BRUTAL ASSAULT 2019: Mgła!
Merhaba.
Kafamda hala yaklaşık 7-8 saat önce izlediğim EMPEROR‘ın, PRIMORDIAL‘ın ve diğer birçok grubun melodileri, görüntüleri dolanır bir halde gözlerimi açıp yatağımdan kalkarken Brutal Assault 2019’un son gününe uyanıyor olmanın hafif burukluğu, günün sonunda Mgła izleyecek olmanın coşkusuna karışmış, ilginç bir ruh haline sokmuştu yorgun bünyemi.

Fakat gider ayak Jaroměř’in bize bir sürprizi vardı ve biz festival alanına doğru hareket ederken neredeyse 7 saat boyunca durmayacak bir yağmurun habercisi olan kara bulutlar da Josefov kalesinin üzerinde toplanmaya başlamıştı. İyice artan yorgunluk ve uykusuzluk nedeniyle daha önceki akşamdan ALTARAGE izleme isteğimi kaybetmiştim ve diğer arkadaşların da izleyecekleri bir şey olmadığı için festival alanına CYTOTOXIN çalarken, 12:30 civarı giriş yaptık. Bu arada nihayet son gün, kapıda toplu bir fotoğraf çektirmeyi başardık, onu da buraya salmadan olmaz. Gözümüzdeki, kafamızdaki güneş gözlüklerine aldanmayın; otelden çıkarken unuttuğum için bir de son anda koştur koştur iki kat merdiven çıkıp aldım o gözlüğü bir de, haha.
İlk izleyeceğimiz grup, 2019’un sayısız canava thrash albümlerinden birine imza atan, son birkaç senede yeniden isminden sıkça bahseder olduğumuz EXUMER‘di. Yağmur henüz sapıtmamıştı ve enerjimiz nispeten yüksekti. Hostile Defiance albümünün gazıyla beklerken grup 2016’da çıkan ve iyi tepkiler alan The Raging Tides‘ın isim şarkısıyla girdi. Yarım saat kadar önlerden izlediğim Alman ekip, Türk asıllı vokalistleri Mehmet Zendut’un enerjik halleriyle hatırda kalır bir performans sundu. Her albümlerinden ikişer-üçer şarkı çaldılar sanırım.

Son iki şarkıda onları bırakıp hemen yandaki NECROS CHRISTOS için en öne geçip beklemeye koyulmuşken sapıtan yağmur epey can sıkar raddeye geldi. Günün devamını da düşünerek çok izlemek istediğim grubun açılış şarkısı Daemonomantic Fog Lay Upon the Tombs of Succoth‘tan sonra kapalı bir yere doğru hareketlenmek zorunda kaldım. Yağmur yüzünden ağız tadıyla izleyemediğim ilk grup Necros Christos oldu böylece; sonuncu da olmayacaktı maalesef.
Yağmur durdu mu durmadı mı duracak mı derken anladık ki bütün gün ve hatta belki gece de devam edecekti. Birkaç yıl önce, kaliteli olduğunu düşünerek dünya bir para verip aldığım yağmurluğun da ön taraftan yavaş yavaş su geçirmeye başladığını görünce ne olacaksa olsun artık diye düşünüp ta Brezilya’dan kalkıp gelmiş thrash delisi VIOLATOR‘a gittim. Grup ilk defa böyle büyük bir kalabalığa çalıyordu ve Brezilya’dan – çünkü biliyorsunuz ne kadar deli olduklarını – büyükçe bir ekip onları desteklemeye gelmişti. Yağmur şiddetini arttırdıkça azalması gereken kalabalık, Violator’ın tutkulu performansıyla iyice coştu ve moshpit büyüdükçe büyüdü.
