Klasik Bir Cumartesi: Iron Maiden – Seventh Son of a Seventh Son
Iron Maiden, günümüzde metal müzik diye bir şey olmasının başlıca sebeplerinden bir tanesi herhalde. Sıkça dile getirmesem de, benim için de gelmiş geçmiş en büyük, en sevdiğim, en çok bildiğim gruplardan biri tabii. Tüm metal dünyasının üzerine inşa edildiği temel, yapı taşı gibi bir görev gören bu devasa isim hakkında bir şeyler söylemek, ne kadar bilirseniz bilin, ne kadar severseniz sevin, elbette hiç kolay değil. Hele bir de grubun en saf, tarihi albümlerinden biri hakkında bir şeyler söylemek iyice zor. Bundan sonra kısaltma kullanarak (SSoaSS – kısaltmaya bak) bahsedeceğim “Seventh Son of a Seventh Son”, Orta Çağ’da bir ömür sayılabilecek kadar uzun bir kariyere sahip Iron Maiden’ın en fantastik albümlerinden biri.
Grubun ilk Adrian Smith’li döneminin son albümü, akıllara durgunluk veren 1988 yılının sayısız incisinden biri olan SSoaSS, aynı zamanda her ne kadar grup elemanlarını öyle olmadığını iddia etseler de Iron Maiden’ın ilk, kulağa fazlasıyla konsept gibi gelen albümü. Benim tam manasıyla konsept olarak kabul edemememin sebebi ise konsept albümlere dair bildiğimiz şeylerin aslında tam manasıyla da vücut bulmuş olmayışından kaynaklanıyor. Ancak grubun en tutarlı, en karakteristik ve genel anlamda Iron Maiden albümlerine getirilen en büyük eleştiri olan şarkılar arasında uçurum olması durumuna en az rastladığımız albüm SSoaSS.
Tür saplantısı bulunmayan herhangi bir metal dinleyicisinin aradığı her şeyi bulabileceği, keskin gitarları, gerçek anlamda kusursuz vokal performansı ve müthiş ritmik yapısıyla SSoaSS, hakkında istesem de olumsuz bir şey düşünemediğim nadir albümlerden. Henüz Moonchild nakaratına ulaştığında Bruce Dickinson nasıl bir şeyle karşı karşıya olduğunuzu ortaya koyuyor zaten ve ben albüm arkada çaldıkça kendimi daha da fuzuli hissediyorum.
Adrian – Murray ikilisinin gitar performansı ise bana göre 80’ler Iron Maiden’ının en kusursuz gitar işçiliğini sunuyor. Hem epik, hem alışılageldik Iron Maiden ticariliğinden hafif izler taşıyan hem de progresif bir yapı sergileyen gitarlar gerçekten eksiksiz. Ticari meselesi biraz açılmaya ihtiyaç duyuyor gibi geldi. Bunu paraya yönelik bir şey olarak düşünmemek gerek. Daha ziyade popüler, eşlik etmesi kolay, yıllarca konserlerde dillerden düşmeyecek kısa şeylerden bahsediyorum, The Trooper, 2 Minutes to Midnight, veya Run to the Hills gibi. SSoaSS bu konuda The Evil That Men Do gibi, Can I Play With Madness gibi şarkılarla öne çıkmayı başarırken bir yandan da Infinite Dreams gibi, Seventh Son of a Seventh Son gibi epiklerle albüm içinde iyi bir denge yakalıyor. Gerçekten hiçbir şarkıyı atlayamayacağınız ender Maiden albümlerinden bir tanesi SSoaSS.
Harika iskeleti, Maiden’ın diğer kayıtlarına göre bile çok başarılı bulduğum prodüksiyonu, tam yerindeki klavye/synth kullanımı, özellikle “B” kısmındaki “mesih” konsepti dışında SSoaSS’ı bu kadar büyük yapan şeylerden birinin de genel olarak 1988 yılında çıkan diğer albümler olduğu kanaatindeyim. Yani Operation Mindcrime, …And Justice For All, Them, South of Heaven gibi albümlerin çıktığı yıl bir şeyler yapıp da aradan geçen otuz yıla rağmen hiç unutulmamak, hatta bırakın unutulmayı bu albümlerin büyük bir kısmını ezip geçebilmek, bunların arasında yükselip “klasik” mertebesine ulaşabilmek gerçekten hiç kolay iş olmasa gerek. Büyük bir çoğunluk tarafından Maiden’in en oturaklı, en iyi albümü olarak kabul edilmesinde bu durumun da büyük payı olmalı.
Sadede gelelim. Cızırtılı gitara gönül vermiş, bir kıyısından, köşesinden metal müziğe bulaşmış herkes için elzem, olmazsa olmaz bir albüm Seventh Son of a Seventh Son. Bana göre Iron Maiden’ın en iyi üç albümünden biri ama daha da önemlisi hani şu ölmeden önce okunması gereken kitaplar, izlenmesi gereken filmler türevi listelerin müzik versiyonunda, üstelik en üst sıralarda kendine yer bulabilecek türden, hakiki bir klasik. Tadını çıkarın.