BRUTAL ASSAULT 2019: Thrash Metale Doymak!
Merhaba.
Brutal Assault 2019’dan izlenimlerimi aktarmaya çalıştığım yazı dizisinin 2. bölümündeyiz bugün. Son olarak Hypocrisy ve The Ocean gibi isimlerle müthiş bir doğum günü yaşayıp festivalin epey yoğun geçecek diğer üç günü için enerji depolamaya çalışmak için uykuya dalmıştım… Haydi, ikinci gün başlıyor!

Brutal Assault, adının hakkını veren bir festival ve bunu da 11:40’a JUNGLE ROT koyarak bir kez daha gösterdi sağ olsun. Biz de hem festival ortamından fazla uzak kalmamak hem de Jungle Rot’a yetişmek için 11:00 civarı tatlı otelimizden yola koyulduk. Fakat benim için önemli olan ilk olarak ALIEN WEAPONRY‘yi yakalamaktı. Yeni Zelandalı iki kardeş, Henry ve Lewis De Jong tarafından 2010’da kurulan Alien Weaponry, basit ama enerjik rifleri, Yeni Zelanda kültüründen de bolca beslenen gaz şarkılarıyla son dönemde epey ses getirmişti. Gruptaki üç elemanın da Māori kökenli olması ve bazı şarkıların bu dilde yazılmış olmasının etkisi yadsınamaz kesinlikle.
Grubun yarım saatin biraz üzerindeki performansı gayet etkileyiciydi. Özellikle en popüler şarkıları Kai Tangata ve Rū Ana Te Whenua esnasında circle pit çemberi epey genişledi ve hatta bir ara wall of death dahi döndü. Çok basit riflerle sade bir iş yapıyorlar ve üzerine bir şey koymazlarsa Yeni Zelanda gazı geçtiğinde geriye pek bir şey kalmayabilir ileride, fakat çok eğlenceliler!
Alien Weaponry sonrasında ise hemen yan sahnede DIABLO SWING ORCHESTRA vardı. Deneyselliğin, karnaval kafalarının bir tık törpülenmesi, metal kısmının yumuşaması ve olumsuz anlamda daha aklı başında bir müziğe geçiş DSO’nun büyüsünü biraz bozdu bana kalırsa ama yine de gündüz vakti bu enerjik, eğlenceli grubu izlemek gayet keyifliydi. Özellikle yeni vokalist Kristin hanımefendi sahnede bir an olsun durmuyor ve güleryüzüyle neşe saçıyor gerçekten. Pandora’s Piñata albümü ağırlağındaki setlerinde, özellikle Black Box Messiah veya Lady Clandestine Chainbreaker gibi kıpır kıpır şarkılarda biz de hatırı sayılır kalabalığın geri kalanı gibi yerimizde duramadık ve dans edip eğlendik. Konser bittiğinde keşke grubun İstanbul konserine gitmeye üşenmiş olmasaydım diye düşündüm. Öyle eğlenceli bir performanstı.

DSO sonrasında ise aslında hemen yan sahnede KRISIUN çıkıyordu ama günün devamındaki yoğunluğumu, yaşayacağım yorgunluğu düşününce Krisiun’u on dakika kadar izleyip ayrıldım. SACRED REICH‘a kadar yaklaşık iki saat boşluğum vardı ve festival alanını keşfetmek, onlarca farklı yiyecek-içecek standlarında takılmak daha cazip geldi doğrusu. Daha önceki yazılarda çok bahsi geçti ama bu konuda Brutal Assault gerçekten benzersiz. Yaklaşık 10 TL’ye denk gelen bira fiyatlarını geçtim, dilediğiniz her mutfaktan hepsi kalburüstü pek çok farklı seçenek ile metalciyi aç bırakmamaya yemin etmiş BA organizasyonu. Dürüm dönerden yaban mersinli keklere, çeşit çeşit pizzadan saatlerce ağır ağır pişmiş domuz kaburgasından yapılmış hamburgerlere ve envai çeşit sulu yemeğe kadar fazlasıyla zengin bir mutfağı var festivalin. Geçen yazıda Türk kahvesi ve Rize çayı satan dükkanı hatırlarsınız zaten, haha. Hatta son dönem patlayan ve tez zamanda yerin dibine batmalarını umduğum şu lokmacıların atası olan, küçük üretim bantlı dandik ama bir o kadar yedikçe yediren bir donutçu bile var.

