Kritik

High on Fire – Cometh the Storm

Merhaba.

Yalnızca sevdiği şeyi yapıyor olmasına rağmen insanın yaptıkları sayesinde takdir toplayabilmesi, hatta ödüllere layık görülebilmesi ne kadar mutluluk verici bir hadisedir kim bilir.

Matt Pike’ın 1998 yazında kurduğu ve önceki grubu SLEEP‘in aksine stoner/hardcore punk/metal arasında çok daha gevşek, umursamaz bir çizgi tutturan High On Fire, her geçeen gün daha da şöhretlenmesine rağmen duruşunu hiç bozmadan, benzer yapılara sahip ve her biri birbirinden güçlü 8 albüm yayımladı. Lemmy‘nin ruhundan bir parçayı içinde barındırdığı pek çokları tarafından mutlak bir gerçek kabul edilmeye başlanmış durumdaki Pike ve ekibi, bir önceki Electric Messiah (bu, doğrudan Lemmy’e yakıştırılmış bir lakap zaten) ile Grammy bile kazandı. Buna rağmen grup ne ticari bir marka gibi takılıyor ne de müzikleri ana akım ile ahbaplık etme eğiliminde. Ateşle kafayı bulmak şeklinde çevrilebilecek mükemmel isminin hayal ettirdiği bir müziği üretmeye devam ediyor, bu esnada da her cenahtan pek çok hayran topluyorlar. Bu da başarı değilse başarı nedir, gerçekten bilmiyorum ben.

Tabii Electric Messiah‘ın başarısı sonrasında High on Fire cephesindeki bir sonraki hamle, merak konusu oldu. Grammy ödülünün üzerinden bir kısmı pandemiyle kararan altı yıllık uzunca bir süre geçti. Bu dönemde davulcu Des Kensel, ilk günden beri yer aldığı gruptan ayrıldığını açıkladı ve onun yerine BIG BUSINESS ve MELVINS gibi isimlerde zaman bekçiliği yapmış Coady Willis geldi. Bas gitarist Jeff Matz, MUTOID MAN‘e katıldı ve okyanusun karşısına geçerek Orta Doğu/Türk müziğine kendini kaptırdı. Matt Pike solo projesini hayata geçirdi ve ilk albümünü yayımladı. Eh, bu kadar hadisenin üzerine 9. albüm Cometh the Storm‘da nasıl bir şeyle karşılaşacağımızdan emin değildim doğrusu.

Kurt Ballou’nun (CONVERGE) prodüksiyon becerileri ve sunduğu farklı bakış açıları, bu yenilenmiş ve farklı fikirler denemeye açık trio üzerinde olumlu etki yaratmış, diyerek başlayalım. Yakın dönem METALLICA şarkısı gibi açılan Lambsbread, bu benzerliğin üzerine düşünme fırsatı vermeden çok daha gürültücü, kirli, hırıltılı bir şeye dönüşerek dinlediğimiz şeyin inkar edilmez biçimde High on Fire olduğunu tanımladıktan sonra Burning Down, Matt Pike’ın akılda kalıcı mükemmel stoner-thrash rifleri yazma konusunda tek bir adım bile geriye gitmediğini gösteriyor. Sanki çalan kişi hiç değişmemişcesine dikişsiz bir uyum gösteren Willis’in güçlü davulları, Matz’in gümbür gümbür bas gitarı derken eller eski bir kot, ter lekeli bir tişört, uzun sakallar, ucuz viski ve tohumsuz, kaliteli 420’den oluşan basit, yeterli bir hayatın kapıları aralanıyor bir kez daha.

Cometh the Storm‘un derinlerine doğru ilerlerken, önceki Luminiferous ve Electric Messiah‘a kıyasla daha metodik, daha incelikli bir icranın farkındalığı belirginleşmeye başlıyor. Orta Doğu esintileri taşıyan fikirlerin yedirilme biçimi, devamlı dinamik ritim omurgası ve ismiyle müsemme The Beating, Tough Guy gibi parçalarda yükseltilen vites sayesinde kurgusu/şarkı sıralaması bakımından kusursuza yakın bir iş Cometh the Storm. Marş vari, bir ağızdan söylenecek şarkıların eksikliği onu “dinledikçe açılan” kategorisine doğru sürüklese de Burning Down, Cometh the Storm gibi akılda kalma ihtimali yüksek parçalar ve Hunting Shadows‘a bağlanarak giren Darker Fleece‘in son bölümde daha epik ama fazlasıyla sludge vari bir atmosfer yaratması gibi farklı unsurlarla, insanların aklında yer edeceğine kesin gözüyle bakıyorum.

Orta bölümdeki enstrümantal Karanlık Yol‘a da bir parantez açmak lazım tabii. Türkçe isminden de anlaşılacağı üzere burada bas gitarist Jeff Matz’in bağlama konusundaki yeteneklerini dinliyoruz. 2019 civarı İstanbullu bir hocadan çevrimiçi dersler almaya başlayan Matz, iki defa da Türkiye’yi ziyaret edip bu işi ustalardan öğrenmeye çalışarak sırf değişiklik olsun diye değil, hakikaten bu müziğe bağlandığını (bağlama şakası) gösteriyor zaten. Yalnızca bu parça değil, albüm genelinde de Matz’in getirdiği fikirlerin Matt Pike’ın rifleriyle uyumlandırılması sayesinde ilginç bir Amerika/Orta Doğu sentezi hakim şarkılara.

Matt Pike’ın etkili rifleri ve enfes frontman performansıyla, Jeff Matz’in yaratıcılığıyla, güçlü prodüksiyonuyla ve akıcılığıyla Comet the Storm, hem stoner seven yeni dinleyicileri (stoner sevip High on Fire dinlememiş olan yoktur gerçi de) hem de High on Fire hayranlarını tatmin edebilecek güçte. Electric Messiah‘nın devamını yapmak yerine oradaki fikirlerin üzerine bir şeyler ekledikleri, biraz daha farklı bir maceraya atılmalarını ben mantıklı buluyorum. Buradaki şarkıların hiçbiri MOTÖRHEAD diye bağırmıyor ve bir tane daha Electric Messiah, Electric Messiah‘ın da gücünü düşürürdü bence. Lokomotif/hit şarkı eksikliğinden dolayı başta çok tesir etmeyebilir, fakat o ritim akışına dalıp Pike’ın riflerine kendinizi kaptırmanız an meselesi. Bu yüzden de High on Fire 25. yılında hala ilk günkü kadar yükseltiyor, coşturuyor insanı diyerek bitireyim.

85/100


Yazıyı/albümü değerlendirmek için:

Average rating 4.8 / 5. 6

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.