Thrash seviyorsanız Violator’a mutlaka bir bakın derim. Son gün yorgunluğu ve yağmur olmasa ben de herhalde kaybolmuştum mosh alanında, öyle gaz çalıyorlar. Hem fiziği hem coşkusuyla Tom Araya’ya benzettiğim bas-vokal Pedro ise konserin sonunda sahneden aşağı atlayıp tanıdığı tanımadığı herkese sarılıp fotoğraf çektirdi. Heyecanını görmeliydiniz gerçekten, sevinçten çıldıracak gibiydi.
Delinin biri – muhtemelen Brezilya’dan gelen ekipten – 20 dakikalık bir video çekmiş, fazla uzatmadan onu salıp kapatıyorum Violator konusunu:
Sırada yine hayatta kalmak mı konser izlemek mi ikilemine düşüp büyük bir kısmını kaçırdığım DEMOLITION HAMMER vardı. Onlara da şöyle bir bakıp iki şarkı dinledikten sonra biraz ısınmak, biraz da tıkınmak için hamileliğinin son döneminde zor günler geçiren Myrkur’un yerine son saniyede eklenen VLTIMAS‘ı beklerken sahnenin yakınlarında, korunaklı bir yere geçtik. Kısa süreli bir pit-stop sonrasında ise, yağmur nedeniyle epey boş olan alanda rahatça en öne yerleşip David Vincent ve kurmaylarını beklemeye başladık. David Vincent, Rune Erikssen ve Flo Mournier gelmiş, yağmur değil asit yağsa gene izlenir.

Something Wicked Marches In‘in girişi hafif hafif kulaklarımıza nüfuz ederken Rune Erikssen ve Flo Mournier sahneye çıktı ve bir türlü geçmek bilmeyen o kısacık sürede, arada alnımızdan göz kapaklarımıza süzülen yağmur damlalarını sile sile beklerken… Ne diyorum yahu ben, DANA gibi, ANGUS gibi, BUFFALO gibi çıktı David Vincent sahneye!
Gerçekten uzun süredir bu kadar ne yaptığını bilen, sahneyi ve seyirciyi demir yumruğuyla yöneten bir vokal görmemiştim. Tamam, bahsettiğimiz adam David Vincent elbette ve ne kadar müthiş bir vokalist olduğunu sağır sultan bile biliyor ama o kadar rahat bir tavırda, öyle kolay ele geçirdi ki hepimizi, gerçekten kısa süreli bir şok yaşadık. CRYPTOPSY ve diğer projelerdeki insanüstü performansıyla, David Vincent şokunu atlattıktan gözümü kırpmadan izlediğim Flo Mournier, ağırbaşlı ve karizmatik Rune Erikssen, çok usta işi gördüğüm albümlerini baştan sona çaldılar ve seyirci de yağmura rağmen epey kalabalıktı. Bir de yine kendi çektiğim bir video bırakayım:
Vltimas sonrasında ise artık tamamen sucuk olmuş bir halde, kurumak üzere koştur koştur iç kaledeki mekanlardan birine sığındık. Bu noktada yağmurluğumun ön kısmının su geçirdiğini fark edip hemen oradaki standlardan birinden yeni bir tişört alıp ıslağıyla değiştirdim. Gerçekten festival iyi, hoş ama bir önceki gün itfaiye hortumuyla serinlerken bir sonraki gün elimizde meyve çayları, sırılsıklam ve üşümüş bir halde oturup o esnada kaçırdığımız gruplara sövmek pek eğlenceli değil maalesef. Vltimas’tan sonra çalan ANIMALS AS LEADERS da kaçmış oldu böylece. Gerçi çok da umrumda değil açıkçası ama Tosin Abasi’nin hünerlerini sergileyişini görmek isterdim yine de. Aynı saatte, Obscure sahnesinde çıkan ve sitede hem tüm albümlerinin incelemelerini hem de röportajını bulabileceğiniz, çok sevdiğim SAOR‘u da pas geçmek zorunda kaldım yine. Neyse ki onlardan hemen sonra çıkacak ANAAL NATHRAKH, grubun uçağını kaçırıp bir sonrakiyle gelmesi nedeniyle gece 02:00’ye ertelenmişti.