Neyse, sağa sola bakılıp karınlar doyurulduktan ve sıvı takviyesi yapıldıktan sonra yirmi dört yıllık bir aranın ardından yeni albümünü çıkarmaya hazırlanan thrash metalin köklü isimlerinden SACRED REICH‘ı izlemek için yerimizi aldık. Grup sahneye çıktığında ilk dikkat çeken şey tüyü bitmemiş gitarist Joey oldu. İnanılmaz enerjisi, heyecanı ve adanmışlığıyla gerçekten şaşırttı Joey. 1996 doğumlu olup da SACRED REICH gitaristi olacak hale ne ara geldin be çocuk?! Zaten Phil Rind ağabey de bir-iki şarkı sonra Joey’i seyirciye tanıtıp bu çocuk hala nasıl donuna yapmadı, şu an ben de şaşkınım biraz, gibi sözlerle ona takılmayı ihmal etmedi.
Phil’in seyirciyle diyaloğundan ve sahnedeki hallerinden heyecanı çok belli oluyordu. Özellikle Ağustos sonu çıkacak Awakening‘den çaldıkları Divide&Conquer ve Manifest Reality‘yi duyururken umarım hoşunuza gider, umarım hala nasıl thrash yapılacağını unutmamışızdır, umarım beğenirsiniz, gibi sözlerle heyecanını belli ediyordu. Yeni albümden çalınan üç şarkıdan ikisi çok iyiydi bu arada. Bunun dışında grup, genç forvet Joey’nin yadsınamaz enerjisinin de desteğiyle enfes bir performans sergiledi. Merak edenler vardır mutlaka; grubun seti şu şekildeydi:
Death Squad
Love…Hate
Awakening
Free
Who’s to Blame
Independent
Divide & Conquer
The American Way
Manifest Reality
Surf Nicaragua

Sacred Reich’ın hemen arkasındanhayvan çocuğu metali kontenjanından festivale dahil olan DECAPITATED sahne aldı. Grup One Eyed Nation ve Killthe Cult ile açılış yaparken bir yandan sahnelerine bakarak festival alanındaki diğer eğlenceleri araştırmaya başladık. Her yıl olduğu gibi yine eski araba koltuklarından yapılmış, kült korku filmlerinin gösterildiği sinema salonu ve sabit diğer eğlencelerin yanı sıra bu yıl bir Arcade salonu -Mortal Combat’ta Anadolu’nun gücünü dünyaya gösterip rakibini Fatality ile haşat eden Kenan’a sevgiler- , 2. Dünya Savaşı’ndan kalma hastane sergisi, Korku Evi, peluş ayıcıkları grotesk birer korku abidesine çevirebileceğiniz atölyeler, Mad Max sevenlerin aklını alan post-apokaliptik temalı Junkyard ve festivalcileri kalenin altındaki geçitlerde ürkütücü, serinletici ve biraz da klostrofobik bir maceraya çıkartan Land of Free Tibet geçidi gibi enteresan eklentiler yapılmıştı. Özellikle Junkyard festivalin en çok ilgi çeken alanlarından biriydi ve son gün, yağmurun da sapıtmasıyla olaylar biraz çığrından çıktı… Neyse, o güne sonra geleceğiz, haha. Brutal Assault’ın bu detaycılığı ve 130 gruplu kadrosunun yanı sıra festivale bu tip farklı tatlar eklemesi gerçekten nefis. Ulan bu kadar övüyoruz, seneye bir davetiye falan bir şeyler… Duy sesimi Brutal!
Saatler 17:00’ı gösterirken bir başka heavy/thrash efsanesi METAL CHURCH‘ü görmek üzere tekrar ana sahnenin yolunu tuttuk. San Franciscolu grubun hayranı olmasam da ayağımıza kadar gelmişlerken görmemek olmazdı ve epey uzaktan bir-iki şarkılarını dinleyip dünya gözüyle Metal Church gördük işte diyebilecek seviyeye geldikten sonra yeniden Obscure sahnesine doğru yola koyulduk. Zira burada melodik death metalin önemli isimlerinden OMNIUM GATHERUM çıkacaktı. Aslında arkadaşım Selim olmasa belki bir-iki şarkı bakmaya gider, büyük ihtimal ona da üşenirdim ama iyi ki kolumuzdan tutup sürüklemiş; beklemediğimiz kadar iyi bir performansla Obscure sahnesini salladı Fin grup. Şarkılarına çok hakim olmasam da melodik death metal olunca bana ve ben gibi seyircilere ulaşmakta zorlanmadılar zaten pek. Setleri şu şekildeydi:
Gods Go First
Frontiers
New World Shadows
Refining Fire
The Unknowing
Be The Sky
New Dynamic
Skyline

