Nero Di Marte – Immoto
Merhaba.
Yavaş yavaş tanımaya başladığınızı düşündüğüm okur destekçilerimizden Duodenum’dan yeni bir inceleme daha geldi. Yıl içerisinde merak ettiğim, dinlediğim ama öncelikler nedeniyle inceleyemediğim yeni Nero Di Marte albümü Immoto‘yu, biraz da kendi hayatı ve Nero Di Marte ilişkisi üzerinden anlatmış Duodenum. Okuyalım:
2014 benim adıma farklı bir yıldı. Üniversiteye başlıyordum ve hayatımdaki her şey değişiyordu. Geriye dönüp bakınca bu devasa değişime pek ayak uyduramadığımı ve psikolojik olarak zorlandığımı görüyorum. Nero Di Marte’nin tam o zamanlarda çıkardığı Derivae albümü ise o dönemin arkaplan müziği olmuştu benim için. Hala Pulsar’ı, Il Diluvio’yu her dinlediğimde dizime kadar gelen karda yaptığım yürüyüşlere, okula zamanında gidebilmek için sabah 7’de bindiğim Aksaray metrosuna, şimdi yıkılmış anfiye dönerim. Dolayısıyla benim için epey kişisel ve önemli bir grup Nero Di Marte. Bu yüzden istediğim kadar objektif olamayabilirim, baştan söyleyeyim.
Derivae müzikal olarak da özel bir albüm. Grubun kendi soundunu aradığı ilk albümünden sonra ileriye atılmış dev bir adım ve Nero Di Marte’nin kimliğini ve DNA’sını oluşturuyor. Grup o dönemde her taraftan fırlamaya başlamış atonal ve disonant müziği oldukça özgün bir tavırla yorumlamış ve Luc Lemay’in bile ilham aldığını söylediği bir iş ortaya koymuştu. Bu soundun temelinde çok geniş bir dinamik aralık vardı. Grup oldukça organik bir kayıt almış ve hayalet notaların ürkütücü zerafetinden blast beatlerin görkemli keşmekeşlerine kadar elindeki her aracı tertemiz duyurarak kendini sürüden farklı bir yere konumlandırmıştı. Albümün davullarını hala ağzım açık dinlesem de diğer her enstrüman da virtüözlük derecesindeydi. Vokalinse brutal vokalden ziyade temiz-hafif kirli aralığında olması ve melodileri albüme hüzünlü ve mistik bir hava katıyordu. Nihayetinde kapağı gibi deniz havası solutan, denizin enginliğini, belirsizliğini ve hüznünü çağrıştıran bir albümdü.
Bu özelliği ise müziğe bakış açımı değiştiren unsurlardan biri olmuştu. O zamana kadar riflerin bloklar halinde olduğu, dize-nakarat kuralına uymak zorunda olmasa da farklı kısımlarına A, B, C gibi isimler vererek inceleyebildiğim bir müzik anlayışına sahiptim. Nero Di Marte ise bana çok farklı bir yaklaşımı öğretiyor; serbest caz gibi, klasik müzik gibi ne olacağını tahmin edemediğim, içine girebilmek için incelemek yerine kendimi akıntıya teslim edip müziğin beni götürmesine izin vermem gereken bir felsefeyi öğretiyor, adeta “Bambaşka bir metal mümkün,” diyordu.
2017’de davulcu Marco Bolognini gruptan ayrılınca endişelenmiştim. Derivae’yi en özel kılan unsurlardan biriydi davulları. Yerine gelen HIDEOUS DIVINITY davulcusu Giulio Galati’nin işi oldukça zordu. Ayrıca bu kadar sert bir davulcunun Nero Di Marte müziğine uyum sağlayıp sağlayamayacağını da oldukça merak ediyordum. Grubun bu haberinin altında yeni albümün yazımının da devam ettiği yazıyordu ve benim için üç yıllık bekleyiş başlamıştı.
Daha fazla lafı dolandırmadan gireyim esas mevzuya. 2020 Ocağında çıktı Immoto. Açılış şarkısı Sisyphos’un giriş dizelerindeki “This is the last dance,” ifadesinin hakkını verecek bir zerafetle başladı albüm ve… Ve bir hayal kırıklığına uğradım ilk dinleyişimde. Sanki Derivae’deki dinamizm gitmiş, ismi gibi çok daha hareketsiz bir albüm gelmişti yerine. Özellikle Semicerchi, Irradia ve Immoto şarkılarının yavaşlığı, içedönüklüğü, yalan yok, ilk dinleyişimde “altı yıl enstrüman çalmamak için mi beklettiniz beni?” gibi bir tepkiye neden olmuştu. Fakat dinledikçe farkettim ki aslında müzik değilmiş gibi görünen bu kısımlara da en az müzikal kısımlar kadar kafa yorulmuş ve bütünün parçası. Açalım.