Bir süre kalenin içindeki bir barda kuruyup bazı mayalı likitlerle de içimizi ısıttıktan sonra son akşam yemeği için, daha önce yemediğim bir stand bulmak üzere yola koyuldum. Önceki yazılarda da bahsettiğim, festivalin eğlenceli alanlarından biri olan Junkyard‘dan bir sesler yükseliyordu ve insanlar yağmura rağmen o alana toplaşmıştı. Meğersem şöyle şeyler yaşanıyormuş…:
Hanımlar güreşedursunlar, ben yemek alanını gezerken bizim ekibin daha önce deneyip çok memnun kaldığı bir standa gidip tavuk dürüm -bizimkilerden farklı tabii biraz – istedim. Standın sahibi eleman acı isteyip istemediğimi sordu ve olumsuz cevabıma karşılık yok, yok ben biraz koyayım yine. Sen üşümüşsün epey, dedikten sonra acıyı basıp dürümü sardı ve bizden olsun, deyiverdi. Gerçekten de artık adamın inceliğinden midir yoksa gözlerimden yaşlar akıtan acıdan mıdır bilinmez, dürümü gömünce kendime geldim. Teşekkürler dürümcü kardeş.
Neyse ki sabahtan beri durmak bilmeyen yağmur saat 20:00’e doğru kesildi ve bu defa da bulutların arasından yüzünü gösteren, yeni batmakta olan güneşin son ışınlarıyla harika bir manzara çıktı ortaya. Tüm festivalciler, çamurun içinde sırılsıklam vaziyette olsa da herkes yüzünde tatlı bir gülümsemeyle telefonlara sarıldı. Müthiş bir gökkuşağıydı gerçekten ve ben de çektiğim fotoğraflar arasında en çok şunu beğendim:

Nihayet hava sakinleyip kararmaya başladığında ise günün anlam ve önemini yavaş yavaş idrak etmeye başladım. Sırada, ana sahnede çalacak üç grup ROTTING CHRIST, NAPALM DEATH ve MGŁA‘ydı! Açıkçası Rotting Christ’tan hiçbir beklentim yoktu ve Napalm Death’i de Mgła’ya yer tutmak için ancak kenardan, izlemekten çok dinleyebilecektim ama… Mgła! Neyse, geleceğiz ona da. Şimdi sırada son albümüyle artık aramızdaki bütün iplerin koptuğu Sakis Bey var.
Grubun son dönemde çaldıkları şarkıları önceden bildiğimiz ve son albüm The Heretics‘i hiç beğenmediğimiz için arkalarda bir yerden, somurtarak başladık izlemeye Yunan devini. Hallowed Be thy Name ile girip hiç ara vermeden Kata ton Demona Eautou ile devam ettiler. Her zamanki gibi kusursuz çalıyorlardı ve yağmurun tamamen kesildiği ilk konserlerden biri olduğundan seyirci katılımı da epey yüksekti.

Biz bu arada tek gözle grubu izlerken bir gözle de telefondan grubun setinin diğer konserlerle uyuşup uyuşmadığını kontrol ediyorduk. Eğer Fire, God and Fear sonrası direkt Dies Irae girerse kısa setle geldiler demekti ve bu da eskilerden hiçbir şeyin çalınmayacağına işaret ediyordu. Neyse ki öyle olmadı ve on iki şarkılık setle gelip araya bir King of a Stellar War ve Grandis Spiritus Diavolos sıkıştırdılar. Açıkçası bu iki şarkı ve Societas Satanas da olmasaydı ve bu sahnedeki konser bittiğinde hemen en öne gidip yer kapmak zorunda olmasaydım, Rotting Christ’ı izlemezdim bile galiba. 1999 yılından beri grubu dinleyen, on iki – on üç yaşında sağda solda A Dead Poem kapağından oluşan korkunç – gerçekten ama; tamamı sepya tişörtün – bir tişörtle gezen bir adam olarak grupla aramın bu hale gelmesine gerçekten üzülüyorum.
