Grima – Rotten Garden
Merhaba.
Bu işi yapmamı, Metalperver’i tek başıma bir yerden bir yere getirmemi sağlayan en büyük motivasyon kaynaklarından biri de insanlara bilmedikleri bir grubu tanıtıp laf laf laf diye yarım saat yeni müzik anlatmak sanırım. Bazen zihinlerde kapılar açması umuduyla kurduğum X ve Y müziği arasındaki benzeşimlerle, detaylarda karşılaştığım ilginç bilgilerle ve kimi zaman da insanlığın ortak duygu durumlarından birine yönelik düşünce balonlarıyla yeraltından bilinmedik bir ismi yazmayı, anlatmayı çok seviyorum. Bir de sonradan o grup benimsenir, sevilirse değmeyin keyfime.
Will of the Primordial ile Metalperver kitlesinin hayatına dahil ettiğimi düşünmekten keyif aldığım Rus topluluk Grima, hem 2019 albümlerini 2020’de keşfetmenin getirisiyle hem de grubun iki senede bir albüm yapma alışkanlığı sayesinde çok bekletmeden Rotten Garden ile yeniden gündemimde. Konumuz, Rus topraklarının geçit vermez soğuk ikliminde şekillenen, doğa ve paganizm temelli bir atmosferik black metal; hem tür, hem Will of the Primordial‘a verdiğim puan hem de az bilinen grup anlatma hevesimi düşününce ne kadar heyecanla bilgisayarın başına oturduğumu tahmin ediyorsunuzdur herhalde.
DRUDKH‘un Rus versiyonu gibi görüyorum Grima’yı. Folk black metale atmosferik taraftan yaklaşan grubun teması, gitar riflerini besleyen klavyesi ve akordeon gibi bu müzikte görmeye alışık olmadığımız enstrümanları kullanarak yarattığı egzotik hava, Grima’yı Drudkh gibi belki de türünün en iyi bir-iki grubundan biriyle aynı cümlede geçirecek kadar yükseltti beni. Tabii o seviyelere ulaşmak için Grima’nın yemesi gereken ekmek miktarı azımsanamayacak ölçüde ama Grima da her albümüyle bir fırının daha akşam evine ekmek götürmesini sağlayacak kadar çok ekmeği hüpletiyor gibi bir oturuşta. Nasıl şaka ama.
Tatsız bir bilgiyle başlayalım: Önceki iki albümde yoğun biçimde yer alan ve bana Grima’yı sevdiren akordeonist Sergey Pastukh, Rotten Garden‘da neredeyse hiç yok gibi. Bir tek At the Foot of the Red Mountains parçasında ve Rotten Garden‘da duyuyoruz kendisini. Belki odağı kaydırmak ve “ha Grima mı? Şu akordeonlu grup mu?” algısını kırmak istemiş olabilirler. Mantıklı görünse de ben ciddi anlamda hayal kırıklığına uğradım. Neyse ki iki kardeşe bas gitar, klavye ve davulda destek atan isimler mevcut yine (hatta biri ULTAR davulcusu) ve her biri, enstrümanının hakkını fazlasıyla veriyor. Rusya, iki kardeş, soğuk ortamlar vs. denilince şimdi “cepte rubleden eser yok, zaten ardımız donuyor bu lanetli havada, çok mutsuzuz be!” tarzında, yıkık Rus edebiyatı gibi fakir, kolu kanadı kırık bir şey beklemeyin; gümbür gümbür bir müzik üretiyor Grima. Arada Rus edebiyatından ne istedim, ben de bilmiyorum şu ana ama olan oldu artık.
