Temple of Void – Lords of Death
Death/Doom ve Amerika.
Ölüm ve kıyamet gibi iki dost, iki yoldaş kavramın yıkıcılığını, korkutuculuğunu ve hüznünü oldukça kuvvetli bir şekilde suratımıza çarpmayı başaran iyi albümlere imza atmış pek çok gruba ev sahipliği yapan ABD’den çıkan son kıyamet çığırtkanı Temple of Void, 2014’de çıkardığı ve hem bir ilk albüm olarak değerlendirildiğinde hem de türün dinamikleri açısından bakıldığında güçlü sayılabilecek “Of Terror and the Supernatural” albümünün ardından geçtiğimiz Temmuz sonunda yayınladığı 2. albümü “Lords of Death” ile karşımızda.
Neredeyse 25-30 yıllık bir geçmişe sahip olmasına rağmen death/doom türü hiçbir zaman, hiçbir dönemde popüler hale gelen bir tür olmadı. Pek çok yetenekli grup harika albümler çıkararak türü ve hayranlarını besledi elbette ancak senede 150 konser verebilen, kuralları belirleyen ve hem kitleleri peşinden sürükleyebilen hem de türün diğer temsilcilerine liderlik eden bir grup çıkmadı. Buna karşın hayranların da bu konuda bir serzenişini görmedim hiçbir zaman ve türü kendince ele alan pek çok küçük grubun ortalama üstü müzisyenlik ile kotarılmış duygulu albümleriyle gayet güzel idare edebildiklerini söylemek yanlış olmaz herhalde.
Nitekim Temple of Void de bu ortamda yetişmiş, bu kültürü benimsemiş bir grup. Gayet iyi müzisyenlerden ve boru gibi bir sese sahip, hayvan evladı bir vokalistten oluşan, kalbur üstü beste ve enstrüman yetenekleri doğrultusunda çatır çutur müzik yapan bir grup. Yanı kısacası “Lords of Death” albümünü dinlerken, yazının devamındaki aralıksız övgü cümlelerimi okurken ve albümün puanını gördüğünüzde bağlamı doğru tahlil ederek değerlendirmeler yaparsanız çok sevinirim.
Bir death/doom albümünden beklediğim en büyük şeyler tempo ve kesinlik. Tempo derken işin death metal kısmından bahsediyorum elbette. Sırf brutal vokal kullandığı ve entonasyonu pes olduğu için death/doom olduğu iddia edilen o kadar çok şey dinledim ki artık death/doom sınıflandırması gördüğümde hemen albümü açıp atlaya atlaya temposuna bakıyorum öncelikle. Lords of Death neyse ki bu noktada dinleyicisini yerlerde süründürmüyor. INCANTATION model (yeni albümü çıktı bu abilerin de, kıps) eski ekol rifler ve Mike’ın i-na-nıl-maz (uzun süredir dinlediğim en iyi “yeni” vokalist herhalde) vokali ile zaman zaman işin kıyamet kısmından bile rol çalan anlara sahip bir albüm Lords of Death. Zaten ilk şarkı “Wretched Banquet” olayı hemen baştan özetleyip işin devamında neyin nasıl olacağını çok güzel açıklıyor.
Kesinlik kısmı ise biraz daha çetrefilli bir hadise aslında. Bu noktada anlık değişkenlik gösterebilen pek çok koşul girebiliyor devreye. İyi bir fikrin fazla uzatılıp uzatılmadığını görebilmek o müziği yapan siz olmadığınız sürece pek kolay olmayabiliyor mesela. Veyahut albümün genel hatlarını oluştururken, kullanmayı çok istediğiniz güçlü bir melodinin albümün ruhuna uygun olup olmayacağını hissedebilmek, bazı muhakemeler yapabilmek için sürekli dışarıdan bakabilecek bir algı seviyesinde olma zorunluluğu getirebiliyor. Bu açıdan değerlendirdiğimde Lords of Death hem bütünselliği, hem hiçbir anını fazla uzatmayan -ki doom/death metalde bu gerçekten çok sık gördüğümüz, duygu katmak isterken sakız gibi uzatılmış yerlerle bestenin ruhuna tecavüz eden bir şey- beste yapısı ve hem de 36 dakika gibi death/doom türü için neredeyse imkansız bir süre içerisinde işin iki boyutunu da enfes bir şekilde yansıtmayı başarabilen bir albüm.