Ha, bu arada neredeyse her Rotting Christ konserinin olmazsa olmaz kapanış şarkısı Non Serviam‘ı da çalmadılar… Ya ben… Neyse, bir şey demiyorum. Set şuydu merak edenler için:
Hallowed Be Thy Name
Kata ton Demona Eautou
Fire, God and Fear
Elthe Kyrie
Apage Satana
Dies Irae
The Forest of N’Gai
Societas Satanas (Thou Art Lord cover)
King of a Stellar War
In Yumen-Xibalba
Grandis Spiritus Diavolos
Bir de kısa video hadi:
Kısacası fazlasıyla buruk geçti bu konser benim için ama nihayetinde Rotting Christ olduğu için çok da bir şey diyemiyorum. Sevgi-nefret ilişkisine doğru gidiyor bakalım olay… Sakis’in sesinin muazzam bir durumda olduğunu ve ilk bir-iki çığlığından sonra arkadaşlarla aramızda playback olup olmadığını bile tartıştığımızı belirtmem lazım. Çok güçlüydü gerçekten. Son şarkıda kıyın kıyın öne doğru geçip Rotting Christ sahneden inerken de iyice yardırıp bu yaz yeniden Brutal Assault festivalini seçmemin en önemli nedenlerinden biri olan Mgła için en öne geçip beklemeye koyulduk. Yan tarafta NAPALM DEATH sahneye çıkmıştı bile ama gerçekten Mgła söz konusuysa gerisi teferruat benim için. Zaten büyük bir kitle için de öyle herhalde ki daha Mgła’nın çıkmasına 60-65 dakika olmasına rağmen ön taraf tıklım tıklım dolmuştu. Gerçekten, herhangi biri yöne doğru adım atamayacak derecede bir kalabalıktan bahsediyorum. Neyse ki askerlik yapmış, nöbet tutmuş biri olarak hiçbir şey yapmadan durarak vakit geçirmek zorunda olmanın ne demek olduğunu iyi biliyorum, haha.
Neyse ki Mgła, soundcheck konusunda kendi işini kendi görmeyi seven bir isim ve yaklaşık on-on beş dakika süren bir ışık değişimi sonrasında M. ve Darkside, E.V.T. ve The Fall, maskesiz halleriyle sahnedelerdi. Onlar son hazırlıkları tamamlamaya çalışırlarken biz de kah elemanlara bağırıp çağırarak, kah tüm grubun birlikte çaldığı kısacık sekanslarda bile kendimizden geçerek iyice gazlandık. Beş-on dakika kala sahneden ayrıldılar ve saatler 23:02’yi gösterdiğinde, maskelerini takıp hiçbir jest ve mimikte bulunmadan sahneye çıktılar. Exercises in Futiliy I‘in ilk notalarıyla birlikte, meditatif ve henüz benzerini deneyimlemediğim acayip bir konser başlamış oldu böylece.

Hemen ardından Exercises in Futiliy IV ve Mdłości II geldi. M.’in vokali canlıda müthiş duyuluyor bu arada; hali hazırda gayet anlaşılır olan vokali iyice belirginleşiyor. Şarkı aralarında asla seyirciyle iletişime geçmeden, konuşmadan patır kütür çalarak devam ediyor grup ve o yüksek, içsel atmosferin bozulmasına müsaade etmiyor. Zaten tüm konser boyunca yalnızca bir defa – o da konserin başında, belli ki fikirsiz biri – crowd surf olması da seyircinin nasıl bir ruh halinde olduğunun iyi bir göstergesiydi. Exercises in Futility II sonrasında ise konserden kısa bir süre önce yayımlanan Age of Excuse II (henüz okumadıysanız albümün detaylı incelemesi için tık!) girdi. Şarkıya zaten bayılmıştım ama canlıda da müthişti gerçekten.