Metal festivallerindeki en büyük sorunlardan biri de grupların birbirleriyle çakışmasıdır ve Brutal Assault bu konuda iki ana sahneye sahip olmanın avantajıyla bizleri rahat ettirse de ara sıra bazı ufak çakışmalardan kaçınmak mümkün değil ve SODOM ile TESTAMENT arasında, üstelik de iki ana sahneden uzak sayılabilecek Obscure‘dan çıkan SKELETAL REMAINS‘e gidemedim maalesef ve son gün yağmurun azizliğine kaptırdığım bir-iki grupla beraber kaçırdığıma en çok üzüldüğüm isimlerden biri oldu. Neyse ki buna kafayı çok takamadım, zira saatler 18:50’yi gösterdiğinde SODOM sahnedeydi!
Silence is Consent ile girdi Alman devi ve her ne kadar daha ilk şarkıdan grup yaşını hissettirse de onlar her daim Sodom ve müthiş bir setle harika bir konser verdiler. Gündüz olmasının, yemek saatinde olmasının dezavantajını da hiç yaşamadı grup ve neredeyse yan sahneye kadar taşan -böyle olduğunda oradaki kesim iki sahnenin ortasındaki dev ekrandan takip ediyor genelde konseri – bir seyirciyle, coşup coşturdular. Başta grubun performansı bir tık zayıf gibi göründüyse de Agent Orange ve Blasphemer sonrası pek bir şey hatırlamıyorum, zira pitin içinde kayboldum bu şarkılarla birlikte. Grubun klasiklerle dolu seti şu şekildeydi:
Silence Is Consent
The Crippler
The Saw Is the Law
Outbreak of Evil
Conflagration
Agent Orange
Blasphemer
One Step Over the Line
Partisan
Tired and Red
Bombenhagel
Önlere koşturup milletin arasına dalmadan şöyle ufak bir tadımlık çekebilmişim:
Sodom sonrasında ise yan tarafta New York hardcore sahnesinin en önemli isimlerinden SICK OF IT ALL çıkıyordu ama bulunduğumuz yeri terk etmek büyük aptallık olurdu, çünkü o konser biter bitmez, Sodom’un kaldırdığı toz bulutunun içinden sahneye TESTAMENT çıkacaktı. O nedenle birilerini sıvı takviyesini yollayıp yerimizi koruduk ve Chuck Billy ile kurmaylarını beklemeye koyulduk.
Eş-dost muhabbetinde sıkça yapılan bir geyik vardır: İstediğin elemanları seçip bir grup kuracaksın, kimleri seçersin? An itibariyle Testament’te çalanları seçerim ben işte. Düşünsenize; Gene Hoglan, Steve DiGiorgio, Alex Skolnick, Eric Peterson ve Chuck Billy… Eh, haliyle grup Brotherhood of the Snake ile sahneye çıktığında kimse bakacağımızı, hangi metal tanrısını izleyeceğimizi şaşırmış bir haldeydik. Hiç hız kesmeden The Pale King ile devam etti grup ve More than Meets the Eye sonrası, iyice kararmış hava ve tepişen binlerce insan sayesinde göz gözü görmez bir ortam oluştu Sea Shepherd sahnesinde.

