Hemotoxin – When Time Become Loss
Merhaba.
Hemotoxin’in death ve thrash metali birleştirme yöntemi kağıt üzerinde tam benlik gibi durmasına rağmen bundan önce yayımladıkları üç albümde de bana pek hitap etmeyi başamadıkları için gruba karşı nötr, hatta olumsuza kaymaya başlayan hislere sahibim. DEATH ekolünün daha erken zamanlarından gelen bir progresiflikle yoğrulmuş bu death/thrash kırmasına 4. defa şans verme sebebim de aslında Death’e duyduğum sevgiyle alakalı. Bir de herhalde Hemotoxin’e dair kimsenin aksini inkar edemeyeceği tek şey, grubun daha ilk saniyeden vitesi 5’e takıp ayağını gazdan hiç çekmiyor olması.
When Time Become Loss, bu açıdan her zamanki gibi etkileyici bir giriş yapıyor ve hızlı rifler ve sololar etrafında dönüp duran, arkadan gürül gürül bir bas duyabileceğiniz old school bir kayıtla açılan Morbid Reflection‘ın ilk intibası çok yüksek. Chuck vari vokaller ile aranızda bir problem yoksa Micheal Chavez’in vokaline de hemen alışacak, akabinde kendinizi bir death/thrash bombardımanı içerisinde bulacaksınız. VEKTOR ayarında bir teknik ve duraksız akış hali yok belki ama Hemotoxin’in yetenekli müzisyenlerden oluştuğunu anlamak için sadece tek bir şarkı dinlemek yeterli.
2. sıradaki Call from the Abyss ise bana Epitaph dönemi NECROPHAGIST‘ini anımsatan (belki haddiden fazla anımsatan) bir gitar oyunuyla açılıp orta bölümündeki davul geçişleriyle ve arkasındaki modern ritimlerle şahlanıyor. Arkaya arkaya sololar, nefes aldırmayan bir gitar işçiliği, When Time Become Loss‘un bel kemiğini oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda albümün de en göz alıcı noktası.
Yukarıda adını andığım üç devin hayal ettirdiği türden bir yaratıcılık, tüm o teknik/progresif maharetlere rağmen ortaya çıkardıkları akılda kalıcılık, Hemotoxin’in sahip olduğu özellikler değil maalesef. Malediction itibariyle grubun aslında 80’lerin tavizsiz thrash ritimciliğine yerleşip gitar tarafında da yavaş yavaş tekrarların göze battığı bir bestecilik tutturduğu ayyuka çıkmaya başlıyor. İlk anda çok çarpıcı, çok etkileyiciler ama albüm ilerledikçe, veya 2., 3. tura dönmeye başladığınızda büyü biraz bozulmaya başlıyor. Hoş, zaten topam 29 dakika tüm albüm ama yine de Abstract Commands‘e her gelişimde bir yorgunluk, doyma hissi hasıl olmuyor desem yalan olur.
Neyse ki son bölümde Conscious Descent‘in atmosferik, akustik gitar girişi ve kapanışı yapan isim parçasının bas gitarları derken nefes aldıran birkaç an sayesinde finale kazasız belasız ulaşıyor albüm. Özellikle kapanışta daha duygusal taraflara kaymaları, 90’ların o progresif death metal atmosferini iyi yansıtmalarını sağlamış. Öte yandan hem bestelerdeki hem de kayıttaki retro havayı sevdiysem de davul performansı ve özellikle prodüksiyonunun gruba yardımcı olmadığını söylemek lazım. Hem ritim ve süsleme tarafında çok tekdüze hem de o kadar hacimsiz ki gitarların arkasında kuru gürültü olarak kalıyor. Klasik SLAYER ritimlerinde veya MORBID ANGEL yardırmalarında dahi çok geride, çok kişiliksiz tınlıyor ne yazık ki.
Hemotoxin’in ilham aldığı yerler ve yapmak istediği şeye saygım sonsuz ve kağıt üzerinde harika bir fikir gibi duruyor ama maalesef grup bir türlü doğru kimyayı, sinerjiyi yakalayamamış gibi. Hoş, uzun yıllar Micheal Chavez’in solo projesiydi zaten ve pek çok progresif/teknik death/thrash projesindeki gibi Chavez sabit, diğer elemanların devamlı değişme durumu burada da yaşanmış sıkça. Velhasıl When Time Becomes Loss, 14. yılını geride bırakacak gruba bir basamak atlatabilir mi, emin değilim. Yine de özellikle ilk üç paragrafta adı geçen üçlüye yükseliyorsanız bir şans verebilirsiniz. Hiçbir şey değilse bile, onların ne kadar büyük olduklarını tekrar hatırlamış olursunuz.
When Time Become Loss beklediğimden çok daha fazla beni içerisine çeken bir albüm oldu. Hatta iyice coşup bayıldığımı bile söyleyebilirim.