Sonrasında festivalin en büyük sürprizlerinden biri gerçekleşti ve sonradan gruptan setlisti kapınca (kıskanmayın) anlayacağımız üzere Age of Excuse III çalındı ve biz de dünyada bu şarkıyı ilk defa canlı izleyen şanslı azınlığın içinde yer almış olduk böylece. Mgła Brutal Assault’ı, Brutal Assault da Mgła’yı çok seviyor gerçekten ve grup da her ne kadar sahnede kılını kıpırdatmasa da müthiş bir jest yaptı seyirciye.
Biz neler olduğunu çözemeden With Hearts Toward None VII başladı ve bu şarkıda bir ara M. mikrofondan geriye doğru iki adım atıp gitarının gövdesine hafif bir yumruk vurarak tüm konser boyunca görüp göreceğimiz tek insani davranışını gerçekleştirdi, haha. O bile bir noktada gaza geldiğine göre bizim halimizi siz düşünün artık.

Kapanışı ise yine Exercises in Futility‘ye dönerek gerçekleştirdiler ve önce VI sonra da V ile, Darkside’ın akıl almaz zilleri kulağımızda çınlar bir halde bizleri bırakıp , tek bir söz söylemeden sahneden indiler. Ben ise o andan itibaren artık başka biri olduğumun, hiçbir şeyin eskisi gibi kalmayacağının farkındalığıyla salak salak sağa sola bakındım durdum bir süre.
Bu da kendi çektiğim Exercises in Futility VI videosundan bir bölüm:
Tabii siz dursanız bile Brutal Assault durmuyor ve henüz iki dakika bile geçmeden yan taraftan kusursuz açılış 1985‘in ilk notaları yükselmeye başladı ve biz de silkelenip kendimize gelerek koşa koşa, CARCASS için yan sahneye geçtik.
İlk iki-üç şarkıda ne olup bittiğini gerçekten pek hatırlayamıyorum, çünkü aklım hala biraz önce yaşananlardaydı o esnada. Yavaş yavaş kendime gelirken Carcass’ın da ne kadar müthiş duyulduğunu, grubun ne kadar kusursuz çaldığını fark etmeye başladım. Surgical Steel albümünden Unfit For Human Consumption ile girdiklerinde bu albüme ağırlık verebileceklerini düşünmüştüm ama İngiliz grup Heartwork‘e ağırlık verdi. Tabii Swansong‘dan hiçbir şey çalmadıkları için Black Star dinleyemedik yine ama olsun. Ben Obscure sahnede çalan MIDNIGHT‘ı da izlemek istediğim için konserin sonlarına doğru alandan ayrıldım ama Carcass, büyük bir isim olduğunu bir kez daha kanıtladı performansıyla.
Setleri şu şekildeydi:
1985
Unfit for Human Consumption
Buried Dreams
Exhume to Consume
Incarnated Solvent Abuse
Carnal Forge
No Love Lost
Empathological Necroticism
This Mortal Coil
Death Certificate
Captive Bolt Pistol
Corporal Jigsore Quandary
The Sanguine Article
Ruptured in Purulence
Heartwork
Carneous Cacoffiny

Bazı kişisel sebeplerle MIDNIGHT için önlerden yer bulamadım ve Obscure sahnede seyirci alanı dikdörtgen olduğunda epey geride kalınca da pek bir şey göremiyorsunuz maalesef. O yüzden kah alanın girişindeki dev ekrandan, kah milletin ensesinin üzerinden takip etmek zorunda kaldığım bir konser oldu bu da. Yine de You Can’t Stop Steel, Crushed by Demons veya All Hail Hell gibi şarkılarda acayip eğlendiğimi söyleyebilirim. Özellikle Satanic Royalty albümünü mutlaka tavsiye ediyorum, siteye de ekleyeceğim bir ara.