Chuck Billy’nin enfes frontman performansı, grubun kalanının kusursuz enstrüman hakimiyeti ve arka arkaya patlayan klasik şarkılarla festivalin zirve anlarından biriydi Testament ve şöyle bir set ile neden thrash metalin en büyüklerinden biri olduklarını bir kez daha kanıtladılar. Bu arada gruptan penayı da kaptık:
Brotherhood of the Snake
The Pale King
More Than Meets the Eye D.N.R. (Do Not Resuscitate)
Eyes of Wrath
Legions of the Dead Low
Into the Pit
The Preacher
The New Order
Over the Wall
Disciples of the Watch
The Formation of Damnation
Kısa bir de video var:
Müthiş Testament konseri sonrası biraz dağıldık tabii ve o hararetle MESHUGGAH‘ı pas geçip (buna iyi küfür yiyeceğim gibi) yaklaşık yarım saat içerisinde Obscure‘da çıkacak KAMPFAR‘a doğru yürüyüşe geçip bir yandan da nefesleri toparlayıp bir şeyler atıştırdık. Kampfar neden bu sahnedeydi bilmiyorum ama gerçekten adım atacak yer yoktu neredeyse. Son albüm Ofidians Manifest‘in – sene sonu listeme girecek kesinlikle – de gazıyla en önlerde iyi bir yer bulduk ama konserin henüz ortalarına gelmeden şarjım bitti ne yazık ki. Gerçi bir yandan da iyi oldu; kendimi Dolk’un muhteşem vokal ve sahne performansına kaptırıp gitmem daha kolay oldu böylece. İlk defa izlediğim grubun performansı çok iyiydi zaten ama Dolk başka bir seviyedeydi; temiz vokali de black metal çığlıkları da muhteşem ve seyirciyi avcunun içinde tutmayı da başardı bütün konser.
Şöyle bir video var – ki bunu Kampfar da kendi Twitter hesabından paylaşıp karnımda kelebekler uçuşmasını sağladı, sağ olsunlar – :
Grubun seti de şu şekildeydi:
Vettekult
Our Hounds, Our Legion
Mylder
Troll, Død Og Trolldom
Ophidian
Tornekratt Den Sorte
Aslında Kampfar sonrasında yeniden ana sahneye dönüp DEICIDE izlemeyi planlıyorduk, fakat grup uçağını kaçırmış ve planlanan tarihten 36 saat kadar sonra Çekya’da olabilecekmiş ancak, o nedenle bu konser tamamen iptal edildi. Glen Benton gibi bir insandan bahsettiğimiz için insan çok da şaşıramıyor tabii… Brutal Assault’ın gediklilerinden Çek grup Brutally Deceased, festivaldeki ikinci konserine çıktı onların yerine. Biz de o arada ANTHRAX izledik biraz. Genel kanının bu grubun overrated yönünde olduğunu biliyorum ve ben de aynı düşüncedeyim ama festivalin en kalabalık konserlerinden birini verdi galiba Anthrax. Uzaktan, biraları yudumlayıp dinlene dinlene izledik Big 4’un torpilli üyesini… Son olarak 1977’de kurulmuş ve hardcore punk türünün en etkili isimlerinden biri olan efsanevi DISCHARGE‘a da şöyle bir bakıp saygılarımızı sunduktan sonra yüzümüzde aptal bir sırıtış, yorgunluktan bitmiş bir hale otelimizin yolunu tuttuk.
Festivalin ikinci günü de böyle geçti işte. Deicide iptali ve Skeletal Remains’i kaçırmak dışında hiçbir olumsuzluğun yaşanmadığı, güzel bir havada geçen keyifli bir gündü. Thrash metalin pek çok köklü ismini aynı gün görmenin coşkusu ise tarif edilemez sanırım. Bir sonraki gün ise bu defa black metal ateşiyle yanacak Brutal Assault… Serimiz festivalin üçüncü günüyle devam edecek; takipte kalınız efendim.

Hey! Yazıyla ilgili düşüncelerinizi yorumlara girmeyi unutmayın lütfen. Metalperver’de olan bitenin bir takdiri hak ettiğini düşünüyor, içeriğinin katlanarak zenginleşmesini arzu ediyorsanız PATREON üzerinden Metalperver’e destek olabilirsiniz. Okuduğunuz için teşekkürler.
Meshuggah ı pas geçme kısmını okuduktan sonra yazının geri kalanını okuma isteğim gitti ne yalan söyleyeyim. Sonra hızlıca bitirdim yazıyı.
Yorgunluk ve öncelikler belirleyici oluyor tabii epey.