Logo değişimiyle beraber müzikteki bu tercih ve sapmaların Grima için yeni bir vizyona işaret ettiği düşüncesi beliriyor insanın zihninde, fakat müzik tarafında bariz farklar olsa da grup hala termometre donduran soğukların, karla örtülü ıssızlıkların black metalini yapıyor. Müzikal değişimden söz edeceksek akordeonun açığını kapatmaya çalışan klavye, hiç olmadığı kadar ön planda ve hem müziği senfonik black metal taraflarına çekiyor hem de daha yüksek bütçeli, daha prodüksiyonlu bir atmosfer oluşmasını sağlıyor. Neredeyse her şarkı, Vilhelm’in iyice keskinleşmiş, tam 90’lar ekolünden gelme tiz çığlıkları ve klavyenin soğuk düzenlemelerinin omuzlarında yükseliyor. Gitar ise kimi zaman sazı eline alıp (bugün inanılmaz mizahşörüm) tremolo riflerle veya atmosferik solo numaralarıyla klavyeye boğulmamızı engelliyor. Daha agresif, daha saldırgan bir Grima var karşımızda.
Saldırgan demişken; Vilhelm’in vokali melodik, yumuşak, kırılgan (bunlar hep black metal çerçevesince tabii) veya günümüzde birçok grup tarafından tercih edilen vaiz vari, hikaye anlatıcı modelinde vokallere alışkın olanları zorlayabilecek türden bir vokal. Yırtıcı, keskin ve çiğ çığlıklar atıyor Vilhelm. Nadiren de olsa death metal frekansına geçip sesini derinleştirerek çeşitlilik katsa da Cedar and Owls‘un başındaki feryatların albümün bütününe yayılmış durumda olduğunu söylemek lazım. Artık çoğunlukla ya yukarıda bahsettiğim türden ya da Mortuus, Hoath, Doedsamiral gibi ağzıyla insana dayak atan azman vokallere denk geldiğimiz için bu tip çiğ, hatta yer yer kulak tırmalayan geleneksel black metal çığlıklarını özlediğimi fark ediyorum Vilhelm’i dinledikçe. Müzikte vites yükseldiğinde Grima’yı yüzeyin üzerine çıkaran etmenlerden biri Vilhelm kesinlikle.
Öte yandan grubu standart atmosferik/pagan black metal denizindeki binlerce siyah balıktan farklı kılan akordeonun baskınlığı kırılınca, bestelerdeki heyecan da düşmüş Rotten Garden‘da. Neyse ki standart bir gruba nazaran çok daha az başvuruyor Grima atmosfer kastıran ağır ve yavan pasajlara. Yine de artık bu türde Old Oak gibi yağmur ve kuş sesleri fonunda basit bir akustik gitar ve üç-dört notalı piyano melodilerine ihtiyacımız var mı, bilemiyorum açıkçası. Anlatı açısından da bir şey katıyor mu bu parça albüme, tartışılır. Ayrıca klavye de açığı kapatacağım derken çok abartılı kullanılmış bu defa. Will of the Primordial‘da olduğu gibi bir-iki parçada baskın enstrüman rolündeyken zenginlik katıyor, artı yazdırıyordu haneye (Enisey) ama bu defa her parça klavye ekseninde neredeyse ve üst üste dinlemeler sonrasında bile akılda kalıcı bir gitar rifi bulmakta zorlanabiliyor insan. Önceki albümün açılış parçası Siberian Sorrow’un 5:12’sinde giren o enfes melodi, Rotten Garden‘ın tamamından daha akılda.
Agresif devinime bel bağlayan, bütün hacmin klavyeden alan bir albüm olarak Rotten Garden‘ı beğendim aslında. Vilhelm’in vokali yetiyor zaten. Ne var ki atmosferik black metal türü adına masaya yeni bir şey koymadığı gibi Grima’yı taze bir keşif olarak yarınlar yokmuşçasına övmemi sağlayan unsurlara rastlamadığım için tadım kaçık biraz. Defalarca dinlememe rağmen Rotten Garden özelinde coştuğum bir şey bulamadım pek. Tür için standart sayılabilecek, mutlaka bir süre oyalanmanızı sağlayacak bir albüm; Grima için ise geriye atılmış bir adım ne yazık ki.