Lycantrophilia – Blood Moon Chronicles
Merhaba.
Alman Lycantrophilia ile geçtiğimiz haftalarda tanıştım. Isegrimm rumuzlu tek bir müzisyenin zihninden hayata geçen proje, melodik black metal türü altında, aslında sadece melodik black metal diyerek sınırlandırılamayacak kadar özgür ve değişken bir müzik üretiyor.
Blood Moon Chronicles, bu projenin ürettiği ilk stüdyo albümü. Isegrimm’e vokallerde D.M. rumuzlu Fransız bir vokal eşlik ediyor. Bu arada tamamen bireysel imkanlarla üretilmiş bir albüm olduğundan hem gözlere hem de kulaklara underground filtresini geçirip değerlendirmeye öyle başlamakta fayda var.
Kızıl ayın yükselişini müjdeleyen kısa giriş sonrasındaki ilk şarkı Queen of Night‘tan itibaren çok kısa sürede fark edeceksiniz albümde vokaller, fazlasıyla geri planda. Fakat maalesef bu müzikal bir tercih değil, bir prodüksiyon sorunu. Güç bela duyuluyor vokal ve alışana kadar harcanıp gidiyor arada Queen of Night. Halbuki hem nakaratındaki o atmosferik klavye etklentisi sayesinde hem de hızdan çıldırmış davullarıyla iyi bir açılış.
Önden paylaşılan The Onslaught ise Lycantrophilia karakterini görmek, Blood Moon Chronicles‘ın neden burada konuşulduğunu anlamak için iyi bir örnek. Çok zengin ve çeşitli olmasa da nefes aldırmayan davullar, melodik ve akılda kalıcı rifler, neredeyse slamming death metal seviyesine ulaşan bir vokal ve chugga chugga ile orta bölümünde bambaşka bir şeye dönüşüyor The Onslaught ve sonra yine baştaki melodik kısma dönüp bitiriyor. Lycantrophilia’nın ilk dinlediğim şarkısıydı ve açıkçası bu farklı bakışı tuttum.
Eğer bu tür şeyler size çok hitap etmiyorsa endişelenmenize gerek yok; albümün devamında bir daha neredeyse hiç başvurmamışlar bu gaddarlıklara. Fakat bir şekilde çeşitlendirmeyi de ihmal etmemişler tabii Özünde fazlasıyla yüksek tempolu, melodik black metalin hakkını veren bir gitar işçiliği ve arada, kısa bir süreliğine de olsa hakimiyeti ele geçiren klavye önderliğinde ilerleyen yüksek enerjili bestelerden oluşuyor Blood Moon Chronicles ama yukarıda bahsettiğim bölüm gibi veya gayet basit rifler ve sample uyumuyla genelden ayrılan bir atmosfer yarattıkları Evoke the Frostbitten‘ın son kısmı gibi, Bestial Lust‘ın arkasındaki gotik dokunuşlar gibi şeylerle karanlık Bavyera öykülerinden fırlamış ürkütücü bir atmosfer yaratmayı başarmış. Yine de bazen türler fazlasıyla karışıyor birbirine sanki; biraz daha odaklı olunabilir bana kalırsa. Albümdeki favorim ise bu yıl dinlediğim en akılda kalıcı riflerinden birini merkeze oturtmuş Thirst and Regret oldu.
Isegrimm belli ki yaptığı müziğin dinamiklerini iyi bilen bir adam ve Blood Moon Chronicles akıcı, güçlü bir albüm. Fakat prodüksiyon açısından gerçekten zayıf ve vokalin duyulamaması sorunu, vokalin direksiyonu ele geçirdiği her anın özelliksizleşmesine neden oluyor. Her ne kadar başta belirttiğim gibi underground filtresini açıp daldığımı söylesem de bu konu bir süre sonra albümden bir-iki favori parçayı çalma listelerinize alıp gerisini remastered edition‘a kadar rafa kaldırmanıza neden olabilir. Eh, plak şirketi olmadan da bir yere kadar bazen.
Lycantrophilia ile tanıştığıma sevindim. Eğer çok kaotikleşip insanı yormayan, görece rahat dinlenebilir ve yüksek tempolu iyi bir melodik black metal albümü arıyorsanız Blood Moon Chronicles, derdinize derman olmak üzere BANDCAMP‘te sizi bekliyor. Umarım birileri görür, keşfeder ve grup bir plak şirketiyle anlaşıp daha iyi koşullarda daha rahat bir iş çıkarabilir de biz de gerçek potansiyelini daha net bir şekilde değerlendirebiliriz.