In the Woods… – Cease The Day
Merhaba.
Zaman zaman kritiklerde bahsettiğim üzere metal müzikle 90’ların sonuna doğru tanıştım ve o döneme, milenyumun ilk yıllarına ait hatıralar, o dönem keşfettiğim gruplar hep ayrı bir önem taşıyor. Tabii bir de o zamanki alışkanlıkların çok daha farklı olması, işi daha da nostaljik bir hale getiriyor. Örneğin bir metal dükkanına gitmek, orada çalışanlarla, diğer metal kafalarla beraber yeni çıkan albümlere göz atmak, hatta açıp bir-iki şarkı dinlemek ve eğer beğenilirse direkt satın almak gibi bir davranış, günümüzde insanların -hatta şu anki fiyatları düşününce artık benim bile- anlayabileceği bir hareket sayılmaz pek.
In the Woods… bu şekilde, sadece Tell de døde adlı şarkıyı dinledikten sonra satın almaya karar verdiğim 1996 çıkışlı A Return to the Isle of Men toplama albümüyle tanıştığım ve bu nedenle benim için nostaljik bir anlam da taşıyan, değerli bir grup. Saman alevi gibi parlayarak 90’ların ikinci yarısına damgasını vurdu In the Woods… ve özellikle de Omnio ile belirli bir kesim tarafından yere göğe sığdırılamayarak kült mertebesine ulaşmayı başardı. Sonrasında ise aniden dağıldı ve 2014’e kadar da gruptan bir haber alamadık. Kutlu birleşme haberinin ardından ise 2016’da Pure çıktı ve zaten sınırlı bir hayran kitlesi bulunan Norveçli ismi modern zamanlara taşımayı geçtim, eski hayranların büyük bölümünün suratını ekşiten, benim de bir an önce unutmak istediğim bir albüm olarak tarihe geçti ne yazık ki Pure.
Bu bilgiler doğrultusunda Cease the Day haberine biraz temkinli, hatta tedirgin yaklaştım. Bir de üzerine grubun özgün kadrosundan yalnızca davulcu Kobro’nun kaldığı, gruba Pure albümünde dahil olan Mr.Fog ile beraber yeni albümde yalnızca iki müzisyenin olacağı bilgisi eklenince iyice tadım kaçtı. Grubun kurucuları bile gemiyi terk etmişti… Fakat son günlerde, eğer kritik yazmak için özellikle bir albüme odaklanmış değilsem ve kendime müzik dinleyeceksem, Cease the Day‘den başka bir albüme gelim gitmiyor. Lafı uzatmayıp In the Woods… hayranlarının yüreklerine bir kova suyu boca edeyim: Cease the Day harikulade bir albüm.
Cease the Day çok iyi bir albüm ama öncelikle albüm kapağında In the Woods… yazsa bile bunun net bir In the Woods… albümü olmadığını kabul etmek gerek. 90’larda çıkardığı üç albümle sevdiğimiz In the Woods… tarihin tozlu sayfalarının arasına karıştı bile ve artık yeni, farklı bir grup var elimizde. In the Woods… birbirinden enfes albümlerle yeraltı dünyasının tozunu atarken henüz emekleme aşamasında olan, hatta daha kurulmamış olan gruplar, günümüzde In the Woods… müziğinin en önemli etkilenimleri haline gelmiş durumda. Şarkıların belirli yerlerine işaret edip sürpriz bozmak istemem ama Cease the Day’de ENSLAVED, LEPROUS, BORKNAGAR gibi isimleri duymamak imkansız.
Progresif metalin doom ve hatta Enslaved’in son dönemindeki türden köşesiz bir black metal ile buluştuğu gitarlar, her anlamda modern bir tınıya sahip. Kobro-Mr. Fog ikilisi farklı bir bakış açısını benimseyerek bence grubun geleceği adına doğru bir adım atmışlar. Daha dinamik, değişken ve bir sonraki bölümde ne olacağını kestirmenin Pure albümüne göre çok daha zor olduğu bir albüm Cease the Day. Aynı şekilde Mr. Fog’un vokalleri de tekdüze olmaktan uzak. Hala Synne “Soprana” Larsen’in meleksi sesini arasam da bu, müzikte onun vokaline yer olmasından ya da ihtiyaç duyulmasından ziyade benim alışkanlığımla ilgili bir durum. Yoksa Mr. Fog’un yukarıda saydığım üç grubun bir harmanı şeklinde özetleyebileceğim vokallerini epey sevdim.
Modern dedim ama Cease the Day‘de grubun hayranlarının yüzünü güldürecek kesin bir geçmişe selam çakma durumu da söz konusu. Neredeyse yirmi yılı aşkın bir süredir In the Woods… müziğinde yer verilmeyen türden bir sertlik, daha ilk şarkı Empty Streets ve devamındaki Substance Vortex ile vücut bularak dinleyiciye darbeleri indiriveriyor. Özellikle bu bölümlerde Enslaved etkisi daha da belirgin bir hal alsa da açıkçası Enslaved’in son albümünü HİÇ beğenmeyen bir dinleyici olarak, onlara ait sevdiğim şeyleri onlardan duyamadığım için başka bir grupta bu güzelliklere denk gelmek kendi adıma gayet keyifli oldu. Yine roketi salladık bakalım.
Albümdeki favorilerimi sıralayıp kapatacaktım ama şarkı listesine şöyle bir bakınca diğerlerinden daha az sevdiğim bir şarkı bulmakta epey zorlandım. Substance Vortex‘in solosu, Respect My Solitude‘un sert bölümleri, Cloud Seeder‘in albümün kalanından ayrı duran, hafif bir TIAMAT esintisiyle tebessüm ettiren cheesy havası, In the Woods… diskografisi içerisinde de rahatlıkla ilk beşe sokabileceğim progresif Strike up with the Dawn derken bir solukta bitiyor Cease the Day.
Herkes gibi ben de geri dönüş hikayelerini severim ama In the Woods…, Pure ile beklediğimiz türden bir geri dönüş gerçekleştirememişti ne yazık ki. Neyse ki Cease the Day ile bu defa hiç beklemediğimiz şekilde küllerinden doğdu. Eh, bu da geri dönmekten daha zor bir şey. Rahatlıkla yılın en iyi albümleri arasında yer verebileceğim, uzun bir süre daha dinlemeye devam edeceğim, enfes bir albüm Cease the Day. Grubu bilmiyor olmanız da hiç fark etmez, zira In the Woods… artık yepyeni bir grup zaten.
Kaptırıp epey uzattım kritiği ama içten içe gerçekten üzülüyordum çocukluğumdan beri çok sevdiğim bir grubun günümüzde böyle vasat bir halde olmasına, biraz da hararet atmış oldum bu yazıyla galiba. Fakat oh be kardeşim, oh be!
88/100
Hastası olduğum Borknagar-Winter Thrice albümünün tadını aldım, günde üç porsiyon yiyorum bu sıra. Deli gönül Omnio klasmanında bir albüm daha ister aslında ITW’ den… O zaman deli gönül için çalıyoruz; Zeki Müren-Rüyalarda Buluşuruz…
Hiç böyle bakmamıştım; arka arkaya dinleyeyim bakalım neler olacak, bakarsın dünyalar çarpışır.