söyleyemem açıkçası. Tabii sadece sanatına övgü şeklinde olsa bile, böyle bir insanı gündeme taşımak, günümüz koşulları içerisinde çeşitli ahlaki tartışmaları beraberinde getirecektir; bu aptallığı anlamasam da kabul ediyorum. Yalnız black metal tarihinde böylesi önemli bir yere sahip bir adamı da konuşamayacaksam niye var Metalperver, gibi bir yere geliyor düşüncelerim. Bu nedenle eğer bu yazıdan tetiklenecekseniz başa dönüp bu yazıyı, sonra Hvis Lyset Tar Orss, De Mysteriis Dom Sathanas hatta ve Lords of Chaos yazılarımı da okumanızı, okumanın ötesinde de biraz saksı çalıştırıp düşüncelerimi anlamaya çalışmanızı öneriyor, hala tetikleniyorsanız da kendi küçük zihninizde mutluluklar diliyor, beni kendi batağınıza çekmemenizi temenni ediyorum. Ben Burzum’u her zaman öveceğim; Varg’ı ise asla.
100/100
Patreon’da hedef: 27/35
Metalperver’e destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp bir göz atabilirsiniz:
Puslu ve soğuk akşamüstünde uçsuz bucaksız bir ormanın kopkoyu geceyi karşılayışı ve daha bir sürü şey. Bu albümün bende uyandırdığı birçok histen en belirgini çaresizlik duygusu diyebilirim.