Hate – Auric Gates of Veles
Merhaba.
90’lardan beri istikrarını koruyarak üretmeye devam eden, Polonya black/death metal piyasasının şekillenmesinde önemli role sahip Hate, 11. stüdyo albümüyle karşımızda.
Grubun kurucularından ve artık tamamen beyni haline gelmiş Adam the First Sinner (kabul edelim ki biraz uyduruk bir rumuz, haha), iki-üç yıllık periyodlar dahilinde yeni bir Hate albümü yazma konusundaki tutkusuyla gerçekten de saygı duyulması gereken bir isim. Grubun 2010 sonrasında kazandığı ivmenin yegane sorumlusu Adam şüphesiz. Tabii Polonya denildiğinde ilk başta akıllara başka isimler geliyor hala ama Hate de son yıllarda giderek popülerlik kazanmaya başladı kesinlikle.
Auric Gates of Veles, bu anlamda Hate’in süregelen saygınlığını koruyacak ve tanınırlığını artıracak kadar iyi bir albüm. Ancak demin de bahsettiğim bu istikrar meselesi bazen ters tepebiliyor. 2010’dan beri yayımlanan 5. Hate albümü özelliği taşıyan Auric Gates of Veles, son on yılda yayımlanmış diğer Hate albümlerinden nerede farklılaştığı sorusunun yanıtı biraz muğlak.
Böyle bakınca iki tarafa da çekilecek bir durum çıkıyormuş gibi görünse de aslında Hate yaptığı şeyi o kadar iyi yapıyor ki ortada pek de negatif bir şey yok aslına bakarsanız. Baştan negatif gibi girdim ama bir önceki Tremendum albümüne bayılmış biri olarak Auric Gates of Veles‘de Adam’ın üzerine koymasını bekliyordum; biraz da kişisel sebeplerim var kısacası. Slav paganizmi ve tarihi etrafında şekillenmiş sözleri, bam-güm death metaliyle black metal karanlığı arasında kurduğu hassas dengesi vs. derken Hate’in son yıllardaki zirvesiydi Tremendum benim için. Ancak bu demek değil Auric Gates of Veles kötü bir albüm.
Öncelikle şunu söylemek gerek ki Auric Gates of Veles ve genel olarak Hate müziği pek öyle önce bir tanışalım, kaynaşalım müziği değil; doğrudan olaya giriyor Hate her seferinde. Fazlasıyla yüksek tempolu, paldır küldür bir albüm Auric Gates of Veles ve ilk saniyelerinden şakası olmayan bir şeyler dinleyeceğiniz mesajını veriyor güçlü bir biçimde.
Old-school damarını coşturmasıyla daha ilk dinlemeden gönlümü kazanan The Volga’s Veins dışında Hate için gayet deneysel sayılabilecek ilginç anlar barındıran Path to Arkhen, rifleriyle BEHEMOTH‘un BEHEMOTH olduğu zamanlara ait bir BEHEMOTH havası estiren (laf sokacağım derken ne hallere giriyorum bazen, değil mi?) Triskhelion ve Sovereign Sanctity gibi Hate müziğini müthiş özetleyen harika şarkılar barındıran Auric Gates of Veles, kapanışa doğru vites düşürmek yerine Salve Ignis ile iyice coşuyor ve Generation Sulphur ile de güçlü bir kapanış yapıyor.
Fakat Norveç usülü adam döven black metal pratiklerinin hakim olduğu bir albüm bu ve death metale dair pek bir şey duyamamak biraz tadımı kaçırıyor benim. Death metal kısmı törpülenince besteler de kısır bir yapı içerisine sıkışıyor tabii. Ayrıca prodüksiyon da pek hoş değil. Davulun mekanik tınlayan dominasyonu bir noktadan sonra gerçekten yormaya başlıyor insanı.
Benzer beste yapılarına sahip albümler genelde birkaç şarkı sonra heyecanını kaybeder ve Auric Gates of Veles de oturup etraflıca dinleyip detaylarda kaybolacak kadar vakit harcamak istemeyen dinleyiciler için bir süre sonra tamam, anladık seviyesine düşme tehlikesi taşıyor. On parça ile elli dakikaya ulaşan albüm bu anlamda biraz uzun ve benzer rifler, pek de yaratıcı denemeyecek mekanik davullar vs. derken sonuna gelmeden midesine oturabilir kimilerinin.
Hate istikrarlı, kaliteli ve zamana ayak uydurabilen bir grup ve Auric Gates of Veles aslında pek çok açıdan sınavı geçiyor. Ancak binlerce albümün çıktığı bir ortamda farklılaşmak ve hatırda kalmak için özel bir tınıya, ruha, büyüye sahip olmak gerek ve bu albüm özelinde Adam’ın 2019’dan hatırda kalanlar arasında yer alması biraz zor görünüyor. Grubun veya türün fanıysanız tatmin edecektir, ancak yeni dinleyiciler bir süre sonra iyiymiş, deyip bir-iki şarkı haricinde kenara koyarlar gibi geliyor bana.