Insomnium – Heart Like a Grave
Merhaba.
1997 yılında kurulan Finlandiyalı Insomnium, harika bir on yılı geride bırakmak üzere. 2009 çıkışlı Across the Dark sonrası Century Media‘ya katılan topluluk, şirketin gücünü de arkasına alarak ve ilk iki-üç albümüne nazaran daha melankolik, atmosferik ve güçlü bir müzikle son dönemde yeni bir şeylere evrilmeye çabalayan melodik death metal türünün atmosferik alt kolunu yönetiyor adeta bir süredir. Zaten 2014 ve 2016 çıkışlı son iki albümleri Shadows of the Dying Sun ve konsept Winter’s Gate ile ne kadar ünlendikleri ortada. Ayrıca Winter’s Gate ile pek çokları için yaratıcılığının da zirvesine ulaştı grup ve harika ilerleyen kariyerini tek şarkılık, konsept bir albümle taçlandırmış oldu…
Fakat Insomnium’u o kadar da sevmiyorum.
Evet, enfes melodiler bulup doğru bir tansiyon ile o melodileri zihnime kazımayı başarıyorlar çoğu zaman ama grubun yarattığı (yaratmaya çalıştığı değil; net bir şekilde amacına ulaşıyor her defasında aslında) atmosfere o kadar da coşmuyorum açıkçası. Bu üzgün mü öfkeli mi dingin mi belli olmayan ruh hali bana cazip gelmiyor pek. Genelden özele inince de en iyi olduğu anlarda bile bir süre sonra ya albümün haddinden fazla uzun olması nedeniyle, ya arka arkaya aynı yapıyı sürdüren bestelerden sıkıldığım için veyahut da şarkılara tekil anlamlar yüklemekte de zorlandığım için ilgimi yitiriyorum bir süre sonra. İlk yıllarını epey sevsem de aslında ayıla bayıla dinlediğim, başucumda duran bir Insomnium albümü yok ve bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Üç-beş güzel gitar melodisi, içselleştirebileceğim bir-iki söz veya vokal oyunu seviyesinde gruptan beklentim…
Fakat bu demek değil ki grubu anlamıyor veya takdir etmiyorum. Melodik death metal gibi bıçak sırtı bir müzikte olabilecek en yaratıcı, en katmanlı, en zengin işlerden bazılarını da Insomnium yapıyor sonuçta. Yoğun kış temasına ve melankolik yapısına rağmen birçok insana iyi hissettiren, grubun hayranlarıyla arasında özel bir bağ yaratmasını sağlayan şarkı sözleri ve atmosferi sayesinde çoğu dinleyici için yalnızlığın veya depresif düşüncelerin üstesinde gelmeye yardımcı bir tarafı olduğunu da inkar etmeyeceğim ayrıca. Tüm bunların üstüne bir de devamlılık, ve yüksek standart ekleyelim: Eh, boşuna Insomnium Insomnium değil yani.
Haliyle öyle aman aman bayılmasam da Insomnium’a hakimim ve yeni albüm haberleri her zaman için merak uyandırıcı benim için. Grubun 8. stüdyo albümü Heart Like a Grave geçtiğimiz hafta yayımlandı ve an itibariyle nihayet albüm hakkında fikirlerim sabitlendi zihnimde.
York Üniversitesi’ndeki akademik kariyeri ile artık her gittiği yerde kırmızı halıyla karşılanmaya başlayan, büyüdükçe büyüyen Insomnium’u bir arada devam ettiremediği için gruptan ayrılan kurucu gitarist Ville Friman’ın yerine daha önce birkaç turda gruba eşlik etmiş eski SONATA ARCTICA ve bilimum grup gitaristi Jani Liimatainen‘in dahil olduğu ön bilgisi dışında doğrudan albüme dalabiliriz sanırım:
Üç gitariste sahip bir grubun hayal ettirdiğini yaşatamıyor Heart Like a Grave, öncelikle bunu söylemek lazım. Ancak gerçekten de gitar odağında bir albüm ve rif/melodi bakımından gayet zengin. İyisiyle – kötüsüyle tam bir Insomnium alamet-i farikası olan Valediction, hemen arkasındaki enerjik Neverlast ve hem ana melodisi, hem nakaratı hem de gitar – piyano uyumuyla melodik death metalin tanımı tadındaki Mute is My Sorrow, albümün ana iskeletini oluştururken Pale Morning Star, bu üç gitar hadisesinde albümün tepe noktasını oluşturuyor. Kaç kanaldan kaydettiler o tremolo rifleri bilemiyorum ama ellerini korkak alıştırmamışlar belli ki. Vokal konusunda ise Ville’ın Jani’den çok daha üstün olduğunu ve gelenin gideni arattığını söyleyebilirim.
Gitar odaklı olmasına rağmen akılda kalıcılık konusunda biraz zorlanıyor Heart like a Grave. Demin bahsettiğim tremolo şovu dışında defalarca dinlememe rağmen pek bir şey çıkmıyor. Buna karşın özellikle albümün kapanışını zayıflatan ve durduk yere uzatan Karelia‘nın solosunda hoca bitir hoca! seviyesine geliyorum her defasında. Sekiz dakikalık, enstrümantal bir kapanışa ihtiyaç var mıydı gerçekten böyle bir albümde? My Arms, Your Hearse değil ki bu kardeşim!
And Bells They Toll veya The Offering gibi şarkılar teknik açıdan sorunsuz gibi görünseler de Insomnium formülünün bilmem kaçıncı modülasyonunda artık grup kendi iyiliği için bundan vazgeçmeli; öf şu And Bells They Toll‘un o temiz vokal nakaratı nedir öyle? Lütufta bulunup söylemişler gibi ya, haha. Kendileri de sıkıldılar herhalde stüdyoda kayıt alırken defalarca aynı cümleden. Buna karşın grup her zamanki gibi birbiriyle uyumlu, bazen ilerlemek için geri gitmek gerektiğiyle ilgili olabileceği kadar alev alev yanan Amazon Ormanları hakkında da olabileceğini düşündürten, yoruma açık sözleriyle yine insanı düşündürüyor. Ayrıca ne olursa olsun, Niilo’nun death metal vokalleri gerçekten çok başarılı.
Her ne kadar daha keskin bir gitar işçiliğini de aratsa bile aslına bakarsanız eksiklikleriyle değil fazlalıklarıyla zayıflayan bir albüm Heart Like a Grave ve şöyle silkeleyip bir bölümünü üstünden atsak daha zinde, daha sağlıklı bir şeye dönüşebilecekmiş gibi hissettiriyor. Sabırla bekleyip ortalama kısımlarına katlandığınızda parlak, ışıltılı anlar sunuyor ama gelin şöyle bakalım olaya: Bir saatlik zaman dilimine yayılacak, on beş dakikalık bir havai fişek gösterisi gerçekleşecek ama havai fişeklerin ne zaman atılacağı belli değil. O yüzden de o on beş dakika için bir saat oturmanız lazım. Var mısınız? Hele ki bu yıl AEPHANEMER‘in deli albümünü de dinlemişken…
Geri bildirim: Be’lakor – Of Breath and Bone – Metalperver