Orta tempoda seyrede ürkütücü bir death metal bestesi gibi görünen bir şarkıyı çok basit değişikliklerle birdenbire felaket tellalı misali bir kimliğe kavuşturabilen Temple of Void’i bu yeteneğinden dolayı gerçekten kutlamak lazım. Bestelerin her birine hayran kaldığımı açıkça belirtmem gerek. Albümün sonuna geldiğimde zihnim yaşayan tüm canlıların büyük bir kaos ve karmaşa içerisinde, önünde durması imkansız, kötücül ve lanetli bir güç karşısındaki çaresiz yok oluşlarına ve bu yıkımın ardından geriye kalan yıkık dökük medeniyetin, insan kemiklerinden oluşan tepeciklerin ardında batan kıpkırmızı bir güneşe dair garip imgelerle dolup taşıyor ve bu hikayenin burada sona ermemesini istediğim için hemen başa alıyorum albümü.
Mike’ın vokali hakkında, “Graven Desires” (bu türü yapmak isteyen her grubun yoluna ışık tutacak bir şarkı bu ya haha) ve “Deciever in the Shadows” hakkında gerçekten içinizi bayacak kadar konuşabilir, Lords of Death’in her defasında hayal gücümü tetikleyerek, sonunda herkesin yok olduğu enfes kılıç-büyü evreni kıyametleri tasarlatan atmosferinden bahsederek coştukça coşarım gibi geliyor ama uzatmayayım.
Böyle çarşaf çarşaf övdüğüm albümün tek bir kusuru var gözümde. “An Ominous Journey” isimli bu kusur, biraz önce yukarıda bahsettiğim o eleme süreciyle, iyi fikirlerin doğru değerlendirilmesiyle ilgili noktada ortaya çıkmış bir problem. Neyse ki yalnızca 33 saniye sürüyor da ne tınısı ne de ruhu Lords of Death’e hiç uymayan bu saçma sapan geçişe sinirlenecek zamanı bulamadan “The Gift” ile yine kendinizi kaosa kaptırıp unutuyorsunuz.
Açıkçası ilk albümden sonra Temple of Void’den daha canavar, daha karanlık ve daha gaddar bir şeyler bekliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Özellikle Mike’ın vokalleri ve ilk albüme nazaran bir tık daha death metal hissiyatı taşıyan yapısıyla Lords of Death sadece bu sene dinlediğim en iyi death/doom albümü değil, aynı zamanda yıl içerisinde dinlediğim açık ara en iyi albümlerden bir tanesi. Bundan sonra sana laf eden karşısında beni bulacak Temple of Void kardeşim.
Sitede görünce ve bu kadar övülünce ben de merak edip actim hemen. Başlarken her şey çok iyiydi ancak albümün sonuna yaklaştıkça “Bu sarkıyı az önce de dinlemedim mi ?” dedirtti. Bu kadar kısa sürede tekrar hissi yaşatması biraz garip ancak kesinlikle bir kaç kez daha şans verilmesi gereken bir album olmus.
Umarım dinledikçe değişmiştir fikirlerin veya değişir ileride ya, ne diyeyim. Benim bu türde dinlediğim en olgun 1-2 albümden bir tanesi bu galiba.
tek kelime ile KUSURSUZ. an itibariyle Real’in Barça’yı çaresiz bıraktığı gibi dinleyiciyi çaresiz bırakan ve ezim ezim ezen bir albüm olmuş. üst düzey ölüm, kıyamet, leşlik ve uğursuzluk söz konusu. ilk açtığımdan beri loopa aldım, başka şey dinlemiyorum. türe göre müthiş akıcı olması ve dinleyici dostu süresi ile binde bir denk gelinebilecek bir icraat.
dinlemeye başladığımdan beri şarkı sırasını bozmadan ilerliyorum ama ne zaman sıra Graven Desires’a gelse, VİSKİYE JİLET BANDIRIP vücudumu kessem mi diye düşünmüyor değilim.
Graven Desires ders ya gerçekten. Bu ara kritikleri hep laf kalabalığı ile doldurduğumdan -neden ben de bilmiyorum, bu ara böyle- şarkıları konuşmaya vakit kalmıyor ama her gün dinliyorum ve büyük ihtimal birkaç ayım daha böyle geçecek. İnanılmaz.
Geri bildirim: Mart – 2020 – Metalperver