Bir önceki albüm nasıl bana denizi canlandırıyorsa bu albüm de bir dansı canlandırıyor. Kimi zaman hızlanan, heyecanlanan; kimi zamansa usulca insanı düşüncelere daldıran bir dans bu. Dansı devam ettirmek içinse hareket gerekir. Az önce hareketsiz gibi görünen kısımlardan bahsetmiştim. Dışarıdan bakan biri için hareketsiz ve anlamsız görünebilecek bu minimal hareketli kısımlar, dansçı için daha fazla teknik gerektiren kısımlar kadar özenli, ve bu kısımlara kendinizi verirseniz dansın hızlandığı kısımların nasıl bu hareketsiz görünen kısımlarda hazırlandığını, ince ince işlendiğini fark edecek ve “Forgive those who do not want to know, or see” dizesi sizi bambaşka yerlere götürecek.
Bu dansın başrolü vokalist/gitarist Sean Worrell. Sesiyle adeta dansın nereye gideceğini dikte ediyor. Kimi zaman kırılgan, kimi zamansa öfkeli ve heybetli vokalleri ve İtalyanca-İngilizce şarkı sözleri, herhangi bir yapıdan itinayla kaçınan şarkıların dümenini tutuyor. Bütün şarkıların ortak duygusu ise içedönüklük. Sanki her şey kahramanın zihninde olup bitiyor. Rif kavramını eğip büken ve bambaşka bir şeye dönüştüren gitarlar Derivae’den aldıklarını daha az melodik, ama daha zekice bir formda, daha doğrusu formsuzlukta devam ettiriyor. Endişelerimin kaynağı olan Giulio Galati ise harika bir sürpriz oldu benim için. Immoto’daki uzun kreşendo şeklindeki blast-beat en çok parladığı an olsa da bütün albümde adeta davul nasıl çalınır dersi veriyor. Hem kaotik hem de sakin anlara bu düzeyde bir yaratıcılık ve karakter katmak gerçekten zor. Bas gitar oldukça ön planda, harika bir tonla özellikle yavaş anlarda müziğe yön veriyor. Prodüksiyon ise çok ferah, her şey rahatlıkla duyuluyor.
Bu söylediklerime rağmen, bir dinleyici olarak ve bir eleştirmen olarak albüme farklı yaklaşıyorum. Bir dinleyici olarak albümün her saniyesini özümsedim ve içselleştirdim, biraz torpilli görülebilecek puanın bir gerekçesi de bu, fakat bir inceleme yazısı yazarken şunu göz önünde bulundurmak zorundayım: Herhangi bir dinleyici benim verdiğim emeği albüme vermek zorunda mı? Albümdeki birçok anın ilk defa grubu dinleyen biri için çok kişisel kalacağının, hiçbir anlam ifade etmeyebileceğinin farkındayım. Bununla alakalı başka bir soru da bu albümü eğer Nero Di Marte değil hiç bilmediğim başka bir grup, örneğin Mero Fi Tarte yapmış olsaydı bu derece üzerine eğilir miydim? İlk sorunun bendeki cevabı hayırken ikincisi tamamen varsayımsal bir durumdan bahsettiği için cevabını bilmiyorum. Öte yandan bu incelemeyi yazmamın bir amacı da ilk sorudaki dinleyicilere Immoto’ya vakit ayırmaları için bir gerekçe sunmak. Çünkü bunu hak ettiğini düşünüyorum.
2020 yılı da tıpkı 2014 gibi bir değişim yılı benim için. Üniversite hayatım nihayet bitiyor ve hayatımdaki her şey bir kez daha değişiyor. Nero Di Marte ise yine bu değişimin arkaplan müziği. Hayatımın nereye gideceğini bilmiyorum ama şuna eminim ki bir altı yıl sonra Immoto’yu dinlediğimde bu günleri gülümseyerek anacağım.
96/100

Self-titled ve Derivae çok sevdiğim albümlerdi ama nedendir bilmiyorum bu albüme daha şans veremedim. Eline sağlık çok iyi kritik, gaza geldim şu an açıyorum.
Ooo süper, amacıma ulaşmışım. Dinleyince tekrar yaz bakalım merak ettim düşünceni.