Kritik

Autopsy – Ashes, Organs, Blood and Crypts

Merhaba.

Hayatta emin olduğum şeylerin sayısı pek fazla değil ama daha çok Autopsy dinlemem gerektiğine inancım tam gibi. Birden fazla ekstrem türün doğumuna direkt katkı veren Amerikalı vahşet elçileri hakkında istediğimden çok daha az şey biliyorum ama bu cehaleti kapamak için kendime bir söz verdim; bunun için de fırsat buldukça Autopsy incelemeleriyle siteyi vefat metale bulayacağım bu yıl.

Giriş paragrafına, tanıtım cümlelelerine ihtiyaç duymayacak kadar bilinen, ekstrem metal literatürüne adını kanlı, irinli, kakalı, çamurlu harflerle yazdırmış bir isim Autopsy. Sık sık suları kesilen Kıbrıs’taki askeri birliklerin tuvaletlerinden yükselen zehirli gazlara benzettiğim leş gibi bir atmosfere sahip olan, 1995’te yayımlanan Shitfun sonrası uzunca bir süre baygınlık geçiren grubun 2011’de kendine gelip tekrar faaliyete geçmesi, başlı başına büyük bir hadiseydi. Ne var ki şöyle bir bakınca 1995 öncesi dönemde yaptığından daha fazla sayıda albümü 2011 sonrası sürece sıkıştırabilmesi, doom ve grindcore ilhamlı bir mağara adamı death metali için Autopsy’nin hırs ve heyecanının zerre azalmadığını göstermesi açısından daha önemli.

Arada sadece iki yıl olduğundan Morbidity Triumphant‘ın devamı niteliğinde bir şeyler beklemek çok doğal ama Ashes, Organs, Blood and Crypts çok daha farklı türden bir Autopsy pisliği. Mağara adamı death metalini doom atmosferiyle, punk lakayıtlığıyla veya gore unsurlarıyla birleştirme konusundaki meziyetinin üzerine biraz maceracılık ekleyip ufak tefek denemelerle cesedi taze tutmuşlar diyebiliriz. Kurucu, davulcu ve vokalist Chris Reifert’ın baştan savma, punk ruhlu davulları ve klasik death metal gitarlarıyla açılan Rabid Funeral çok tanıdık yerlerden girse de orta bölümünde bir anda vites düşürüp doom atmosferine geçiyor, Cutler ve Reifert’ın üst üste bindirilmiş hırıltılı, tükürüklü bağırışlarının ardından enfes bir bas gitar / doom solosu kombosuyla grubun tek derdinin bir başka osdm albümü yazıp işine bakmak olmadığını gösteriyor. Bu arada o canhıraş vokal kısmında zombiler yürüyüşe geçmiş gibi hissetmemek imkansız.

Korku filmlerinden, 80’lerin korku serilerinden ilham alan Eric Cutler & Danny Coralles ikilisinin gitar işçiliği, Ashes…‘ın bel kemiğini oluştururken etrafa bol bol serpiştirdikleri sololar, alışageldik palm-mute riflerinin tekdüzeliğini kırıyor. Bir türlü istikrar sağlayamadıkları bas gitar departmanını son birkaç yıldır yönetmekte olan Greg Wilkinson ise neredeyse her şarkıda kendine bir alan bulup albümü daha da zenginleştiriyor. No Mortal Left Alive‘ın son bölümü, şaşırtıcı derecede epik tınlayan ve ezici death/doom tabanından grubu uzaklaştırıp renk katan Well of Entrails ve punk ruhlu Toxik Death Fuk, Wilkinson’ın gitari takip etmek yerine kendi kafasına göre takılan bas gitarıyla öne çıkıyor. Özellikle müzik yavaşladığında Wilkinson kıvrıla kıvrıla çıkıyor bir yerlerden.

Aşırı organik, kapandık bir odaya çalıyoruz tarzı prodüksiyonun da katkısıyla ister Reifert veya Cutler’ın balgam temizlerken çıkardığı öksürük sesleri olsun ister gitaristlerin klavyedeki kaymaları, her şey tertemiz duyuluyor. İyi anlamda gevşek ve rahat bir hisle beraber bu jam havasında bir tür tazelik var. Yaratıcılık kısmıysa albümün 2. yarısında biraz törpülense bile hiçbir anında sıkıcı veya monoton değil Ashes…. Bones to the Wolves‘un SLAYER‘a selam çakan gitarları, Marrow Fiend‘ın hiç beklenmedik IRON MAIDEN ritimlerinde de ayrı bir lezzet var doğrusu.

Türkiye’de sözlerle pek ilgilenilmiyor ve bu tip bir müzikte zaten pek de ihtiyaç yok belki ama o cephede de işler çok yolunda. “Ancestral innards filling my teeth!” veya “I will ingest your marrow, nothing could be more sane!” gibi insana ağzındaki birayı püskürtebilecek cümlelerin yanısıra normal sözlerin arasına serpiştirilen “…get it, motherfucker?” gibi deyim yerindeyse 4. duvarı yıkan dokunuşlar ve elbette türlü öksürük, tükürük ve öğürmelerden büyük keyif aldığımı itiraf edeyim.

Her şeyin ne kadar çabuk değiştiğini düşününce 90’lar artık başka bir çağ, hatta antik dönemmiş gibi geliyor yeni nesillere. Pek çok yönden de haklılar ama o dönemden günümüze kalan gruplara yeteri kadar ilgi gösterilmiyor bence. Autopsy, bir 90’lar grubu olmasına rağmen en kaliteli materyallerinden bazılarını 2020’lerde çıkarıyor. Ben bir eşeklik edip 2011 sonrası gruba yeterince ilgi göstermemiştim yakın zamana kadar ama eğer henüz yeteri kadar dinlemediyseniz siz bu hataya düşmeyin; hiç sıkıcı olmayan, zerre mekanik tınlamayan çok iyi bir death metal için Ashes, Organs, Blood and Crypts‘e ve Autopsy’ye mutlaka şans verin.

83/100


Okur puanı:

Ortalama puan 4.1 / 5. 10

Siteye destek olmak için aşağıdaki düğmeye tıklayıp Patreona göz atabilirsiniz👇
Become a patron at Patreon!

Korhan Tok

Üniversiteden sonra metali bırakmadım.

Bir Yorum Bırakın

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.