Grubu bilmeyenler siyah kapüşonlu, suratlı gizli tiplerinden dolayı grubu direkt Mgła çakması şeklinde yaftalıyorlar ama bu doğru değil. Heavy/speed metal ile fazlasıyla içli dışlı, eğlenceli bir black metal anlayışı var Midnight’ın ve sahnede de fazlasıyla enerjik, neşeli ve gazlar. Umarım daha koşullar altında yeniden izleme fırsatı bulabilirim.
Midnight ile eğlenip coştuktan sonra bilekliğe yüklediğim son kronları da gömmek üzere stand stand gezip bir şeyler satın aldım. Son paramla da bir Absinth Lemonade daha satın alıp, gece 02:00’ye ertelenen ANAAL NATHRAKH‘ı izlemek üzere yeniden ana sahnede döndüm. Belki talihsiz görülebilir ama tüm gün yağmurdan dolayı enerjisini tam manasıyla boşaltamamış kitle, gecenin o saati için saçmalık derecesinde bir gazla İngiliz endüstriyel black/grindcore devini bekliyordu. Son gün, son konser olmasının da verdiği ekstra bir coşku vardı muhakkak ve vokalist Dave Hunt’ın bol bol politik göndermeler içeren, Brexit konusuna değinen şarkı arası konuşmalarıyla iyice coştu seyirci. Ben daha ziyade ilk albümleri sevsem de tabii Forward gerçeğini gözardı edemem; en önlerden izleyen bir arkadaşımın çektiği videoda da nasıl büyük bir çılgınlık döndüğünü görebilirsiniz:
Belki Eschaton albümünden daha fazla şarkı olmasını isteyebilirdim ama yine de festivalin en güçlü sahnelerinden biriydi ANAAL NATHRAKH’ınki ve kapanış için böyle tadı damakta bırakan bir tercih çok daha isabetli oldu bence. Şöyle şeyler çaldılar:
Obscene as Cancer
Monstrum in Animo
Depravity Favours the Bold
Hold Your Children Close and Pray for Oblivion
Forward!
In the Constellation of the Black Widow
Bellum Omnium Contra Omnes
Forging Towards the Sunset
More of Fire Than Blood
Bir festival daha sona ermiş oldu böylece. Açıkçası geçtiğimiz yıla oranla çok daha acayip bir kadroyu, yine geçtiğimiz yıla oranla çok daha keyifli bir ekiple birlikte izleme şansı bulduğum için gerçekten mutluyum. Brutal Assault insanın kendini tamamen serbest bırakabildiği, çok düzgün bir festival ve bu yıl da organizasyon açısından hiçbir noktada hayal kırıklığına uğratmadılar.
Son olarak gruplara ilişkin materyaller dışında da elimde çok fazla fotoğraf ve video var ama hepsini yüklemem imkansız tabii. İçlerinden şöyle eğlencelik birkaç tane paylaşayım:








Daha konuşmakla, paylaşmakla bitmez ama zaten yeterince uzadı. Festival ile ilgili daha kapsamlı bir şeyler okumak isteyenler hazırladığım rehbere de bakabilirler. 2500 kelimeyi geçtiğimiz şu cümlelere dayanmışken sanırım artık benden bu kadar. Umarım seneye yine bir yurtdışı festival raporuyla karşınızda olabilirim. Bu noktaya kadar gelmeyi başardıysanız sabrınız ve okuma alışkanlığınızı kaybetmediğiniz için teşekkürler. Görüşürüz.
Hey, yazıyla ilgili düşüncelerinizi yorum olarak aşağıya girmeyi unutmayın! Metalperver’in takdiri hak ettiğini düşünüyor, içeriğinin zenginleşmesini arzu ediyorsanız PATREON üzerinden destek olarak Metalperver’in devam etmesine yardımcı olabilirsiniz. Teşekkürler!